İsmail Demir –

2022 yılının Mart ayındaydık. “Kripto para”lar dünyayı sarsmış ve durulmuştu. Bir arkadaşım duyduğu bir uygulamayı anlattı bana. Diyordu ki “Her gün yürüyüş yapıyorsun, uygulama da sana bunun ödülü olarak kripto para veriyor. Acayip para kazanabiliriz bundan.” Böyle deyince hiç de masum durmuyor tabi, kim kime neden sırf yürüyüş yaptı diye para versin. Sonradan işin özü ortaya çıkmaya başladı.

Uygulamaya girebilmek için yaklaşık 1.000 dolar değerinde bir NFT ayakkabı almak gerekiyor. Tabii o aralar NFT’ler de çok popüler. Acayip paralar veriyor insanlar bunlara ama bana göre çok acayip bir kara para aklandı o dönem. Tabi ki bunlar bu yazıda bizim konumuz değil. 1.000 doları duyunca ben bir geri adım attım, dedim “abi bu ‘sazan avı’ kesin.” O da hemen cevap verdi “Ben de başta öyle düşündüm ama ablamın bir arkadaşı bir ayda parasını çıkarmış, hatta kâra bile geçmiş.” Arkadaş çok inanmıştı projeye ama tabi ki benden çok daha fazla şey duyduğu ve bildiği kesindi. İlk duyduğumda güvenemedim, başlamadım ama aradan bir iki hafta geçti baktım bizim arkadaş uygulamaya girmiş, her gün yürüyüş yapıyor ve çok acayip paralar kazanıyor. Neredeyse haftada 300-350 dolar civarı bir para kazandığını anlatıyor bana. Paranın gerçekten geldiğini görünce benim de artık aklıma yatmıştı ve ben de NFT’yi almaya karar vermiştim. 2022 yılı Nisan ayı.

Peki, nasıldı bu sistem? Arkadaş başladı bana anlatmaya. Altı saatte bir enerji geliyor ve kaç tane ayakkabın varsa o kadar enerji geliyor ama birebir oran değilmiş. Yani bir ayakkabıya bir enerji geliyorsa iki ayakkabıya 1,8 enerji geliyor. Sistem seni daha çok para harcamaya itiyor daha ilk dakikadan.

Bizim bilmediğimiz, güvenmediğimiz uygulamaya yatıracak o kadar çok paramız da olmadığı için en basitinden bir ayakkabı alarak ben de uygulamaya başlamış oldum. İlk günlerde arkadaş bazı deneyler yapmış, tecrübelerini benimle paylaşıyordu. İki defa enerjiyi birleştirerek en çok getiri sağladığını söylüyor ve bu da yaklaşık 12 saatte bir 10-12 dakikalık orta tempo bir yürüyüşe denk geliyordu. Biz her gün sabah 10 gibi arkadaşla yürüyüşe gidiyoruz ve çalıştığımız yerde neredeyse bütün arkadaşlar da bunu biliyor. Bu bizim rutinimiz oldu bir hafta içinde. Diğer 10 dakikalık yürüyüşü de akşam 10 gibi yapmaya çalışıyoruz ki enerjileri maksimum verimli kullanabilelim! Enerjilerin gelme saati sabah ve akşam 4:00 ve 10:00’da. Böyle olunca en etkili sistem saat 9:55 gibi yürüyüşe başlayıp 10’da gelen enerjiyi de yolda tüketip 10 dakika içinde mis gibi hem yürüyüş yapıp hem para kazanmak. Başlangıçta eğlenceli bile gelen bu sistemin zamanla bizi fena esir alacağını hiç tahmin edemedik…

Bu işi bana ilk tanıtan arkadaşım, bir ay bile geçmeden uygulamaya koyduğu parayı çıkarmış ve kâra geçmeye başlamıştı bile. Ben de yavaş yavaş koyduğum parayı çıkarmaya yakındım ve hevesliydik. Acaba ikinci ayakkabıyı alsak mı diye konuşuyorduk neredeyse her gün ama içimizde bir korku da yok değildi. Bu korkunun sebebi, uygulamanın bize ödediği kripto paranın değerinin her geçen gün düşüyor olmasıydı. Uygulamanın bize verdiği para birimi Green Satoshi Token, yani GST idi. Ömür boyunca unutmam herhalde bu tokeni! Nisan başında 4 dolar civarı olan GST, Mayıs başında 2,3 dolara kadar düşünce bizi derin düşünceler almıştı. Çünkü acayip hayaller kuruyorduk. Birkaç ay içinde verdiğimiz parayı çıkarıp buradan kazandığımız paralarla yeni cep telefonları alıp üstelik birlikte tatile çıkacaktık. Hatta arkadaşım bu hayale benden daha da yakındı. İşler biraz bozulmuştu ama yürüme hevesimizi henüz kaybetmemiştik.

Bizi her gün aynı saatte yürüyüş yaparken gören arkadaşlar para da kazandığımızı duyunca iyiden iyiye heveslenmişlerdi. Ama uygulamada bazı değişik durumlar olmaya başladı. Mesela yürüyüş yaparken yavaşlarsan sistem sana verdiği parayı azaltıyordu. Bu yüzden bizi yürürken gören arkadaşlara hızımızı düşürmeden sadece selam verip geçiyorduk. Konuşmaya çalışan bazı arkadaşlara ise “şu anda konuşamam sonra konuşuruz” deyip yanlarından hızlıca geçince neye uğradıklarını şaşırdıklarını görmek de ilginç oluyordu. Uzaktan bakınca garip göründüğü kesindi ama bizim kendimizce makul gerekçelerimiz vardı. Yavaşlamak para kaybetmek demekti. Biz artık bu yürüyüş saatlerine yerinde o kadar alışmıştık ki, hafta sonları hafta içinden daha zor geçmeye başladı. Çünkü cumartesi pazar fark etmez, sabah 9:30 gibi uyanıp yürüyüşe hazırlanmamız gerekiyordu. Çok üşendiğimiz zamanlar olmadı mı, tabi ki oldu. Hatta bir tanesini hiç unutamıyorum. Akşam 10 yürüyüşünde havanın da soğukluğundan faydalanıp tembellik yapmıştım ama para kaybettiğim aklıma geldiğinde sabah 3:40’a alarm kurdum. Saat 4 olmadan yürüyüşe çıkmam lazımdı ki 4 enerjisi geldiğinde bir önceki enerjim boşa gitmesin. Hayatta çok az güç beni sabah 3:55’de yürüyüşe çıkarabilir sanırım. Uykulu gözlerle elimde telefon yürüyüş yaparken karşıdan orta yaşlı, elinde telefonla yürüyüş yapan bir adamla göz göze geldik. Daha önce gördüğüm biri değildi ama ikimiz de sanki ayıp bir şey yapıyor ama bunun bilinmesini de pek istemiyormuşçasına hemen gözlerimizi birbirimizden kaçırdık ve ters yönlere doğru yürümeye devam ettik. Gecenin köründe elinde telefon yürüyen iki adamı dışardan birileri görse bambaşka şeyler düşünürdü herhalde. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir!

Yürüyüş uygulaması hepimizin hayatını derinden etkiliyordu. Sistem bizim yürüyüşümüzü GPS üzerinden takip ettiği için telefonun iyi çektiği ve geniş yerlerde yürümemiz gerekiyordu. Her seansta kazandığımız para hiç de azımsanmayacak bir meblağ olduğu için, birimiz hasta olursa veya bir işi çıkarsa telefonu diğerine veriyor, böylece hiçbir turu boş geçmiyorduk. Bazı arkadaşlar bu uygulama sayesinde eşleri ile beraber düzenli yürüyüşe çıktıklarını, biri meşgulken diğerinin onun telefonunu “gezdirerek” aile içi dayanışma ve karşılıklı yardımlaşmanın arttığını söylüyorlardı! Hatta internette okuduğumuz şeylere göre, bazı insanlar uygulamayı çalıştıracak en ucuz telefonu alıp birden fazla hesapla yürüyüş yapıp daha fazla kazanmaya başlamışlardı. Durum böyle olunca uygulama sahipleri, olayın biraz mantığından uzaklaştığını düşünerek bir güncelleme getirdiler ve artık iki telefon birbirine çok yakın ise hile uyarısı veriyor ve iki kullanıcıya da o seanstan hiç token vermiyordu. Böyle olunca telefonu diğerine verip yürüyüş yapmalar bittiği gibi, yan yana konuşarak yürüyüş yapma olayımız da sekteye uğramıştı. Çünkü çok yaklaştığımızda sistem uyarı veriyor ve biz fark edene kadarki kısımdan alacağımız tokenları kesiyordu. Bir sorunla karşılaşmamak için önce araya bir metre mesafe koyarak yürümeye başladık. Böyle de saçma oluyordu tabi, araya insanlar giriyordu ara sıra. Bazen de birbirimizin konuştuğunu anlamakta güçlük çekiyorduk. Sistem, birlikte veya birbirine yakın aralıklarla yürümeyi hile saydığı için bizim o keyifli ve muhabbetli yürüyüş seansları sona ermişti. Aynı amaç için farklı saatlerde yürüyüş yapmaya başlamıştık.

Bu yürüyüş, hayatımın o kadar merkezine yerleşmişti ki, ne yaparsam yapayım sabah ve akşam saat 10’da bu aktiviteye zaman ayırmaya özen gösteriyordum. Şehir dışına kuzenimin düğününe gittiğimde, “umarım yürüyüş saatinde düğünden çıkabilirim” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Çünkü kaçırdığım her enerji neredeyse ortalama bir yemek parasıydı, belki de daha fazlası. Tatile gittik, sabah herkes uyurken ben uyanıp yürüyüşe gidiyordum. Arkadaşlarla şehir dışı planı yaptık, herkes masada oturur yer içerken akşam sabah ben yürüyüşe gidiyordum. Yakın çevremdeki herkes, sağlıklı olmak için yürüyüş ve para kazanma isteğini birleştiren bu uygulamaya dâhil olduğumdan haberdardı. Bu aramızda espri konusu da oluyordu. Bazen yeni bir harcama gerektiğinde “iki yürüyüş yapar halledersin” diyerek takılmaya başlamışlardı.

Beni uygulamayla tanıştıran arkadaş bir miktar para kazanmıştı. İlk yatırdığını çıkardığı gibi neredeyse 500-600 dolar da cebine koymuştu. Bunu gören diğer arkadaşlar da heveslendi ve uygulamaya onlar da dâhil oldular. Her giren bir NFT ayakkabı ile başlıyordu. Ama gel gör ki GST’nin değeri her geçen gün azalıyordu… Bu kaygı vericiydi.

Mayısın ortasında 3 dolara kadar yükselen GST, Haziran ortasında 0,3 dolara kadar düşmüştü. Ben de koyduğum parayı çıkarmıştım ama sonradan giren arkadaşlar çok dertliydi. Çok temel bir ekonomi prensibi olan enflasyon devreye girmişti. Uygulamaya sürekli yeni birileri girdiği için dolaşımdaki GST her geçen gün artıyordu ve bunun en doğal sonucu tokenin değerinin düşmesiydi. Bizim hevesimiz kırılmaya başlamıştı. O kurduğumuz çok para kazanma hayalleri iki ay içinde suya düşmeye başlamıştı. Derken uygulama büyük güncellemeler yapmaya başladı. İlk güncellemede, çekilebilecek alt limit yükseltilerek insanların her gün para çekmesini zorlaştırdılar. Malum kripto borsası çok akışkan bir borsa olduğu için işlemleri yavaşlatmak fayda getirebilirdi. Bir sonraki güncellemede yürüdükçe ayakkabılar eskimeye başlayacaktı ve tamir etmek için oyunda kazandığımız tokenleri kullanacaktık. Bu durumu, uygulama sahiplerinin tokeni piyasadan çekip uygulama içinde tutmaya çalışması ve doğal olarak değerini de artırma çabası olarak gördük ve tekrar heveslendik. Ama uygulama arka arkaya çok fazla güncelleme yapmaya başladı. Ayakkabıları birleştirerek daha güçlü ayakkabılar elde etme, ayakkabıları güçlendiren taşlar ekleme gibi “oyunvari” özellikler de eklenmeye başlayınca biz durumun farklı yönlere gittiğini anlamaya başlamıştık.

Temmuz sonuna doğru yaklaşırken GST iyice dibe vurmuştu. 0,05 dolara kadar düştüğünü gördükten sonra hepimizin keyfi kaçmıştı. Eskisi gibi hevesle yürüyüş yapamıyor, uygulamanın verdiği “enerji”lerimizi kaybettiğimizde ise neredeyse hiç üzülmüyorduk. Çünkü güzel para kazanma devri kapanmış gibiydi. Yaklaşık 1,5 aydır her gün GST değer kaybettiği için bizim de umudumuz kalmamıştı. Arkadaşım ve ben koyduğumuz parayı çıkardığımız için kafamız kısmen rahattı. Artık keyfine yürüyüş yapıp az da olsa para kazanıyorduk. Diğer arkadaşlar için durum böyle değildi. Onlar hâlâ eksideydiler ve umutlarını kaybetmek istemiyorlardı. Asla hiçbir enerjiyi heba etmeyip, madenî paraları kumbaraya atıp telefon almaya çalışan çocuklar gibi o günün geleceğine inanıyorlardı. Bizim için hayal gibi başlayan serüvenin sonuna geldiğimizi hissediyorduk. İçimizdeki esas soru ise “bu olaya birkaç ay önce girebilmiş olsaydık ne kadar kazanırdık” sorusuydu. Bu soru herkesin sürekli fırsatları doğru zamanda yakalayamadığında kendine sorduğu soruydu ve asla cevabını alamayacaktık.

Ağustos ayına gelmiştik. Yürüyüşten kazandığımız paralar çok ama çok ufak bir meblağ idi artık. Son gelen güncellemeyle uygulama içi insanların birbirine sattığı ayakkabıların fiyatı artmıştı ve kendi kendime dedim ki “İsmail artık gitme vakti geldi.” Bazı arkadaşlar çoktan pes edip ayakkabılarını satmıştı, bazıları ise hırsla, bıkmadan usanmadan yürümeye devam ediyordu. Bir gün o kararı verdim ve yaklaşık 5 aylık maceranın sonuna gelmiştim. Ayakkabıyı sattım ve o parayı çekmedim, hâlâ bir kripto para borsasında duruyor o para. Son zamanlardaki kripto borsalarındaki pozitif ivmeden o da nasibini almış ve 2 yılda yaklaşık 10 katına çıkmıştı. O parayı her gördüğümde beş aylık yürüme maceramız aklıma geliyor ve yüzümde ufak bir tebessüm beliriyor.

Merakıma yenik düştüm ve GST şu anda (Ocak 2025) ne kadar diye baktım ve gördüğüm şey şu: Bir zamanlar 4 dolardan işlem gören GST’nin değeri 0,01 dolar…

Akif Çarkçı –

Tunus, Kuzey Afrika kuşağı ülkeleri arasında bizim için mümtaz bir yere sahiptir. 1574-1881 yılları arasında Osmanlı hâkimiyetinde kalan Tunus Endülüs, Roma, Kartaca gibi medeniyetlerin birikimi üzerinde duran, üç yüz yıldan fazla İslam-Osmanlı medeniyet dünyasının değerli bir parçası olmuş, 75 yıl gibi hem uzun hem de çok kısa sayılabilecek Fransız sömürgesi altında kalmış bir ülkedir. Her şeye rağmen Tunus halkı geleneksel değerlerine bağlı, İslam medeniyetinden henüz tam olarak kopmamış bir sosyolojik yapıya sahiptir. Her ne kadar Arap sekularizmi Tunus’u uzun bir süre etkisi altına almış olsa da Tunus’un Arap-İslam kimliği canlılığını muhafaza etmektedir.

Tunus Zor Zaman Kardeşimizdir

Tunus neden bizim için mümtaz bir yere sahiptir? Üç sebepten bizim için önemlidir. Birincisi İslam ortak şemsiyesi altında birleştiğimiz bir ülkedir. İkincisi, Osmanlı bu bölgeyi uzun süre yönetmiştir, hâlen Kuloğlu ailesinin temsilcileri bu ülkede yaşamaktadır. Üçüncüsü ise Tunus zor zamanlarda yanımızda olmuş, atalarımız da zor günlerde Tunus’un yanında olmuştur. Kuloğlu ailesi, Osmanlı döneminde Tunus’a asker olarak gelen ve daha sonra burada kalan Türklerdir. Hâlen Tunus’ta yaşamakta, ticaretle, ilimle uğraşmaktadırlar. Tunus’ta Türk kökenli olmak bir onur ve şeref unsuru olarak görülmektedir. Zor zaman kardeşliğimiz ise ana hatlarıyla iki olaya dayanmaktadır. Batılı emperyalistler, bilhassa İspanyollar, Tunus topraklarına işgalci olarak geldiklerinde Tunus’un talebi üzerine Osmanlı denizcileri ve askerleri Tunus’ta yaşanması muhtemel bir soykırım ve işgale karşı durmuşlar, böylece Tunus’un sömürgeleştirilmesi 300 yıl kadar geciktirilmiştir. Burada Osmanlı faktörü devreye girmiş, Tunus’un işgalcilerin çizmeleri altında çiğnenmesi geciktirilmiştir. Ne zaman ki Osmanlı zayıflamış, ancak o zaman Fransızlar 1881 yılında Tunus’u işgal etme cüreti göstermiştir. Kader birliği yaptığımız bir başka konu ise Kırım savaşı sırasında 15-20 bin arası Tunuslu asker Osmanlı’ya yardımcı olmak üzere bölgeye gelmiştir. Bu yüzden Türklerle Tunuslu kardeşlerimiz zor zaman kardeşliği yapmışlardır.

1956 Yılından Bu Yana

Tunus-Türkiye ilişkileri yakın dönemde de devam etmiş, Tunus 1956 yılında bağımsızlığına kavuştuktan hemen sonra Türkiye Tunus devletini tanıyan ilk ülke olmuştur. Türkiye-Tunus diplomatik ilişkileri Tunus’un bağımsızlığa kavuştuğu 1956 yılında tesis edilmiş olup, Türkiye 1957 yılından bu yana kesintisiz olarak Tunus’ta Büyükelçi düzeyinde temsil edilmektedir. Tunus Büyükelçiliğimiz 1956 yılında ülkede açılan ilk büyükelçiliklerden biridir. Bilhassa Yasemin Devriminden sonra Türkiye, terörle mücadele ve ekonomik kalkınma alanlarında Tunus’a önemli destekler sağlamıştır. 2012 yılında imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi anlaşması sonrasında ilişkiler 2013 yılında toplanan Konsey sonrasında daha güçlü bir ivme kazanmıştır. Bu çerçevede 21 anlaşma ve Eylem Planı yanı sıra 24 adet kardeş şehir protokolü imzalanmıştır. Öte yandan Tunus’la imzalanan serbest ticaret anlaşmaları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2017 ve 2019 yıllarında Tunus’a yaptığı resmî ziyaretler, 2024 yılında Türkiye-Tunus Ortaklık ve Yatırım Forumu gibi gelişmeler iki ülke arasındaki ilişkileri pekiştirmiş ve bir üst düzeye taşımıştır.

Eğitim ve Ticaret Diplomasisinin Faydaları

Günümüz dünyasında devletler ya da ülkeler uluslararası düzendeki imajlarını pekiştirmek, ülkelerinin kültürünü, insani, iktisadi, sosyal ve siyasi potansiyelini küresel ve bölgesel planda kendi lehine kazanıma dönüştürecek şekilde bir yumuşak güç unsuru olarak kullanmak durumundadır. Biz buna kısaca kamu diplomasisi adını veriyoruz. Kamu diplomasisinin iki önemli bileşeni ise eğitim-kültür diplomasisi ve ticaret diplomasisidir. Eğitim diplomasisi devletlerin yumuşak güçlerini nüfuz kazanmak, yurt içindeki değerlerini uluslararası plana taşımak, bu planda iyi niyet geliştirerek eğitim faaliyetlerini diplomasi araçlarını kullanmak suretiyle gerçekleştirmesidir. Ticaret diplomasisi ise diplomatik kanallar kullanılmak suretiyle ticari ilişkileri yöneten bir kamu ve özel sektör ağı faaliyeti olarak tanımlanabilir.

Türkiye Tunus’la geliştirdiği ilişkilerde bu iki faaliyet sahasını her alanda sahaya sürmektedir. Bunun daha da geliştirilmesi çok daha etkili sonuçlar doğuracaktır. Mesela Türkiye Tunus arasındaki ticaret hacmi 1,5 milyar dolar civarındadır. Oysaki gerek Türk firmalarının gerekse Tunuslu yatırımcıların daha geniş bir buluşma ağı içinde bir araya gelmesi bu hacmin daha da artırılması için yararlı sonuçlar doğuracaktır. Ayrıca büyükelçilerimizin, konsoloslarımızın ve ticaret ataşelerimizin bu noktada aktif görevler üstlenmeleri, ihtiyaç dâhilinde bir ülkede birden fazla dış temsilcilik açılması ticaret potansiyelinin daha da geliştirilmesi için önem arz etmektedir. Yapılan bilimsel araştırmalara göre herhangi iki ülke arasındaki üst düzey siyasi temaslar, birden fazla konsolosluk ya da dış temsilcilik açılması ülkeler arasındaki ticaret potansiyelini yüzde altı ile on arasında geliştirdiğini ortaya çıkarmıştır. Tunus-Türkiye ilişkileri baz alındığında iki ülkenin devlet başkanlarının, ticaret bakanlarının sık sık bir araya gelmeleri önem arz etmektedir. Türkiye olarak 2023 yılında Tunus’a 1 milyar 245 milyon dolarlık ihracat yapmışız. İthalatımız ise 304 milyon dolar. Elbette bu rakamlarda bilhassa 2013 yılında temelleri atılan üst düzey stratejik işbirliği çalışmalarının payı büyüktür. Bugün atılacak yeni adımlar yarın bu rakamların çok daha yukarılara çıkarılmasını kolaylaştıracaktır. Eğitim diplomasisi alanında ise geçmişte atılan adımların etkisi yavaş yavaş görülmektedir. TİKA’nın Zeytune Üniversitesine otomasyon konusunda yaptığı yatırım, Maarif Vakfının ülkedeki okul çalışmaları, TÜBİTAK ve üniversitelerimizin Tunus’taki çeşitli üniversitelerle yürüttüğü ortak çalışmalar, işbirliği anlaşmaları kayda değer gelişmelerdir. Öte yandan Türkiye’de 1600 civarında Tunuslu öğrencinin eğitim görüyor olması iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğinin aydınlık olduğunun önemli işaretleridir. Yunus Emre Enstitüsünün Kartaca Üniversitesi ile yürüttüğü Türkçe eğitim programı, 2024 yılında Tunus’ta gerçekleştirilen Türk Üniversiteleri Fuarı, Maarif Vakfının ilk ve ortaokul düzeyinde Tunus’ta okul açması gerçekten de sevindirici gelişmelerdir.

Üniversiteler Aktif Rol Üstlenmeli

Eğitim ve kültür diplomasisi, ülkeler arasındaki birliği ve sempatik ilişkilerin geliştirilmesinde gerçekten kilit rol oyuyor. Öğrenci değişim programları, karşılıklı dil okullarının açılması, üniversitelerin imzaladığı birliği protokollerinin somut zemine taşınması yararlı sonuçlar doğurmaktadır. Türkiye’deki öğrenciler Tunus’taki üniversitelerde eğitim görebilir, Arapça öğrenebilir; Tunuslu öğrenciler de Türkiye’de Türkçe ve Türk kültürünü öğrenebilir, çeşitli branşlarda eğitim alabilir, lisansüstü çalışmalar yürütebilir. Ayrıca ortak araştırma programları da gerçekleştirilebilir. Geçenlerde, Kütahya Dumlupınar Üniversitesinde konuşmacı olarak katıldığım Türkiye-Tunus İlişkileri isimli panelde edindiğim tecrübe, üniversitelerimizin bu konuda aktif roller üstlendikleri yönündedir. Tunus Büyükelçimiz Ahmet Misbah Demircan’ın da katıldığı panelde, üniversite rektörü, tarihçi Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak’ın Tunus-Türkiye ilişkilerinin tarihi perspektifini ele aldığı konuşma ve Sayın Büyükelçinin iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da ileri seviyeye taşınması için yürütülen çalışmaları anlattığı konuşma gerçekten çok kıymetli bilgilerin paylaşılmasına zemin hazırladı. Büyükelçimiz bilhassa Türk işadamlarıyla sık sık görüşmeler yapıyor ve Tunus’taki ticaret olanakları hakkında sık sık özel sektör temsilcileri ile istişareler gerçekleştiriyor. Henüz yeni atandığında Sayın Büyükelçimiz 400 civarında Türk işadamı ile toplantılar yapmış. Kütahya’da katıldığımız panelin hemen akşamında Kütahyalı işadamlarıyla bir araya gelen Sayın Büyükelçimiz işadamlarını oradaki yatırım fırsatlarını yerinde incelemeleri gayesine matuf olarak Tunus’a davet ettiler. Tunus’tan Türkiye’ye gelmiş ve Türkiye’de çeşitli kurumlarda çalışan Tunuslu arkadaşlarımızla yaptığımız istişareler sonucunda şunu anladık ki Türkiye Tunus’la çok daha yakın ilişkiler kurmalıdır. Hâli hazırda 200 civarında işadamımızın Tunus’ta yatırımları var. Bunun küçük bir kısmını (24 kadarı) sanayici kesim oluşturuyor. Diğer yandan Düzce, Dumlupınar gibi üniversiteler başta olmak üzere pek çok üniversitenin Tunus’taki üniversitelerle ilişkileri var. Bunlar gerçekten sevindirici gelişmeler.

Türkiye’de Çalışan Tunus Vatandaşları Gönüllü Elçi Olarak Çalışıyorlar

Yine Anadolu Ajansı, TRT gibi kurumlarda çalışan Tunuslu arkadaşlarımızın ülkelerine döndüklerinde birer Türkiye gönüllüsü olarak misyon üstlenmeleri Türkiye adına onur verici hadiselerdir. DEİK gibi kurumların ise işadamlarımızı organize ederek Tunus ve Türkiye arasındaki ticaret köprülerinin daha sağlam temeller üzerine kurulması için yürüteceği çalışmalar büyük önem arz ediyor. Mesela Kütahya’da seramik sektöründe faaliyet gösteren bir firma temsilcisi ile yaptığımız özel sohbette, kendilerinin dış ticaret kanalları konusunda desteğe ihtiyaç duyduklarını ifade ettiler. DEİK gibi, MÜSİAD gibi, İl Sanayi ve Ticaret Odaları gibi kurum ve kuruluşların bu noktada daha etkin olması gerekir. KOBİ düzeyindeki işletmelerin bu desteğe ihtiyacı var.

Sonuç

“Türkiye’nin Afrika’da ne işi var” sorusunu soran bazı insanlar var. Kendilerine şunu iyice anlatmak lâzım. Fransa Afrika’daki nüfuzunu kaybetmemeye çalışıyor. Çin, İsrail ve Rusya Afrika’da rekabet hâlinde. Bu rekabete Türkiye de dâhil oldu. Mesela aynı soruyu neden Çin’e, Rusya’ya, İsrail’e sormuyorsunuz? İsrail’in Afrika’da ne işi var demeye neden cesaret gösteremiyorsunuz? Türkiye’ye olan güveniniz mi eksik, yoksa Fransa, Çin, İsrail karşısında kompleks sahibi misiniz? Geleceğin dünyasında Afrika stratejik bir rekabet alanı olarak ortaya çıkacak. Neden Türkiye bu sahada top koşturmasın. Üstelik bu ülkelerle ortak tarihî, dinî, kültürel geçmişimiz varken. Bizler bu ülkelerle emperyalist emellerle ilişki kurmuyoruz. Karşılıklı kazanç esasına dayalı ilişkiler gerçekleştiriyoruz. En zor zamanlarda birbirinin yanında olmuş bu iki ülke neden daha fazla işbirliği ve dostluk geliştirmesin? Ortada buna mâni hiçbir durum yoktur.