– Ömer DEMİR
Evrensel temel gelirin kabulü, herkese bir asgari gelirin verilmesi, üretilen tüm hasılanın aynı toplumdaki herkese eşit paylaştırılacağı anlamına gelmemektedir. Genel olarak eşitliğin arzulanan bir durum olmasına karşın bireylerarası farklılığı göz ardı eden bir gelir dağıtım mekanizması, hem etkinlik hem de meşruiyet temini bakımından ciddi sorunlarla karşılaşır. Zira insan toplulukları, birbirine benzediği kadar farklı özellikleri de olan bireylerden oluşur. Ancak bu farklı özellikleri onları robotlardan ayırır. Farklılıkların korunması için toplumdaki kaynak tahsisinin bunu destekler nitelikte olması gerekir. Gelirde mutlak eşitlik bu farklılığı sağlayamaz. Örneğin beslenmek için belirli kaloriye ihtiyaç vardır ama bunun hangi ürünlerden ve nasıl elde edileceği kişilere ve alt gruplara göre değişiklik gösterir. Bu değişikliğin bir sonucu olarak benzer işlevler gören bu kadar çeşitli mal ve hizmetin bulunduğu ekonomiler oluşmuştur. Bazı bireylerin hayatlarında hiç görmedikleri ürünler, başka milyonlarca günlük olarak tüketilmektedir. Hatta birilerinin hayran olduğu mal ve hizmetlerden diğerleri nefret bile edebilmektedir. O kadar çeşit mal ve hizmetin üretim ve bölüşüm planlaması için bireylerin birbirinden farklılaşabileceği bir alanın oluşturulması gerekir. Bireylere farklı tüketim imkânlarının sunulması, bu farklılaşmayı sağlayan en önemli araçların başında gelmektedir. Herkese aynı tüketim imkânının sağlanması bu farklılaşma motivasyonunu büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır. Bu sebeple, aynen ulusal aktiflerin hisse sahipliği önerisinde olduğu gibi evrensel temel gelir önerisinde de, gelirin bir kısmı herkese baz gelir olarak verildikten sonra geri kalanın bazı kriterlere göre dağıtılması gündeme gelmektedir. Bu kriterlerin neler olacağı önemli bir soru olarak karşımızda durmaktadır.
Her iki durumda da (ulusal aktiflere hissedarlık ve temel gelir) kullanılabilecek kriterlerden biri, kanaatimizce, toplumsal bütünlüğe olan katkı düzeyi olacaktır. Çünkü insan hayatına anlam veren faaliyetler içinde şu anda en merkezde yer alan “yapılan iş” yerine, yeni bazı faaliyetlerin öne çıkacağını tahmin edebiliriz. Bu faaliyetlerin herkese eşit dağıtılan “evrensel temel gelir” üzerinde ortak hasıladan pay almayı hak edebilmesi için toplumsal bütünlüğe katkı kriterinin öne çıkması beklenir. Yani, insanları bir arada tutan sevgi, saygı, iyi iletişim ve ortak değerleri benimseyip yayma konusundaki performans, kanaatimizce, bu konuda en önemli aday kriter konumundadır. Aslında Çinlilerin hayata geçirmeye çalıştığı sosyal kredi sistemi bu konuda bir pilot uygulama olarak görülebilir. Çünkü bir bireyin, içinde bulunduğu ve parçası olduğu toplumun ağırlıklı olarak robotların gerçekleştirdiği ortak üretimden daha fazla tüketme hakkı talep etmesinin meşruiyeti, ancak onun, ortak kaynakların korunması, geliştirilmesi ve topluğunun devamına olan katkısı ile irtibatlandırılırsa anlamlı olabilir. Tersinden suç işleyen, sürekli içinde bulunduğu topluluğa sorun çıkararak maddi, sosyal ve değer altyapısını aşındıran kişilere, adeta bu tutumları özendirecek biçimde ortak hasıladan ilave pay vermek çok rasyonel bir teşvik mekanizması gibi görünmüyor. Bu yüzden üretime katkı odaklı değer sistemi muhtemelen toplumsal kaynakların sürdürülebilirliğine katkı merkezli değer sistemine dönüşecektir. Bu bağlamda şimdiki bölüşümde temel soru olan “ne kadar üretime katkıda bulundun?” yerine muhtemelen “toplumsal sistemin devamını korumada ne kadar iyi bir fertsin?”e evrilecektir. Bunu, bir nevi robotlar sayesinde erdemin[1] yükselişi olarak da görebiliriz.
Çünkü üretime katkı odaklı toplumsal örgütlenmede, bencil, kendini düşünen tavır ve tutumların, üretim artışı yoluyla topluma refah artışı olarak dönmesi, kişisel çıkar peşinde koşmaya dolaylı bir hoşgörü ve koruma sağlamıştır. Bencillik, tarihin hiçbir döneminde teşvik edilen bir ahlaki özellik olmamasına karşın, yol açtığı üretim artışı ona hayatın içinde güçlü bir koruma sağlıyordu. Buna paralel biçimde her dönem “erdemli davranış” bir ideal olarak korunmaya devam edilse de, toplumsal işbölümü, rol ve statü dağılımında merkezi bir role sahip değildi. Hatta erdemli davranış kodları ağırlıklı din ve ahlak tabanlı oldukları için toplumsal düzende merkezî rol elde etmek bir yana “yaşam tarzı dayatması” kaygısı ile biraz da sorgulanır bir konumdalardı. Kime göre iyi, kime göre doğru sorusuyla kolayca sorgulama kapsamına alınabiliyorlardı. Hâlbuki üretim artışına katkı ölçülebilir bir özellikti. Bu ölçülebilen katkıyı yapan kişinin, katkısı oranında hasıladan pay verilerek ödüllendirilmesi de görece kolaydı. Son tahlilde bireylere toplum içinde değer kazandıran konumlar, erdemli davranış özelliklerine sahiplikten ziyade üretime katkı düzeyi ile belirleniyordu. Belki de, insanlık tarihinde ilk kez robotlar sayesinde erdemli davranışı gelir dağıtım sisteminin merkezine koyan bir toplumsal sistem tasarımı mümkün hâle gelecektir.
Bu noktada, gelecekte grup ölçeğine göre “iyi birey” veya “iyi vatandaş” tanımının aşağıdaki gibi bir dönüşüme uğraması beklenebilir. Bireyden beklenen en önemli tutum, özel mal ve üretimine katkıdan ziyade, kamusal mal niteliğindeki dayanışma, düzen ve istikrarı sağlayacak biçimde toplumsal hayatın devamına katkıda bulunmasıdır. İşin bir yönü, bireyin öncelikle kendisine ve başkalarına zarar vermeme esasına dayalı, önleyici ve telafi edici maliyetleri azaltan duyarlılıkla hareket etmesidir. Buna, mevcut kamusal mallara zarar vermeyen tutum diyelim. Ancak değer takdiri için sadece mevcut olana zarar vermemek yeterli olmayacaktır. Bir de işin kamusal malların üretimine katkı yönü vardır. Bir taraftan mevcut kamusal mal ve hizmetlerin düzenli üretimine, diğer yandan da ihtiyaç olan yenilerinin ortaya çıkarılmasına ihtiyaç sürekli olacaktır. Yani “iyi birey” veya “iyi vatandaş” olmak için sadece düzen ve istikrarı bozacak davranışlara tevessül etmemek yeterli olmaz, kamusal mal ve hizmetlerin devamına da katkıda bulunması beklenir. Vatandaşlığın kıymetlendirilmesinde işin bu iki boyutu birbirinden farklı ağırlıklar verilerek değerlendirilebilir. Negatif tutumlar, doğuştan herkese verilen bir baz vatandaşlık puanını azaltma yönünde; pozitif tutumlar da artırma yönünde etkide bulunacak şekilde bir sistem kurulabilir. Böylece net vatandaşlık puanına göre hasıladan alınacak pay kolayca hesap edilebilir. Şimdi, kısmi olarak kullanılan göstergeler (memurlar için 3600, 4800, 6400 gibi) her bir değişkenin ağırlığının farklı olduğu kompozit bir endekse dönüştürülebilir. Hangi yöndeki motivasyona daha çok ihtiyaç varsa onun etkisinin artırılacağı dinamik bir model tasarlanabilir. Muhtemelen gelecekteki yasama organlarının en temel görevlerinden biri, toplumun ekseriyetini memnun eden bu en uygun kompozit vatandaşlık endeksi oluşturmak olacaktır.
Kısaca özel mal ve hizmet üretiminin büyük ölçüde robotlar tarafından yapıldığı bu yeni durumda, bireylerin toplumsal ödül ve ceza mekanizması, tüketilen mal ve hizmetlerin üretiminde insan emeğinin katkısına ihtiyacın daha az olacağı varsayımı altında, birlikte yaşayan grup içinde herkesin yararlandığı, kamusal malların korunmasına ve artırılmasına katkı durumuna kayacağı beklenebilir.
Bu bağlamda, üretime katkı odaklı toplumsal değer sistemi yerine erdemli davranış merkezli değer sistemine geçiş, insanlık tarihinde yeni bir evre olarak görülebilir. Burada, erdemin içten gelen sahici duyguların hayata geçirilmesi ile oluşacağı, ilave gelir elde etmek için gösterilen erdemli davranışların ikiyüzlülüğü teşvik edeceği ileri sürülebilir. Bunun, bir dereceye kadar doğru olmakla birlikte şimdiki değer sistemlerinden çok farklı bir durum ortaya çıkaracağı şüphelidir. Zira tüm ahlak öğretileri, insanları iyi insan olmaya çağırırken sahici olup içinden geldiği gibi değil görünüşte de olsa ideal modelde öngörüldüğü gibi davranmaya, buna engel olacak duygularını bastırmaya çağırır. Görgülü olmak, ahlaklı olmak, iyi bir vatandaş olmak, aslında içinden geçen buna aykırı duyguları denetim altına almayı gerektirir. Mevcut sistemde bir kişiyi “kibar davranıyorsun ama içinden kızıyor, aslında ikiyüzlülük yapıyorsun” diyerek suçlamadığımız gibi tersine, beklenen davranış için kendisi ile mücadele yaptığından ödüllendirmeyi bile düşünebiliriz. Benzer şekilde yeni sistemde “duyguların farklı ama sosyal kredi puanını yükseltip bu yolla gelirini artırmak için böyle davranıyorsun” diye de kimseyi suçlayamayız. Herkesin içtenlikle ve kendiliğinden toplumun ortak kurallarına uyması çok arzu edilebilir ve birinci tercihtir ama bunun ödül amaçlı gerçekleşmesi de çok kötü bir sonuç değildir. Ayrıca bu ödül sisteminin, içtenliği sağlayacak veya artıracak her formüle kapısının sonuna kadar açık olduğunu söylemeliyiz. Çünkü içtenlik, tartışmasız biçimde, kurallarının her aşamadaki (oluşturma, işletme ve gözetim) işlem maliyetlerini düşürür.
Kısacası, bireysel olarak hissedilen ama toplumsal kabul görene aykırı düşen düşünce, tutum ve davranışları, muteber vatandaş katsayısını yükseltmek için toplumsal olan lehine kontrol altına almak bir samimiyet testi olarak görülüp itiraz edilemez. Bu sebeple, sadece daha yüksek gelir düzeyine ulaşmak amacıyla bunu sağlamaya dönük iyi vatandaş puanı toplamak için toplum kurallarına uygun yaşamak şimdiki durumdan çok farklı ve büyük bir sorun gibi görünmemektedir.
Ancak burada halledilmesi gereken ciddi başka sorunlar söz konusudur. İlki bireysel özgürlüklere dönük tehdit durumudur. Toplum kurallarına uyma konusunun gelir ve refah dağılımında yegâne ödül kaynağı olması, totaliter yapılara mükemmel bir zemin oluşturur. Yani merkezî olarak hesaplanan ve ağırlıklı olarak ortak değerleri gözeten bir ödüllendirme sistemi, “ortak” değerlerin tespitinde belirleyici olanların lehine bir yapıya herkesi uymaya zorlamakla kalmaz, bunun dışındaki tercihlere yaşama hakkı tanımayabilir. Bu, ayrıca, bir dönem bir toplumda geçerli ve baskın olan değer yargılarının hiçbir değişim ihtiyacı olmayan mutlak yargılar olduğunu kabule zorlar. Bunun özgürlüklerin korunmasında ciddi bir tehdit oluşturacağı gayet açıktır. Bu konunun nasıl aşılacağı çok ciddi bir sorundur ve üzerinde kafa yorulmalıdır.
Üretime katkı odaklı değer sistemlerinde de bireysel özgürlükler üzerinde baskı olmakla birlikte, bireyler üretime katkıları oranında pay aldıkları için bu gelirleriyle baskın toplumsal değerlerin dışında kendilerine özgü bir yaşam alanı oluşturabiliyorlar. Yeni sistemde sadece baskın değerlere uygun tutum ve davranışlar ödüllendirileceği için onların dışında yaşamayı imkânsız kılmasa da büyük ölçüde zorlaştıracaktır. Burada ikinci bir tehdit gündeme gelmektedir. Tüm ilave ödül mekanizmaları ortak değerlere olan desteğe dayandırıldığında, sosyal ve kültürel değişim donuklaşacaktır. Egemen normlarla barışık olmayan insanlar, verilen evrensel temel gelirle yetinmek zorunda kalacak ve asgari geçim düzeyinde yaşamaya razı olacaklardır. Bu sorunun (eğer bu bir sorunsa) nasıl aşılacağı üzerinde biraz daha düşünmek gerekir. Hâlbuki tarih boyunca insan topluluklarındaki değişimler aşamalı olarak önce azınlık fertlerin ve küçük grupların ortalamadan ayrı tutumlar benimsemesi ardından bu kitlenin büyümesi şeklinde gerçekleşmiştir.
Kuşkusuz işlerin robotlarca yapılması sadece parasal gelirin yeniden dağıtımı sorununu gündeme getirmez. Yukarıda ifade ettiğimiz çalışmanın içselliklerinin ve dışsallıklarının yeni sistemde nasıl ikame edileceği de yeni kurumsal düzenlemelerin yapılmasını zorunlu kılan önemli bir konu olacaktır. O da başka bir yazının konusu.
[1] Erdemi, en genel tanımıyla, en zor şartlarda bile ortak iyiye katkıda bulunma güdüsünü koruma özelliği olarak tanımlayabiliriz.