Ömer Demir –

Yardımsız Topluluk Oluşmaz Karşılıksız Yardım ile Kalıcı Çare Oluşturulamaz

Bireyler arasındaki ilişkilerde farklı ihtiyaçları daha düşük maliyetle çözme, kurumların gelişiminde çok önemli bir ayrıştırıcı unsurdur. Kural daha düşük maliyetli olan zamanla diğerinin yerini almasıdır. Kırsal hayatın yoğun olduğu yerlerde yatılı misafirlik, gece konaklama sorununu düşük maliyetle çözmek için geliştirilmiş iyi bir kurumdur. Bu bağlamda otellerin veya diğer konaklama imkânlarının çok az olduğu veya ailelerin bu dışarda barınma hizmetlerine yeterince bütçe ayrılamadığı dönemlerde insanların evlerinde geniş misafir odalarının olması çok anlaşılabilir bir durumdur. Buna karşılık ulaşımın kolaylaştığı ve erişilebilirliğinin arttığı bir toplumda misafir odalarının işlevsizleşmesi, toplum refahında bir geri gidiş anlamına gelmediği gibi insanlar arası ilişkilerin olumsuz yönde etkilendiği anlamına da gelmez. Halen kırsal bölgelerde evde yatılı misafir ağırlamanın yaygınlığı, birilerinin evinde gecelemenin oralarda şimdide açık bir ihtiyaç olmasındandır. Bu bağlamda büyük şehirlerde, sınırlı zamanlarda ortaya çıkan yatılı misafir ağırlama ihtiyacı için, evin bir köşesine uzun dönem atıl kalacak ve bu nedenle de yüksek maliyetli büyük odalar tahsis etmek yerine otel veya misafirhaneleri kullanma daha rasyonel bir sorun çözme yöntemi gibi durmaktadır. Açıktır ki, ihtiyacı karşılama yönteminin değişmiş olması, insanların o ihtiyaçları gidermede rehberlik edecek değer yargılarında da değişime yol açmaktadır. Ama unutmamak gerekir ki değer yargılarının da nihai amacı, bireylerin topluluk halinde daha az ihtilaflı, daha az acı ve üzüntü veren ve mümkün olduğunca daha çok kişinin daha fazla uyumlu ve mutlu yaşamasını sağlamaktır. Kurumsal yapılarda değişim, onları işler kılan değer yargılarında da değişikliğe yol açabilir. Bu sebeple evinde yatılı misafir ağırlamanın yüksek bir değer yargısı olması, gördüğü işlevden ayrı düşünülemez. Evinde yatılı misafir ağırlama ihtiyacının azalması, ona dönük değer yargılarını da doğal olarak etkileyecektir.

Şimdi yardım eksenli bir bakış açısını kristalize edebilmek için iki ideal model tasarlayalım. Bir yanda her bireye çalışma imkânı vererek, geçmiş, şimdi veya gelecekte yaptığı veya yapacağı çalışmalar karşılığında ömrü süresince tüm ihtiyaçlarını karşılıklılık kuralı çerçevesinde kendisi karşılar hâle gelmesi ve hayatının devamında birilerinden doğrudan yardım istemek durumunda kalmaması durumunu düşünelim. Diğer yanda da bazı insanların her yönüyle diğerlerinden daha yetenekli ve daha görür halde olmaları nedeniyle olmayanlara, herhangi bir karşılık beklemeden doğrudan yardımda bulunmaları söz konusu oluyor olsun. Bu iki seçenek için ideal model dememizin sebebi, gerçek hayatta hiç kimsenin bu iki kutuptan birinde ömrünü geçirmediği, herkesin hayatının farklı dönemlerinde bu iki uç arasında bir yerlerde bulunmaları nedeniyle somut durumları değil soyut birer pozisyonu ifade etmeleridir.

İnsanlar gen yapılarından getirdikleri ile sosyal miras yoluyla kazandıkları ve üzerinde dünyaya geldikleri coğrafyanın sunduklarının farklılığı nedeniyle hayat becerilerinde büyük ölçüde farklılaşırlar. Bu farklılaşma birileri lehine yarattığı fırsatlar nedeniyle çatışmalara da zemin hazırlar. Zira imkân ve yaşam kalitelerini farklılaştırdığı ölçüde değerli olana sahip olanlar ile olmayanlar birbirine aynı gözle bakmazlar.

Öte yandan bu farklılık sadece çatışma getirmez, farklılaşma bireyler arasındaki birliğinin de ana sebebidir. Toplumsal kurumların en büyük işlevi, bireyler arasındaki birliğini artırmak ve çatışmaları azaltmaktır. İnsanlık tecrübesi, kısa vadeli farklılıkları çatışma yaratmadan bölümü ve uzmanlaşma yoluyla, herkesin birbiri için fayda yarattığı ve bunları değiş tokuş ettiği bir üretken ortam oluşturmanın mümkün olduğunu göstermiştir. Bu ortam çoğunlukla kendiliğinden oluşmaz. Onu mümkün kılacak kurumsal yapılar gerekir. Eşitsizliğin keskin ve büyük olduğu durumlarda gerilimi azaltacak ve birlikte yaşamı mümkün kılacak uzlaştırıcı kurum, olanın olmayana doğrudan kaynak aktardığı doğrudan yardımdır. Faydanın şimdi veya gelecekte nasıl oluşacağı konusunda tecrübe ve bu tecrübeyi kalıcı kılan kurumsal yapılar olmazsa, bireyler arasındaki fayda mübadelesi sadece kısa vadeli hale gelir.

Bu iki ideal modeli biraz daha somutlaştıralım. Birinde tüm fertler yeteneklerini en etkili biçimde kullanarak şimdi ve gelecekteki ihtiyaçlarını karşılayacak kadar üretebiliyor, kimseden karşılıksız doğrudan yardım alma beklentisi olmuyor olsun. Diğerinde toplumun dörtte üçü kendi başının çaresine bakabilecek düzeyde üretme ve kazanç elde edebilme durumundayken dörtte biri ancak başkalarının yardımı sayesinde hayatlarını devam edebilecek durumda olsun. Bu ikisinden hangisi tercihe daha fazla mazhar olur? Birinde doğrudan yardım var diğerinde ise yok. Herkesin ilk modeli isteyeceği gayet açıktır. Çünkü yardım insan ilişkilerinin temelinde yer alır ve asıl olan, bu yardımın karşılıklılık niteliği korunarak dolaylı süreçlere yayılmasıdır. Yani bugün alanın karşılığında ya bugün, olmadı yarın, o da olmazsa ertesi gün karşılığını oluşturabileceği bir beklenti olmadan istikrarlı bir ilişki oluşturmak mümkün değildir.

Veren el alan elden üstündür” sözü üretip başkalarına muhtaç olmamayı, mümkünse şu veya bu nedenle üretemeyenlere destek olmayı öğütler. Doğrudan yardımı mutlak iyilik olarak görecek olursak tersinden “alan el, en az veren el kadar üstündür” benzeri bir tavsiyeye sahip olmamız gerekirdi.

Vardığımız sonuçları özetleyelim. Birincisi, yardımlaşma toplumsallaşmanın ilk adımıdır. Birbirine yardım etmeyenler birliği ve bölümü yapamaz, paralı ekonomi kuramaz, vadeli ödeme sitemleri, emeklilik sistemleri oluşturamazlar. Çünkü tüm bu sistemler birbirine zaman farkı ile geri almak üzere birbirinin işini görme temel mantığı üzerine kurulmuştur. İlişkilerdeki bu karşılıklılık o kadar yaygındır ki, çocuğuna iyi bakmayan bir ebeveynin çocuklarının kendisine bakmalarını bekleyecek yüzü bile olmaz. İlişkilerin özündeki bu yardımlaşmanın doğrudan ve dolaylı şekillere bürünmesi onun yardımlaşma niteliğini ortadan kaldırmaz.

İkincisi, yardım ancak varlıkla mümkündür. Varlık az kişi elinde birikirse bunun yaratacağı gerilimi azaltmak için olanın olmayana düzenli bir kurala bağlı olmaksızın elindekinden vermesi anlamında doğrudan yardım iyi bir seçenektir. Bu, veren için koruma maliyetlerini azaltırken alanı olandan çatışma yoluyla pay elde etmenin risklerinden korumuş olur. Her iki taraf için de yararlıdır. Bu yolla paylaşım odaklı gerilim düşer, varlığın korunması ve devamlılığı kolaylaşır.

Üçüncüsü, varlığı geleceğe aktarmada bunu ihtiyaç fazlasını stoklamak yerine gelecekte üretim yapma kabiliyeti olan birileri üzerinden yapmak (şimdi onlara verip ileride onlardan geri almak) daha güvenli ve düşük maliyetli bir yöntemdir. Bu sebeple bugün birilerinin ihtiyacı olanı onlara verip gelecekte oluşacak ihtiyacı da onların üretiminden karşılamak dolaylı ama çok etkili bir yardımlaşma yöntemidir.

Dördüncüsü, bireyler arasındaki gerilimi azaltıcı bütün sosyal sistemlerde temel beklenti, bireylerin kendi işlerini karşılıklılık çerçevesinde kendilerinin görmesidir. Karşılığın beklendiği zamanın farklı olması (bugün, yarın veya ahirette) eylemin karşılıklılık niteliğini ortadan kaldırmaz. Nitekim dinî tavsiyelerde sık sık ve yoğun biçimde yapılan yardım çağrıları, birer karşılıksız yardım şeklinde değildir. İyi bir insan olarak kabul görmek için yapılan yardımların da karşılığı vardır, karşılığı yardım yapılandan değil en halis şekliyle Allah’tan beklemenin kendisi de açık bir “karşılık” beklentisi içerir. Allah rızası için adını kimsenin bilmemesi şartıyla yapılan yardımları, “karşılığı” olmayan faaliyetler grubuna katmak, onlara hak ettikleri değeri vermemek olur.

İnsan toplumları, yardımlaşmayı dolaylı hâle getiren ama özünde bireylerin birbirlerinin ihtiyaçlarını görecek etkili kurumsal yapılar oluşturuldukça (yetenek kazandıracak veya geliştirecek eğitim, uygun şartlarda kredi kullanma imkânı, yeterli imkânlar sunan emeklilik sistemleri, geçici kayıplarında destek olan işsizlik fonu, beklenmedik hastalıklarda tedavi imkânı sunan temel sağlık kurumları, süreğen engeller nedeniyle çalışamayanlara destek olan anonim yardım fonları vb.) insanlar arasında doğrudan yardım ilişkilerinin azaldığı görülmektedir. Bu, aynı insan topluluklarının geçmiştekilere göre birbirinin sorunlarını çözmede, birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermede, kısaca birbirlerine yardımcı olma bağlamında daha kötü durumda oldukları anlamına gelmez. Tersine her bireyin karşılıklılık çerçevesinde ihtiyaçlarını karşılama imkânı olduğunu gösterir.

Sonuç olarak, eskiden insanların doğrudan yardımı daha çok yapıyor olmaları, içinde yaşadıkları toplumsal sistemlerin bugünkülere göre gelişmişlik durumuyla alakalıdır. Bireylerin ihtiyaçlarını karşılıklılık çerçevesinde giderecek kurumsal yapılar geliştikçe, bireyden bireye doğrudan yardım ihtiyacının azaldığı doğru olmakla birlikte bu, o toplumun bireylerinin birbirleri için fayda oluşturma amaçlı gayret sarf etmesi anlamında yardımın azaldığı değil, dolaylı hâle geldiği ve daha görünmez olduğu anlamına gelmektedir.

Ömer Demir –

İş ve İmkânları Dengeli Dağıtmada Yardımın Rolü

Başka birilerine güvenerek bir işe koyulmadan sadece tek başına tüm ihtiyaçlarını karşılamak ancak çok minimal bir hayat tarzı için mümkün olabilir.

Birden çok kişinin birlikte yapmasının en temel şartı, önce karşılıklı güvenin sağlanmasıdır. Güven, her bir eyleme, muhatabının oluşmuş olan beklentilere uygun tepki vereceği inancıdır. Genellikle oluşumu uzun zaman alan bu inanç hâli olmadan hiçbir kalıcı ilişki tesis edilemez. Çünkü bir ilişkide kalıcılık, nüve olarak da olsa gelecekte olup biteceklere dair iyimser bir beklenti barındırır. Bu sebeple en küçük topluluk olan ve “karşılıksız”[1] ilişkilerin en yoğun olduğu ailede bile karşılıklı güvene dayalı bir bölümü yapmadan aile içi üretimin sağlıklı biçimde organize edilmesi mümkün değildir.

Bir sürecinde bölümü yapıldığında, aslında herkes işin bir ucundan tutmak yoluyla ilişki zincirinde yer alan bireyler birbirlerine “dengeli” biçimde “yardım” ederler. Burada dengeli ve yardım kavramlarına dikkat çekmemiz boşuna değil. Dengelilik, bünyesinde doğrudan veya dolaylı bir karşılıklılığı, yardım da kısa veya uzun dönemde fayda sağlamayı ifade eder. Faydanın kısa veya uzun vadeli yahut doğrudan veya dolaylı olması işin özünü değiştirmemekle birlikte nasıl algılandığında farklılıklara yol açabilir. Hem belirsiz bir gelecekte, başkaları tarafından karşılığı verileceğini umarak biri lehine fayda oluşturmak hem de bir bölümünde gönüllü olarak işin bir kenarından tutmak, karşılığı kesin olmasa da en azından pozitif olması umulan birer yardımlaşma tarzıdır. Umulan dememizin sebebi, işin içinde niyet, beklenti ve zaman farklılığı olması halinde çok arzu edilmesine rağmen kesinliğin sağlanması her zaman mümkün değildir.

Bir kamp ortamında balık avlayıp onları pişirerek birlikte yiyen iki kişi ve onlara eklenecek diğerleri üzerinden anlatmak istediklerimizi ayrıntılı biçimde örnekleyelim. Birisinin dere kenarında, suyun yolunu değiştirerek balıkların görülmesini ve yakalanmasını mümkün kılacak küçük havuzlar yaparken diğerinin de ormandan kuru odunları toplayıp ateş yakması ve sonunda balıkların pişirilmesi kampçılarımızın ortak işleri olsun. Buradaki bölümü, balıkları birlikte yakalayıp birlikte odunları toplayıp ateşi yakmak şeklinde de cereyan edebilir. Bu durumda aynı işin bölümlerini yaparken bölümü yapılmış olur. Yakalanan balıklar sadece iki kişinin bir öğünlük yemek ihtiyacını karşılayacak kadar ise daha sonra tüketmek için saklama sorunu olmayacak, bu iki kampçı her gün aynı işleri yaparak ancak günübirlik biçimde yaşayacaklardır. Bir ya da her ikisi hasta olduğunda yahut hava koşulları avlanmaya imkân vermediğinde maalesef aç kalacaklardır. İşe çıkmadıklarında aç kalmamaları için bir günlük ihtiyaçlarından daha fazlasını üretmeleri ve onu bir sonraki gün yenilebilecek biçimde saklamanın bir yolunu bulmaları gerekir.

Şimdi yan yana kamp kurmuş çok sayıda kampçının olduğunu düşünelim. Eğer hepsi aynı balıklardan ve sadece kendilerine yetecek kadar avlamışlarsa, pişirme usulleri de tıpatıp aynıysa aralarında “sen bana ver ben de sana, birbirimizinkinin tadına bakalım” kabilinden bir dostluk ilişkisine de fazla imkân olmayacaktır. Çünkü dostluk, içinde ilave yarar olan bir ilişki tarzıdır. Eğer birisi ızgara diğeri tavada kızartma yaparsa veya birisi tuz ve baharat katarak çiğ balık menüsü hazırlar ise nihai tüketilebilir ürün farklı olacağından komşular arasında değiş tokuş için makul bir sebep olacaktır. Ya da balıkların avlanma ve pişirilmesinde zaman farkı varsa, o da komşular arasında değiş tokuş için makul bir sebep oluşturabilir. “Bizimkisi şimdi pişti, sizinkisinin bir saati var, pişince biz de sizinkinin tadına bakarız” deyip komşuya bir tabak balık uzatıldığında burada ilave bir yarar oluşturma durumu vardır.[2] Başka türlü herkes kendi avladığını pişirip tüketecek, yardımlaşma sadece işleri yaparken aralarında bölümü yapan her bir kampçı ekip içinde gerçekleşecektir. Çünkü yardımın yapılmasına aracılık edecek üretim fazlası olmayacaktır. Başta demiştik yardım için elde verecek bir şeylerin olması gerekir.

Yandaki komşu kampçı, nasıl avlanılması gerektiğini bilmediği için aç kalma durumu ile karşılaşılırsa ona birkaç şekilde “yardım” edilebilir. İlk yol, avlanan balıklardan ona da verme yoludur. Eğer ilk kampçılarımızın her gün kendilerine yetecek ve komşuya da verecek kadar balık avlama imkânları varsa, bir kısmını komşuya vermek bir doğrudan yardım yoludur. Komşu, balık avlama işlerini tam bilmediği için avlanamıyorsa onu bir gün yanlarına alıp neler yapması gerektiğini ona öğretip uygulamalı bir eğitim de verilebilir. Bunun karşılığında hiçbir şey istenmemesi doğrudan bir yardım olur.[3]

Kendi başına avlanmayı bilmeyen komşuya eğitim verme yerine onu da bölümüne katarak iki kişilik ekibi üç kişi yapıp ona göre yeni bir bölümü oluşturarak av hasadı artırılabilirse, böylece her gün değil, iki günde bir avlanma yoluyla başka amaçla kullanılabilecek ilave boş zaman kazanılabilir. Her gün ava çıkılsa da bölümü nedeniyle avlanma zamanı düşürülebilir, günün geri kalan kısmında boş zaman oluşturulabilir veya gün içinde katlanılan av yorgunluğu azaltılabilir yahut av dışı diğer faaliyetlerde de bölümü yapılacağı için, örneğin yemek hazırlama için harcanacak süre daha kısaltılabilir. Yani üç kişi, iki kişiye göre daha etkili bir bölümü ve sonuçta daha fazla üretim yapabilir. Tamam da bunların “eskiden daha yardımseverdik şimdi ise yardım sevmez olduk” ile ne alakası var demeyin. Biraz sabır, çok alakası var, göreceğiz.

Kampta yan çadırdaki komşu ile olası ilişkilerde üç seçenek elde ettik. 1. Üretilenden komşu hakkı diyerek ona da pay vermek, 2. Nasıl avlanabileceğine dair eğitim verip kendi başına avlanıp karnını doyurmasına katkı sağlamak, 3. Onu da bölümüne katarak iki kişilik yerine her gün üç kişilik av yapmak ve birlikte pişirip yemek (bu sürece ve bölümüne katılamayacak kadar hasta, engelli, yaşlı veya çocuklar ise ayrı bir konu).

Örneğimizi yeni kampçılarla biraz daha genişletelim. Sol tarafımızda da birisinin kamp kurduğunu onun da avlanma ve pişirme konusunda kendi başının çaresine bakamadığını düşünelim. Sağdaki kampçıya yapıldığı gibi soldakine de yardım yapılabilir. Her ikisine ilk seçenek uyarlandığında (tutulan balıktan pay verildiğinde) asıl üretimi gerçekleştiren avcıya yeterince balık kalmayabilir, yani eldekinden her iki komşuya da verilirse avcılarımız güçsüz düşer ertesi gün ava çıkamaz hale gelebilirler. Bu sefer üç komşu da aç kalabilir. Bu yeni komşuyu da, bir gün yanlarına alıp nasıl avlanacağını öğretebilir veya ekibi dört kişi olarak yeniden örgütleyebilirler.[4] Dört kişi olunca daha etkili bir bölümü imkânı olabilir, daha önce olduğu gibi, üretim artışı, zaman tasarrufu veya daha az yorulma seçeneklerinden biri veya bir kaçı devreye girebilir.

Örneği biraz daha büyütelim. Her iki yanımıza onlarca kampçının yerleştiğini ve hepsinin durumunun aynı olduğunu düşünelim. Eğer aralarında karınlarını nasıl doyuracakları konusunda bir etkili üretim yöntemi üzerinde uzlaşamazlarsa doğrudan yardım ile sorunu çözmeleri mümkün değildir. Baştaki tanımı hatırlayalım, yardım için mutlaka verecek bir şeyler olmalıdır.

Şimdi geliyoruz kritik soruya: Bu üç seçenekten hangisi en muteber olanıdır? Yani, birilerinin üretim süreci dışında kalıp diğerlerinin onlara doğrudan yardım etmesi mi (birinci seçenek), eğitim ve çalışma sistemini herkesin üretime katılmasını sağlayacak biçimde tabana yaymak mı (ikinci seçenek), tek tek görme kabiliyetlerini etkili bir bölümü çerçevesinde birleştirip üretim artışı, zaman veya emek tasarrufu (aynı yemeği daha az yorularak ve daha az zaman harcayarak elde etmek) sağlamak mı?

Yardım dediğimizde aklımıza daha çok ilki geliyor. Hâlbuki diğerlerinde de komşu kampçıya yardım etmiş oluyoruz. İlkinde, hiç üretime katılmadığı halde ona az da olsa bir pay veriyoruz. İkincisinde yol yordam öğretip kendi başının çaresine bakacak hâle gelmesini sağlıyoruz; üçüncüsünde ise ona verip karşılığında üretimimize ortak ediyoruz. Dikkat edilirse son ikisi olmadığı durumlarda ilkine daha çok ihtiyaç olmaktadır. Eğer herkes kendi ihtiyacını karşılayacak biçimde üretim yapabilirse başkalarının üretime katkıda bulunmadan ve bulunmayı taahhüt etmeden pay alma anlamında doğrudan yardıma pek gerek olmayacaktır. Çok esaslı bir ihtiyacı karşılamayan komşular arasında “tadına bakma” kabilinden daha çok törensel değiş tokuşlar olacaktır.

Üretimin dengeli dağılmadığı yerde ortaya çıkan gerilimi gidermek için akla gelen ilk yol doğrudan yardımdır. Dolaylı yardımlar, bir arada yaşarken insanlar arasında ortaya çıkan potansiyel veya fiili gerilimleri gideremediğinde, doğrudan yardım hemen öne çıkmaktadır. Ancak bireyler arasındaki gerilim dolaylı yardım sistemleri ile çözüldüğünde doğrudan yardıma ihtiyaç azalmaktadır. Aslında biraz karmaşık olmasına rağmen dolaylı yardım süreçleri, bireylerin bir arada yaşamaları sırasında ortaya çıkan gerilimleri azaltmada daha iyi bir sorun çözme biçimidir. Bireylerin başta bugünkü ihtiyaçlarını karşılamaları olmak üzere birbirlerinin işlerini şimdi veya gelecekte makul bir karşılıkla yerine getirmelerini sağlayacak biçimde donanıma sahip olmaları ve bu donanıma sahip olunduğu varsayımına dayalı olarak kurumsal yapıların zayıf olduğu yerlerde “karşılıksız yardımın” teşvik edilmesi ve yüceltilmesi, eşitsizliklerin yol açacağı başta istikrarsızlık olmak üzere tehditleri bertaraf etme amacıyla yakından ilişkilidir. Kısaca doğrudan yardımın, hayatın rutininin bir parçası olmak yerine dolaylı yardım süreçlerinin iyi işlemediği ve sorun ürettiği yerde devreye girmesi beklenen istisnai bir durum olması daha makuldür.

Haftaya Devamı: Yardımsız Topluluk Oluşmaz Karşılıksız Yardım ile Kalıcı Çare Oluşturulamaz

[1] Hayırlı ve hayırsız ebeveyn veya evlat ilişkileri dikkate alındığında aile içindeki “karşılıksız” olarak kodlanan ilişkilerde de derin bir karşılıklılık beklentisinin bulunduğu görülebilir. Beklentinin uzun vadeli olması ve somut olarak dillendirilmemesi karşılıklılığı ortadan kaldırmaz.

[2] İktisat eğitimi almış olanlar hemen fark edeceklerdir ki aynı şekilde pişirilmiş aynı miktardaki bir tabak balık, yemeğin pişmesini bekleyenler için yemeğin sonuna doğru gelmiş olanlara göre (azalan fayda prensibi gereği) daha fazla fayda sağlar. Çünkü birisi açlık ihtiyacının yüksek olduğu bir evrede ikramı alırken diğeri doymak üzere iken aynı ikramı almaktadır. İkinciler için aynı balık daha az şiddetli bir açlık ihtiyacını gidermekte olduğu için daha az değerlidir.

[3] Komşu kampçıya balık tutmayı öğretmenin hiçbir karşılık beklemeden yapıldığı söylenemez. Eğer aç kalırsa sizin az olan balıklarınızı çalması, gücü yeteceğini düşünürse sizinle avladığınız balıklar için açıktan çatışmaya girmesi her zaman ihtimal dâhilindedir. Ne demiş atalarımız “aç köpek fırın deler”; “aç bıraksan hırsız, çok söylesen arsız olur”. Bunun modern politik versiyonu “boş tencerenin deviremediği hükümet yoktur”dur. Ayrıca hastalandığınızda, balık tutamadığınızda balık tutmayı öğrettiğiniz komşunun size balık vermesi veya bu komşunun açlıktan fenalaşma, hastalanma hatta ölmesine şahitlik etmenin üzerinizde yaratacağı olumsuz hislere muhatap olmama da küçümsenmeyecek bir karşılık olarak görülebilir. Kendini iyi hissetmek için yapılan yardım da kendi iyiliğini artırmaktır

[4] Burada üretimin kişi sayısı arttıkça artırılabilen ölçeğe göre sabit getiri özelliği varsayımı yapılmıştır. Gerçek hayatta durum hiç de öyle olmayabilir. Nihayetinde deredeki balıkların bir çoğalma hızı varsa ve bu ancak bir avcıyı besleyecek kadar günlük balık tutulmasına uygunsa bu işbirliği senaryosu tümüyle çöker. Kimse kimseye yardım etmez.