“EY OĞUL…” DEVRİ GEÇTİ EY OĞUL! (2)
Ömer Demir –
“Yazınızda, günümüzde ülke meselelerinde doğruyu tespit veya yanlıştan kaçınma konusunda “akil adamlar”ın tavsiyelerinin, yöneticilerin takdir yetkisini kullanırken göz önünde bulundurabileceği unsurlar olabileceğini, ancak bunların tek başına yeterli olmayacağını savunuyorsunuz.
Bu görüşün doğruluğuna katılıyorum. “Akil adamlar”ın tavsiyeleri, yöneticilerin karar verme sürecinde önemli bir rol oynayabilir. Ancak bu tavsiyeler, her zaman ve her durumda doğru ya da uygulanabilir olmayabilir.
Örneğin, bir “akil adam”ın, bir ekonomik krizin çözümü için düşük faiz ve yüksek enflasyon politikası önerdiğini düşünelim. Bu tavsiye, bireysel düzeyde makul ve geçerli olabilir. Ancak, toplumsal düzeyde, bu politikanın istenmeyen sonuçlara yol açması mümkündür.
Bu nedenle, “akil adamlar”ın tavsiyelerini, yöneticilerin takdir yetkisini kullanırken göz önünde bulundurması önemlidir. Ancak, bu tavsiyelere körü körüne bağlanmak yerine, mevcut koşullara ve olası sonuçlarına göre değerlendirerek karar vermek gerekir.
Yazınızda, “akil adamlar”ın tavsiyelerine duyulan aşırı güvenin, modern toplumların kurumsal yapılarını zayıflattığına da dikkat çekiyorsunuz.
Bu görüşün de doğruluğuna katılıyorum. Modern toplumlar, karmaşık toplumsal ilişkileri yönetmek için çeşitli kurumsal yapılar geliştirmişlerdir. Bu kurumlar, uzmanlık, bilgi ve deneyim birikimi ile karar süreçlerine katkıda bulunurlar.
“Akil adamlar”a duyulan aşırı güven, bu kurumsal yapıların işlevselliğini azaltabilir. Zira, “akil adamlar”ın tavsiyelerine fazlasıyla itibar eden yöneticiler, kurumsal yapıları devre dışı bırakabilirler.
Bu durum, karar süreçlerinde etkinliğin ve şeffaflığın azalmasına neden olabilir. Ayrıca, “akil adamlar”ın tavsiyelerinin hatalı olması durumunda, topluma daha fazla zarar verebilir.
Sonuç olarak, günümüzde ülke meselelerinde doğruyu tespit veya yanlıştan kaçınma konusunda “akil adamlar”ın tavsiyelerine duyulan aşırı güvenin, hem karar süreçlerinde etkinliği hem de toplumsal refahı olumsuz etkileyebileceğini düşünüyorum.
Bu sorunun çözümü için, modern toplumların kurumsal yapılarını güçlendirmek ve bu yapılara daha fazla yetki ve sorumluluk vermek gerekir. Ayrıca, “akil adamlar”ın tavsiyelerinin sınırlarını ve olası risklerini de dikkate almak önemlidir.”
Her Şeyi Bilen Akil Adam Yanılgısı
Önceki yazıda takdir yetkisi konusuna fazla ağırlık vermemizin sebebi, “akil adam”ların üst yöneticilerin takdir yetkilerini kullanırken onlara vereceği suflelerin bu yetkilerin etkili ve yerinde kullanılmasına hayati katkı sağlayacağına dair iyi niyetli beklentinin yanlış olduğunu göstermektir. Şöyle ki:
İlk olarak, takdir yetkisi kapsamına giren konularda doğru bilginin ve isabetli kararın ne olduğunu önceden kesin olarak bilen birilerinin olduğu varsayımı yanlıştır. Bu konularda belirsizlik daha yaygın bir durumdur. Onun için belirsizliğin etkilerini azaltacak karar süreçleri oluşturmak, “her şeyi bilen akil adam” arayışının önüne geçirilmelidir. Yani, en bilgili, en zeki, en akıllı, en ferasetli kişilerin seçilip her konuda “en uygun” kararları onların verebileceğini düşünmek yanıltıcıdır. Ne kadar parlak geçmişleri ve etkileyici karar envanterleri olursa olsun mutlak doğru bilgiye sahip olan bireylerin olabileceği ve onları bulup kararları onların vermesine terk eden yaklaşım, zihinsel konfor bakımından ne kadar cazip olursa olsun, kanaatimizce, sorunludur. Mutlak bilgiye hâkim birey varsayımı sadece sorunlu değil aynı zamanda, geri dönüşü imkânsız zararlara yol açma riski barındırması bakımından da çok tehlikelidir.
İkinci olarak, devlet düzeyinde alınan tüm kararların o toplumda yaşayan veya o toplumla ilişkileri olan tüm paydaşların lehine olması, sadece teoride geçerlidir. Yani 85 milyon sadece teoride kazanır. Pratikte her toplumsal olayda az veya çok “kazananlar” ve “kaybedenler” olur. Örneğin ucuz ve bol üretim, pahalı ve az üretim olan duruma göre genelde refah artışı getirse de, refaha geçiş süreci bile bir kısım bireylerin statü ve gelirlerini olumsuz etkiler, yani onlara kaybettirir. Bir ülkenin daha uygun maliyetleri nedeniyle ihracatını olumlu etkileyen dış partner değişimi, alışverişini azalttığı dost ülkenin aleyhine sonuçlar verir. Birbiri ile çatışan grupların çıkarlarını dengeleyen bir toplumsal düzenleme veya kararın net etkileri, çoğu zaman karar alındıktan sonra ve zamanla ortaya çıkar. Önceden kesin olarak bilinmesi mümkün olmaz. Bu sebeple toplumsal düzeyde “en uygun” kararın tek bir bileşiminden bahsedilemez.
Üçüncüsü, toplum ölçeği farklılaştıkça etkili kurumsal karar süreçleri de farklılaşır. Bu bağlamda modern devletin karar süreçleri hem kullandıkları bilgi ve deneyim birikimi hem de karar verme mekanizmaları bakımından küçük informel gruplardan büyük ölçüde farklılaşmıştır. Küçük informel gruplarda deneyimli, ferasetli ve birikimli bir akil kişinin tavsiyeleri işlevsel olduğu ölçüde makro siyasi kararlarda etkili olması, önceki maddelerde belirttiğimiz gerekçelerle mümkün olmaz. Çünkü olası makro düzenleme veya kararların etkilerinin neler olabileceğini bir iki kişinin kişisel tahmini ile belirlemenin büyük risk oluşturduğu gözlenmiştir. Bunun için yüzlerce ihtiyaca özel yeni karar düzenekleri ve kararları şekillendirecek kurumlar oluşturmak gerekmektedir.
Dördüncüsü, gücü ancak güç frenler. Güçlü liderler, özellikle kendi kararlarının doğru olmadığına dair tavsiyeleri dinlemeye karşı son derece isteksizdirler. Çünkü onları güçlü kılanın karar verme süreçlerindeki eşsiz başarıları olduğunu düşünürler. Başarılı oldukça liderlikleri güçlenir, güçlendikçe kendi çıkarımlarına daha fazla değer verilmesi gerektiği inançlarını pekiştirirler. “Siz yetki sahibisiniz, liderlik vasıflarına sahipsiniz ama biz sizden daha isabetli düşünüyoruz” mealindeki bir akil adam tutumu, muhtemelen muktedirlerin en sevmediği muamelelerden biridir. Nezaketen gülümseseler de içten içe bu tür yol göstermelere veya tavsiyelere kızarlar. Çünkü bunun açıkça yeteneklerinin küçümsenmesinin bir işareti olduğunu düşünürler. Onların gücünü ancak başka bir güç frenleyebilir. Yani güç ancak güç ile frenlenebilir, nasihat veya tavsiye ile değil. Bu sebeple toplumsal tabanı mobilize etme bakımından benzer gücü olmayanların söz ve tavsiyelerinin etkisi sınırlıdır.[2] Kuşkusuz gücün ahlak ile sınırlanması imkânsız değildir. Zira gücü ahlak sınırları içinde kullanma, yöneticilere meşruiyet kazandırır. Gücün kontrolünde umudu tamamen ahlaka bağlamak da ondan tamamen umudu kesmek de yanlış olur.
Şimdi bu söylediğimiz soyut gerekçelere somut kurumlar üzerinden bazı örnekler verelim.
İlk sorumuz şu olsun: Politik konularda hangi kararların ülke lehine hangilerinin aleyhine olacağı, bu kararların ilgili vatandaşlar üzerinde nasıl bir etkide bulunacağı konularındaki kararların alınmasında kimlerin tavsiyelerinin alınması uygundur? Modern siyasal toplum, bu soruya en uygun cevabın tek tek bu alanlarda uzmanlaşmış bilim insanları, dinî liderler veya süper zeki danışmanlar değil siyasi partiler tarafından verileceği sonucuna varmış, bu varsayıma göre kurumsal yapılanma gerçekleştirilmiştir.
Farklı siyasi partiler ülke gündemine dair konularda çözüm önerilerini ve bu işleri kimlerle yapacaklarına dair kadrolarını oluşturur toplumun karşısına çıkarlar. Bu süreçte parti lideri çok önemlidir zira toplum ilk aşamada oyunu partinin iyi bir lider seçme kabiliyetine verir. İsabetli bir lider seçemeyen parti mekanizmalarının ülkenin gündemine çok hâkim olunduğu ve önemli konularda isabetli kararlar vereceğine toplumu inandırması hayli zordur. Ancak siyasi partinin tek işlevi, toplum önüne bir lider sunmak olduğu fikri yanlıştır. Liderin kararlarını besleyen ve şekillendiren en uygun mekanizmanın tüm illerde ve ilçelerde örgütlenmiş olan parti teşkilatının olması beklenir. Bu teşkilatlar bir yandan partinin çözüm önerilerini tabana yayarken diğer yandan ülkenin her bir yerinin öncelikleri, duyarlılıkları ve tepki verme saikleri farklı olan kesimlerin hassasiyetlerinin en uygun formda parti politikası haline getirilmesine katkıda bulunurlar.
Tüm ilçelerde örgütlenmiş olan partinin ilçelerinden başlayarak politik kararların nasıl algılanacağı, oy davranışına nasıl yansıyacağı konusundaki tespitlerine güvenmeyip, ilçe veya köyler düzeyinde ayrıntılı bilgisi olması mümkün olmayacak, sınırlı gözlemlere dayalı bir danışmanın bu konularda daha isabetli olacağı beklentisi temelsizdir. Eğer ilçelerden süzülerek gelen kanaatlerin, ilçelerin bu konularda ehil ekiplerle kanaat tespiti yapacak kapasiteden yoksun oldukları gerekçesiyle “gerçek” durumu göstermeyeceği gerekçe gösterilecekse, bu siyasal konularda karar oluşturmada modern bir kurumun aslına uygun olarak tasarlanamadığı anlamına gelir. Yani siyasi konularda toplumun sinir uçlarını takip etme amacıyla kurulan parti teşkilatını bu işi yapmaya ehil kişilerden oluşturmayıp bu işi “keskin zekâsı ve güçlü siyasi feraseti” ile yapacak “akil adamlar” arayışına girmek karanlıkta kaldığı için kaybedileni aydınlıkta aramaktan farksızdır.
Kısaca siyasi liderleri neyin doğru neyin yanlış olduğuna ikna edecek en uygun makamlar, siyasi hareketi tasarlayan, planlayan ve kampanyaları gerçekleştiren parti teşkilatları olması beklenir. Bu kurumsal yapıların meşruiyet gerekçesi buradan gelir. Bu teşkilatları, sadece güçlü liderlerin talimatlarını sorgusuz sualsiz kabullenecek, zaten ferasetli fikir üretemeyecek, üretse de bir sonraki dönem listelere giremem kaygısı ile söyleyemeyen dirayetsiz kişilerden doldurup ardından bu işlevi yerine getirecek “akil adam” arayışına bel bağlamak isabetli bir yaklaşım değildir. Toplumu parlamentoda temsil edecek en iyi adayların kimler olacağını, ülke refahı için en uygun düzenlemelerin neler olacağını belirleme görevini yapamayan bir siyasi parti teşkilatının görevini hakkıyla yaptığı ancak buna rağmen parti liderinin neyi nasıl yapacağı konularında “akil adamların” tavsiyelerine kilit rol atfeden bir sistem tasarlamak, bu kurumsal yapılara dayalı politik bir sistem kurmanın mantığına aykırıdır.[3]
Benzer muhakemeyi yasal ve anayasal kurumların işlevleri konusunda da yapmak mümkündür. İş piyasasının nasıl bir seyir izleyeceği, eğitim kurumlarının kazandırdığı yetkinliklerin yeterli olup olmadığının tespiti için Mesleki Yeterlilik Kurumunun; üniversitelerin eğitim-öğretim sorunlarının tespiti ve olası düzenlemelerin neler olacağı konusunda YÖK’ün, firmalar arası rekabetin ülke ölçeğinde etkinliği konusunda Rekabet Kurumunun alanlarında ülkenin en “akil kurumları” olarak muamele görmesi beklenir. Zira sırf kendilerine çizilen alanda rahatça faaliyette bulunabilmeleri için yasal yetki, uygun vasıflı personel ve teçhizat ile tüm bunlar için gerekli mali kaynak ile donatılmışlardır. Bu kurumları şu veya bu gerekçe ile (ehil kişilerin yönetimde bulunmaması, zamanla köhneleşmeleri ve beklenen görevleri yapamaz hale gelmeleri, yeterli kaynak, mevzuat ve personele sahip olamamaları vb.) devre dışı tutup, kişisel gözlem, bilgi birikimi ve deneyimlerine dayanarak bazı “akil adamlara” bu işlevi yüklemek isabetli değildir. Zaten bütün bu kurumlar, bu işlerin birkaç kişinin fikrinin alınarak yapılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle kurulmuştur. Eğer kuruluş amacını gerçekleştirmeleri konusunda zafiyet varsa çözüm, onları devre dışı tutup karar süreçlerini “süper akıllı” danışmanlara emanet etmek değil, tespit edilen eksiklik veya zaafları gidererek sağlıklı karar verebilen kurumlar haline getirmektir. Ancak bunu yapabilen toplumlar “başarılı” toplumlardır. Başka yerlerde uzun uzun tartıştığımız üzere,[4] iyi insanların beklenen iyi işleri yapabilmeleri için iyi kurumlar ile desteklenmeleri gerekir. Aksi durumda hem sorununun kaynağını hem de nasıl çözüm bulunulabileceğini tespit etmek giderek zorlaşmaktadır.
Kısaca, içinde yaşadığımız dönemde karmaşık toplumsal ilişkilere yön verecek ve beklenen sonuçları ortaya çıkaracak karar süreçlerini oluşturmak için dünyanın muhtelif yerlerinde zaman içinde geliştirilen kurumsal yapılardan, ülke şartlarında en etkili olanları seçip (mümkünse mevcutlara yenilerini de ekleyerek) uyarlamak ve verimli biçimde çalışır hale getirmek yerine, daha çok bireysel yetkinliklere ve idealize edilen lider özelliklerine dayalı geleneksel karar süreçlerine umut bağlamak, sonunda hayal kırıklığı olacak büyük bir yanılgıdır. Bu konudaki yanılgıyı artıranın, her konuda en isabetli kararları verecek gerekli tüm erdemlere sahip melekvari karar vericiler tahayyül ederek onları bulup göreve getirmenin veya mevcut yetkililere danışman kılmanın, geniş kitlelere çok cazip bir yönetim şekli olarak görülmesidir. Kişilere takdir yetkisi tanıyan ama bu takdir yetkisinin etkin kullanımını sağlayacak kurumsal karar süreçlerinin ihdas edilmesinin önemine işaret ederken akademisyen, düşünür, yazar, fikir insanları, sanatçı, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, dini cemaat veya toplumsal kanaat önderlerinin yahut sıradan insanların doğru olduğunu düşündükleri görüş, öneri ve tavsiyelerini yöneticilerin duyması ve dikkate alması beklentisiyle kamuoyuna açıklamalarının gereksiz veya faydasız olduğunu asla söyleyemeyiz. Tersine her kesimin ne düşündüğünü kolayca ifade etmesine uygun ortamlar oluşturulmalı, hakaret içermeyen her türlü eleştirinin serbestçe yapılması teşvik edilmelidir. Lakin her bir alana özgü en uygun idari ve siyasi kararların alınmasına imkân sağlayacak gerekli karar süreçlerini oluşturmayıp, sadece üst düzey yöneticilere danışmanlıkla sorunların çözülmesini beklemek, insan tabiatına uygunluk bakımından çok doğal bir tutum olmakla birlikte hiç de gerçekçi değildir. Üstelik bu tür bireysel danışmanlıkların, tek ve sınırsız yetkili yöneticilerin olduğu toplumlarda daha çok işe yaraması beklenir. Hâlbuki günümüzde insanlar krala iyi danışmanlar seçme yerine bir kral oluşturmadan işleri yürütmenin daha etkili ve güvenli olduğunu keşfetmişlerdi. Demokrasinin yükselen değerler arasında yer almasının ana sebebi budur. Bu nedenle kanaatimizce “ey oğul…” dönemi artık geçmiştir. Eğer hâlâ bunun bir yararı olacağı düşünülüyorsa bu yazı bir “ey oğul devri geçmiştir ey oğul” seslenişi olarak görülebilir!
[1] Bu yazı Google’un Bard yapay zekâ programına 29.09.2023 tarihinde özetletilmiştir. Yapay zekâ özet metnine hiç dokunulmamıştır. https://bard.google.com/chat
[2] Bu aynı zamanda, “neden siyasi liderler bilim insanlarına değil de tarikat liderleri veya sanatçılara daha fazla kulak kabartıyorlar” sorusunun da cevabıdır. Birisi oy kaybı veya kazancı yoluyla iktidarın seyrini değiştirme gücüne sahipken diğeri doğru olanın muhafızlığını yapıyor olmaya güvenir. Doğru olanın yanında durmanın kazancı çok uzun vadede gerçekleşebilir. Gücün o kadar sabrı olmayabilir.
[3] Her zaman birey için zorlu bir iş olan karmaşık ve çoklu bilgileri yönetmek için istihdam edilecek danışmanları “akil adam” istihdamı kapsamda düşünmemek gerekir.
[4] https://www.sosyalbilimlervakfi.org/tr/2022/12/omer-demir-geri-kalmislik-uzerine-4-5-bireysel-iyilik-hali-toplumsal-iyiyi-getirir-mi/
Ömer Demir
ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümünden 1988’de lisans ve 1990’da yüksek lisans derecesi aldı. 1993 yılında Anadolu Üniversitesinde İktisat alanında doktorasını tamamladı, 1996’da doçent 2009’da profesör oldu. Üniversite dışında TÜİK, YÖK ve ÖSYM’de yönetici olarak çalıştı, TÜBİTAK bilim kurulunda görev yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde öğretim üyesi. İktisat metodolojisi ile iktisadın kurumsal yapılarla ilişkileri konusunda çalışmalar yapıyor.