ESKİDEN İNSANLAR DAHA ÇOK İYİLİKSEVER MİYDİ? (1)

Ömer Demir –

Değer yargıları içinde yardımseverlik en önemli sırayı alır. Dört yazıdan oluşan bu yazı dizisi, geçmişe göre yardımseverliğin azaldığı gözlemine dayalı değerlendirmeleri daha soğukkanlı bir zemine taşımayı amaçlamaktadır. Meramını kısa cümlelerle anlatamayanlar, konuyu iyi anlatma gerekçesine sığınarak uzun metinler yazarlar. Belki bir gün bu konuyu da yazı konusu yaparız ama şimdilik bu uzun yazı dizisi için okurlardan anlayış talebimizi sürdürüyoruz. Toplu topu 5.870 kelime, zaten 70’ı gitti! Geriye kaldı sadece 5.800.

Hafıza Sınırlı, Yanlı ve Seçicidir

Günümüzde elli yaşının üstündekilerin hayat tecrübeleri, birbirinden çok farklı, zaman zaman da taban tabana zıt en az iki dünyayı bir arada görmeye imkân verdiği için büyük çelişkilerle doludur. En kaba şekliyle yokluk ve varlık çoğunlukla birbirini takip eder, şimdi varlık içinde olanlar, çoğunlukla önceden görece yokluk çektiklerini anlatırlar. Bu sebeple heyecanla anlattıkları hayat hikâyelerinde, bu yokluk dönemine ait anılar daha fazla yer tutar.[1]

Bu yokluk dönemlerini istekle anlatmanın arkasında, bugünlere gelmek için harcanan emek, gösterilen çaba, gayret ve fedakârlığın yeni neslin nezdinde ıskalanma kaygısının ve buna bağlı olarak da bütün bunları hayatında bir araya getirmenin gerektirdiği takdirin gösterilmeme korkusunun yattığı söylenebilir. Kısaca bu anılarla “biz bu günlere öyle kolay gelmedik” mesajı verilmek istenir. Bu mesajlarda, yeni kuşaklara, içinde bulundukları rahat ortamın oluşması sürecinde çekilen zorlukların farkında olunması gerektiğini (ne işe yarayacaksa!) hissettirme arzusu baskındır.

Yine bu kesimden, tam tersine, önce var olduğu halde şimdi olmayan “ah nerede o eski günler” kapsamında bazı yakınmalar da duyulur sık sık. Bunlar arasında “Eskiden insanlık vardı, komşuya, akrabaya, yolda kalana, düşmüşe el uzatılır, menfaat beklentisi olmadan hal ve hatır sorulurdu. Mahallenin çocukları sadece kendi aile büyüklerine değil, tüm büyüklere hürmetkâr davranır, saygıda kusur etmezlerdi” şeklindeki yakınma, öne çıkan yakınmalardan en çok paylaşılanıdır denebilir.

Zihin araştırmaları kapsamında şunu artık çok iyi biliyoruz ki insanlar geçmişi, bugünü ve geleceği şimdiki konumları, eğilimleri ve beklentileri muvacehesinde kısmen “yanlı” tasavvur ederler. Bu yanlılığa büyük ölçüde hafıza da çanak tutar. Zira araştırmalar hafızanın tüm olup bitenleri kaydetme anlamında sınırlı, o sebeple de seçici ama daha çok insan varlığının devamını sağlamaya katkı sağlamaya dönük değer yükleme anlamında da yanlı olduğunu söylüyor. Yani olan her şey hatırlanmaz, bazıları olduğundan farklı kaydedilir, bunlar içinden seçilip hatırlananlara daha yüksek değer atfedilir. Tam da bu sebeple olup biteni “doğru” anlayabilmek için başta istatistik teknikleri, şimdilerde büyük veri ve yapay zekâ uygulamaları olmak üzere, bu eksiklik ve yanlılığı bertaraf etme amacıyla birçok bilimsel yöntem geliştirilmiştir.

Bu yazıda konumuz bunlar değil. Konumuz, eskiden insanların daha yardımsever olduğu düşüncesinin izini sürmek. Neredeyse dünyanın her yerinde art arda gelen kuşakların böylesine değer yüklü alanlarda zıt yönlere savrulması için yeterli gerekçeler olmadığı varsayımına dayalı olarak bu kuşağın iyilikseverlik konusunda yanlı olabileceğini söyleyerek yukarıdaki yakınmaların sebebini tam olarak anlamış olamayız. Bir nesil aynı konuda toptan yanılmayacağına göre (bunu garantileyen bir şey olmasa da) geçmiş ile bugün arasında bu konuda bir farklılığın olduğu ve bunun geçmiş lehine bir özlem yarattığı aşikâr duruyor. Bu durumu, dünyada daha az yaşayacak günü olanların geçmiş yaşantılarını idealize etmesinin doğal bir sonucu olarak görenler de olabilir. Bu, çok da yabana atılası bir yorum olmamakla beraber buna sığınarak da işin içinden kolay kolay çıkamayız. Geçmişe özlem, iyi insanların beyaz atlarına binerek gittiği, kötülerin sürekli çoğaldığı ve artık dünyanın bozulmaya (bu bozulma eskiden ahlak eksenli idi şimdi ise daha çok ekolojik düzen merkezli) doğru gittiğine dair yaygın kabul gören karamsar yaklaşımın cazibesi üzerine başka bir yazı yazmıştık.[2] Şimdi, sadece karamsarlığa övgü güdüsü ile açıklanamayacağını düşündüğümüz, geçmişte insanların daha yardımsever olduğu düşüncesinin niçin kök saldığının izini süreceğiz.

Öncekilerin Daha Yardımsever Olduğunu Bilmek İçin Kişisel Tecrübe Yeterli mi?

Öncelikle belirtmek gerekir ki, geçmişteki insanların şimdikilerden daha yardımsever olup olmadığı konusu üzerinde bir hüküm verilecekse, bunun tahmin veya kişisel gözlem yahut hislere değil, nesnel bir veriye dayalı olarak verilmesi gerekir. Neden veri gerekir konusunda, detayına girmeden en azından iki ana gerekçe söylemeliyiz. Birincisi, yukarıda ifade edildiği üzere hafıza insan hayatının devamını sağlamaya katkısı olacak olanları daha çok hatırlamaya eğilimlidir, yani yanlıdır. İkincisi, geçmişte hayatın olağan akışında hava gibi ancak olmadığında fark edilecek birçok gizli kurumsal yapıların[3] etkisiyle oluşan durumlar, insanda sebep sonuç ilişkileri oluşturacak biçimde bir bilinç üstü bilgi haline gelmeyebilir. Kan bağı, arkadaşlık, kan kardeşlik, komşuluk, vatandaşlık, kirvelik, töre, namus veya adam olmak biçiminde somutlaşan kurumsal yapılar, tıpkı örtük bilgi[4] kabilinden hayatın akışına olan etkilerinin farkında olunmaz, dolayısı ile de kolay kolay bireysel gözlemlerle rapor edilemezler.

Konumuz bağlamında ihtiyacı olana geçmişte kimler hangi yollarla nasıl yardımcı oluyordu, şimdi hangi yollarla oluyor konusunu net biçimde ortaya koyup arada fark olup olmadığı, varsa hangi dönemin lehine olduğunun karşılaştırılmasını, kişilerin sadece öznel tecrübelerine dayanmayan, kanıta dayalı nesnel biçimde yapılmadan geçmiş veya günümüz lehine bir yargıda bulunmak elbette isabetli olmaz. Ancak burada olayın bu veriye dayalı mukayesesi değil, başka bir yönü, yardımın değişen niteliği üzerinde duracağız. Bu sebeple konuyu tam anlayabilmek için yardım kavramını biraz açalım.

İnsan Diğerlerine Nasıl “Yardım” Eder?

Eskiden “çok” yardımsever olan insanların çocuk veya torunlarının şimdi daha “az” yardımsever oldukları yargısını analiz etmek için önce yardımseverliğin kökeni üzerinde biraz düşünmemiz faydalı olur. Burada “çok” ve “az”ı tırnak içinde yazmamızın sebebi, daha önce belirttiğimiz gibi, bunun ispata muhtaç bir yargı olduğuna işaret etmek içindir.

Yardım, en genel tanımı ile “kendi” güç ve imkânlarını, “başkalarının” yararına kullanmayı ifade eder.[5] Yardımın bin bir çeşidi vardır. Destek olma, kolaylaştırma, imkân sunma, fırsat verme, yol gösterme, bağışta bulunmanın her biri birer yardım çeşididir. Yardımın varlık nedenini anlamak için önce “niçin başkalarına yardım ederiz?” sorusu üzerinde biraz duralım. Doğal olarak bu soru, yardımın olumlu bir tutum, yardım etmenin de olumlu bir davranış olduğunu varsayar. Biz de bu varsayımı koruyoruz.

İlk adım olarak, başkalarına yardım edebilmek için neye sahip olmamız gerektiğine bakalım. Bu ifadeden, yardım edebilmenin bir “varlık” işi olduğunu hemen anlıyoruz. İster yol gösterme, nasihat etme, ister mal mülk, isterse cesaretlendirme kabilinden olsun yardım edecek olanda başkalarına verilebilecek bir şeylerin olması gerekir. Rahmetli babam “sağlıklıysan birinin elinden tutarsın, atın veya araban varsa birinin yükünü taşırsın, evin varsa birini misafir edersin, ekip biçtiğin varsa ondan verirsin, iyilik yapmak için her varlık bir imkân oluşturur” derdi. İyiliğin ortaya çıkabilmesi için kişinin bir şeylere sahip olması ve onu başkaları adına kullanması bir ön şart gibi görünüyor. İnsan niye elinde olanı sadece kendisi için kullanmak yerine başkaları için kullansın ki! En kritik soru bu. Bu soruya “insan olmak için” gibi genel yuvarlak cevaplar verilebilir. Ama niçin insan olma ile iyilik yapmanın bu kadar iç içe geçtiği üzerinde yine de düşünmek gerekir.

Burada konuyu üç yönden ele alacağız. İlk önce bugün sahip olunanın korunmasında, ikinci olarak onun geleceğe aktarılmasında üçüncü olarak da mevcut imkân ve yeteneklerin topluluk içinde dengeli dağıtılmasında yardımın rolüne bakacağız. Bu üç konudaki açıklamaların, eskiden daha mı çok yardımseverdik konusunda bir açıklama getireceğini umuyoruz. İlkinden başlayalım:

Sahip Olunanı Korumada Yardımın Rolü

“Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” diye bir atasözü vardır. Bu söz, herkesin yararlanmak istediğinden birkaç kişi yararlanır, diğerleri dışlanırsa orada ciddi çatışma çıkacağını ifade eder. Aynı ortamda yaşayan insanların karşılıklı olarak birbirlerinin sahip olduklarına saygı göstermesi, yani bu sahipliği meşru görmeleri, sahipliğin kendi durumlarına fiilen gerçekleşen veya algılanan katkısı ile yakından ilişkilidir. Başta sosyal, ekonomik, siyasal ve entelektüel miras ile çalışma olmak üzere sabır, sebat, şans vb. birçok faktörün etkisiyle insanların sahip oldukları şeyler, zamanla birbirinden farklılaşır. Bu farklılık arttıkça meşruiyet sorununa bağlı olarak kıskançlıklar ve sorgulamalar baş gösterir (sen de var ben de niye yok). Farklılığı kabul edilebilir kılan en düşük maliyetli yöntem, farklılığın taraflarca meşru görülmesini sağlayan değer yargılarıdır. Sonuçta farklılığı meşru görme, her iki tarafın birbirinin durumunu kabullenmeleri ile gerçekleşir. Bu kabullenme durumu birçok ön şarta bağlıdır. Bu şartlar içinde en önde gelen boyut, kuşkusuz bireyler arasındaki daha sonraki ilişkilerin durumudur. Mekân bakımından yakın veya uzak olmak, ilişkilerin doğrudan veya dolaylı olması ve birlikte daha uzun süre yaşama ihtimali, meşruiyet algısını farklılaştırır. Aynı ortamda veya uzun süreli ve istikrarlı ilişkiler uzun erimli yatırım gerektirir. Buna ileride değineceğiz.

Eğer elinde olan kişi, elinde olmayana yani mahrum kişiye bir miktarını verirse, bu takdirde onun gözünde sahipliğinin meşruiyetinde artış olur. İlişkilerin kökeninde yer alan ve büyük ölçüde meşruiyeti sağlayan karşılıklılık ilkesi gereği, yardım alan bunun karşılığını yardım verenin sahipliğini meşru görerek yerine getirir. Farklılığı ve başkalarının sahipliğini meşru görmek özünde bir karşılıklılık ilişkisidir. Bu sebeple elinde olan olmayana ne kadar çok yardım ederse, elindekilere sahip olmanın meşruiyetini o ölçüde artırır. Olanda gözü olmayanın sayısı arttıkça var olanı korumak kolaylaşır, dolayısıyla sahipliği gayrı meşru görenlerin sayısı veya görme şiddetini azaltmak, onu koruma maliyetlerini büyük ölçüde düşürür. Zira meşru görülemeyen varlıklar, el konma, yağmalanma veya çalınmaya daha açık hale gelir. Onları korumak için artık fiili engel oluşturmak (depo yapmak, sur yapmak, sınır oluşturmak ve sınırları korumak, vb.) veya fiziksel güç kullanmak (bekçi, özel koruma, polis, asker bulundurmak vb.) icap eder. Güç kullanımının her türünün bir bedeli vardır. Üstelik korumayı tek başına gerçekleştirmek çoğu zaman mümkün değildir. O sebeple güç kullanımı için de birileri ile birliği yapmak gerekecektir.

Kısaca, yardım süreçlerinde örtük veya açık bir karşılıklılık söz konusudur. Yardımı kendi güç ve imkânlarını başkaları lehine kullanma olarak tanımlamıştık. Başkaları lehine olanın kişinin aleyhine olması durumunda yardımın gerekçelendirilmesi hayli zordur. Örneğin sizi öldürecek birinin mermisi bittiğinde ona mermi vererek yardım etmezsiniz ama sizi öldürmek isteyen kişinin mermisi bittiğinde açlıktan ölmemesi için yiyecek verip veya onu tedavi edip hayatta kalmasını sağlayarak ona yardım edebilirsiniz. Birincide (kurşun vermede) yardımın size zararı açık iken ikincide (yemek verme veya tedavi ederek yaşamasını sağlamada) size zarar verip vermemesi en azından o an için belirsizdir. Yemek verirken veya tedavi ederken size sinsice zarar verme veya iyileştiğinde tekrar size saldırma ihtimalinin (hele yardımdan sonra) düşük olması, hatta bu davranışınızın sonunda karşı tarafta oluşacak minnettin size olumlu yansıması ihtimalinin de yüksek olması beklentisi belirleyici olabilir. Belki yardım, tam da bunu sağlamaya dönük iyi bir stratejidir.

İlk sonucumuz, yardım yapılacak kişinin yardım edene zarar verme kabiliyetinin düşük olması beklenir. İkincisi, yardım edilenin, sırf bu yardım nedeniyle, yardım edene zarar verme eğiliminde azalma ortaya çıkacaktır. Zira yardım, olmayanın olanda kendi lehine hak talep etme iddiasını zayıflatır. Olmayana verilenin olandakine göz dikmeyi engellediği ölçüde eldekini koruma maliyetleri düşer. Maliyet azaltıcı seçenekler her zaman tercihe şayandır.

Dolayısı ile yardım sadece edilene değil edene de şimdi veya gelecekte büyük “fayda” sağlar. Yani “az sadaka çok belayı def eder”. Bu sebeple tüm tarih boyunca varlıklı insanların olmayanlara bol ikramda bulunması takdir edilen ve yaygın kabul gören bir uygulamadır. Çünkü bu şekilde doğrudan yardım her iki tarafın da yararına, sonuçta birlikte yaşamayı kolaylaştıran ve sonuçları hemen alınabilecek bir uygulamadır.

Haftaya Devamı: Elde Olanı Sonraya Aktarmada Yardımın İşlevi.

[1] Doğal olarak bütün insanlardaki geçmiş tasavvuru konusunda tek bir bakışın geçerli olduğu söylenemez. Mega şehirlerdeki apartmanlarda, küçük kentlerde veya kasaba ve köylerde, gecekondularda, feodal dönemde, sanayileşme döneminde, dijital devrim zamanında yaşayanın geçmiş, iyi ve kötü algısı farklı olabilir. Ayrıca yaşadığı dönemde kişinin toplumsal sınıfının ne olduğu da (köle/fakir/din adamı/asker/yönetici/komutan/er/zengin/aristokrat/hanedan üyesi vs.) geçmişe dair iyi ve kötü algısının farklılaşmasına yol açabilir. Bu sebeple buradaki analiz belirtildiği şekliyle bir önceki kuşakla birlikte yaşayıp kendi hayatı içinde iki dönem mukayesesini geçmişte olan lehine değerlendirenler için geçerli olabilir.

[2] https://www.sosyalbilimlervakfi.org/tr/2021/11/batsin-bu-dunya-kasvetli-olmak-nicin-bu-kadar-havali/

[3] Gizli kurumsal yapı ile kendisini saklayan gizli örgütler değil etkilerinin ortaya çıkması bilince ihtiyaç olmayan düzenli anlayış, inanç ve değerler kastedilmektedir.

[4] Örtük bilgi, kişinin kullandığı ama sözlü ve yazılı olarak kolayca ifade edemediği hatta bazen bildiğinin farkında olmadığı daha çok deneyim ile elde edilen (yürümek, konuşmak, yüzmek, anlamak, şiir yazmak, bir notayı dillendirmek, müzik aletini çalmak, makine ve aletleri kullanmak gibi) bilgidir.

[5] “Kendi ve başkalarının sınırları nereden başlar nerede biter”, çok karışık bir durumdur o sebeple oraya hiç girmiyoruz.

Ömer Demir
+ diğer makaleler

ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümünden 1988’de lisans ve 1990’da yüksek lisans derecesi aldı. 1993 yılında Anadolu Üniversitesinde İktisat alanında doktorasını tamamladı, 1996’da doçent 2009’da profesör oldu. Üniversite dışında TÜİK, YÖK ve ÖSYM’de yönetici olarak çalıştı, TÜBİTAK bilim kurulunda görev yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde öğretim üyesi. İktisat metodolojisi ile iktisadın kurumsal yapılarla ilişkileri konusunda çalışmalar yapıyor.