Mustafa Acar –

“Istanbul Network for Liberty” (İstanbul Özgürlük Ağı) adıyla 2011 yılında, dinî, ekonomik ve siyasi özgürlük gibi evrensel değerlerin İslam ile uyumlu olduğunu göstermek amacıyla araştırmacıları, akademisyenleri ve aydınları bir araya getirmek için, bu satırların yazarının da aralarında bulunduğu bir grup aydın, akademisyen ve aktivist tarafından kurulan, daha sonra Islam & Liberty Network (İslam ve Özgürlük Ağı) olarak adı değiştirilen 9. ILN Mardin Konferansı vesilesiyle 27-29 Ekim 2022 tarihlerinde Mardin’de bulunduk. Önceki iki yazıda ILN ve Konferansta sunduğum bildiri çerçevesinde bazı hususları ifade ettim. Mardin gibi bir şehirde bulunup da Mardin’i yazmamak olmayacağından bu yazıda da biraz Mardin’i anlatmaya çalışacağım.

Mardin, kelimenin tam anlamıyla bir kültürler, diller ve dinler mozaiği. Dünyada gerçek anlamda çok-kültürlü, çok-dilli, çok-dinli, çok-etnik-kökenli bir şehir arıyorsanız, Mardin’i mutlaka görmelisiniz. Farklı tarihsel dönemleri yansıtan tarihi eserler, mimari yapılar, farklı dili konuşan, farklı dinlere ve mezheplere mensup insanları bir arada barış içinde yaşar durumda görebileceğiniz bir kent olarak Anadolu’nun (yakın geçmişte depremin vurduğu Hatay ile birlikte) en ilginç şehri olan Mardin, dünyada da türünün nadir örneklerinden biridir. İslam, Hristiyanlık, Musevilik Mardin’de bir arada, yan yanadır; yine bu dinlerin de kendi içinde çeşitli mezhepleri vardır: Sünnilik, Alevilik, Ortodoksluk, Katoliklik, Nusayrilik, Ezidilik, Süryanilik, … Bitti mi, bitmedi: Türkçe, Arapça, Kürtçe, Süryanice Mardin’de bugün de yaşayan, konuşulan, iletişim kurulan dillerdir. İşte Mardin yüzyıllardır bu üç din ve dört dilin, farklı kültürlerin yan-yana, iç-içe, bir arada barış içinde yaşamayı başardığı, örnek bir şehirdir. Mardin’in dar sokaklarında dolaşırken insan adeta tarih içinde bir yolculuğa çıkmakta, çok eski zamanlara gidip gidip gelmektedir. Şehir ve yakın çevresinde Roma, Bizans ve İslam uygarlığından, Asurlular, Selçuklular ve Osmanlılar döneminden kalma çok sayıda eserler görmek mümkündür.

Mardin’in gezmeye görmeye, ziyaret edip soluklanmaya değer pek çok tarihi-turistik yeri var kuşkusuz. Ama bunlar içinde özellikle zikretmeye değer olanları Kasımiye Medresesi, Deyrulzafaran Manastırı, Mardin Kalesi, Ulu Cami, Savurkapı Medresesi ve Sabancı Müzesi olarak sıralanabilir. Kasımiye Medresesindeki[1] insan hayatının beş evresini (bebeklik, çocukluk, gençlik, yaşlılık ve ölüm sonrası) temsil eden havuzun bulunduğu Havuzlu Avlu gerçekten ilginç, görmeye ve üzerinde düşünmeye değer. Hepimiz başkalarının elimizden tuttuğu bir bebeklik ve çocukluktan sonra kabımıza sığamadığımız bir delikanlılık çağı yaşıyor, yaşlılığımızda dinginleşip yavaşlıyor, sonra da “Bütün canlar ölümü tadacaktır” İlahi düsturu gereğince, zamanı gelince öteki âleme irtihal ediyoruz… Kasımiye Medresesinden güneye doğru önünüzde uzanıp giden uçsuz bucaksız Mezopotamya Ovasının seyrine doyum olmuyor. Medreseyi gezerken külliyenin odacıklarından birinde Artuklu Üniversitesinden hat sanatıyla ilgilenen bir hocayla tanıştık. Hoşbeşten sonra biraz muhabbet ettik, hemen oracıkta bir karton üzerine o maharetli elleriyle kaligrafik olarak, kendi mührünü de bir köşeye basmayı da ihmal etmeden, “Prof. Dr. Mustafa Acar” yazdı ve hediye etti; para teklif ettim almadı. Büyük bir alicenaplık ve misafirperverlik örneği göstererek verdiği bu hediyeyi, benim için değerli bir hatıra olarak şimdi odamda saklıyorum.

Kafile olarak gezi programı kapsamında Mardin’in önemli dinî mekânlarından Deyrulzafaran[2] Manastırını da ziyaret ettik. Mardin’de kayda değer bir nüfusa sahip Süryanilerin en önemli dinî merkezi olan manastır hem bir dinî mabet, hem de turistlerin gezip görebileceği yarı müze niteliğinde. Manastır yetkilisi Metropolit/Papaz Efendi kafilemizi sıcak bir şekilde karşıladı, makamında ağırladı. Burada kendisiyle manastırın tarihsel geçmişi, misyonu ve sunduğu hizmetler üzerine bir saate yakın süren bir sohbetimiz oldu. Söylediklerine göre bu manastır ve Mardin, Hristiyanlığın tarihinde Antakya kadar önemli bir merkez rolü oynamış, dinî inançlar ve ritüellerin korunmasına katkıda bulunmuş.

Yine Mardin gezimiz bağlamında mutlaka anmam gereken yerlerden biri de, Leyli Konağı. Mardin’in tarihi önemi olan, meşhur mekânlarından biri burası, bir restoran. İnsanların ailece canlı müzik eşliğinde karnını doyurabileceği nezih bir mekân. Sunumlar yapıldıktan, bilimsel etkinlik tamamlandıktan sonra biz de kafiledeki dostlarla birlikte bir akşam yemeğinde Leyli Konağı’nda buluştuk; canlı müzik ekibinden, bir değil iki değil üç değil, tam dört dilde birbirinden güzel şarkılar ve türküler dinledik. Tam anlamıyla bir müzik ziyafetiydi bu: Anadolu mozaiğini yansıtırcasına Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Süryanice şarkılar, dinleyenleri eskilerin tabiriyle mest etti. Müzik ekibinin şefi ve sözcüsü arada bir program kapsamında söyledikleri şarkılar ve türkülerin öyküsünü de anlattı, her birinin kulak vermeye değer bir öyküsü vardı. Urfa’nın meşhur “sıra geceleri”ni andırır bir öyküsü var konağın ve konaktaki icraatın. Yıllardır her akşam bu icraatı yapıyor, dört dilde şarkılar söylüyorlarmış. Yaptıkları işin çok kültürlülük bilincine yaptığı katkının da çok iyi farkındalar. Bu ülkede bir dönem Kürtçe konuşmanın bir bölünme sebebi olarak görülüp onlarca yıl yasaklanmış olduğu gerçeği dikkate alındığında, Mardin’de Leyli Konağında, aynı mekânda farklı anadilleri konuşan kozmopolit bir dinleyiciler kompozisyonuna dört dilde müzik ziyafeti gerçekten çok manidar, takdire değer bir hizmetti. Bu arada yine müzik korosunun şefinden bizim Türkçe’de herkesin dilinde olan (mesela Kâtibim/Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur) bazı popüler şarkıların aslında Arapça ya da Kürtçe kökenli olduklarını duymak da ilginçti.

Mardin’in yöresel lezzetleri arasında kaburga dolması, dobo, zırh kebabı, ırok, ıkbebet, işkembe dolması ve sembusek var; bunların bir kısmını uğradığımız lokantalarda tatma imkânı bulduk. Eve dönüş zamanı yaklaşınca, bir yandan Mardin’in dar sokaklarını arşınlar, tarihi mekânlarını ziyaret ederken, bir yandan da eve ve sevdiklerimize ne götürelim diye sorduk. En başta buzdolaplarına yapıştırılabilecek, Mardin’in tarihi ve turistik yerlerini resmeden envai çeşit magnetler zaten elde bir, olmazsa olmaz. Yine bu bağlamda sayılabilecek çok sayıda yiyecek ve süs eşyası da var. Ama tavsiyeler arasında Mardin deyince akla gelecek, eve veya sevdiklerinize hediye olarak götürülebilecek üç ürün özellikle öne çıkıyor: Badem şekeri, dibek kahvesi ve bıttım sabunu. Biz de bunlardan birer ikişer kg. ya da paket alıp çantamıza koyduk, dönüşte bizimle beraber eve getirdik. Magnetleri dağıttık, badem şekerini dostlarla beraber çoktan yedik bitirdik; hatta bıttım sabunu da çoktan bitti; ama dibek kahvesi hâlâ var, eve gelen dostlara ikram ediyoruz.

Mardin’de bendenizi bekleyen bir sürpriz de, beni gıyabımda tanıyan, adımı duymuş, hatta bazı kitap, makale veya çevirilerimi okumuş ama daha önce yüz yüze görüşmediğimiz bazı sevgili gençlerle tanışmaktı. Artuklu Üniversitesi öğrencisi, çeşitli bölümlerde okuyan öğrencilerle sunum aralarında, ama daha çok da şehir gezisi sırasında ve yemekte sohbet ettik, şakalaştık. Sağ olsunlar, yaptıkları iltifatlarla beni duygulandırdılar. Akademisyenlik mesleğini cazip kılan taraflarından biri de bu: Verdiğiniz eserlerle, derslerle, konferans ve yaptığınız konuşmalarla bazılarını sınıfta tanıdığınız, bazılarını ise hiç tanımadığınız, uzak diyarlardan insanlara doğrudan veya dolaylı olarak ulaşabilme, onların zihin dünyasına dâhil olabilme, hayatlarına dokunabilme imkânı vermesi.

Mardin güzel bir şehir ama sadece evleri, yemekleri ve tarihi mekânlarıyla turistik olarak güzel değil. Uzun yıllar farklılıkların bir arada, yan yana birbirine sahip çıkarak nasıl yaşadığına da güzel bir örnek. Günümüzün en önemli değerlerinden olan farklılıklara saygı ve özgürlükleri koruyan uygulamaların kalıcı tarihsel izleri üzerinde bulunmak geleceğe dair umut verici. Bu değerleri koruyanların kazançlarıyla koruyamayanların kayıplarını düşünmek, konuşmak ve tartışmak için de güzel bir mekân. Ülkemizin sınırları içinde olması da büyük bir şans bizim için. Henüz gidip görmeyenler acele edin lütfen!

Resim 1: 9. ILN Mardin Konferansı Katılımcıları Toplu Halde, Mardin, 27-29 Ekim 2022.

[1] https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/mardin/gezilecekyer/kasimiye-medresesi

[2] https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/mardin/gezilecekyer/deyrulzafaran-manastiri

Beşir Atalay –

 

Türkiye yeni bir büyük seçim arifesinde. İnşallah sonuç ülkemiz ve toplumumuz için hayırlı olur.

Yoğun şekilde seçim kampanyaları devam ederken, bir yandan da çok sayıda araştırma şirketi kamuoyu yoklamaları yapıyor, sonuçlarını yayınlıyor. Son dönemlerde ülkemizde araştırma kuruluşları ve seçmen nabzını tutmaya çalışan araştırmalar seçimlerin önemli bir unsuru haline gelmiştir. Hem siyasi aktörler kendi durumlarını öğrenmek isterler, böylece kampanyalarına yön verirler, hem de seçim dönemi bu kuruluşların ciddi bir piyasası oluşur. Hatta, seçimlere yakın dönemlere mahsus yeni bazı araştırma şirketlerinin isimlerini duyarsınız. Özellikle, 14 Mayıs 2023 seçimleri öncesi, seçim araştırmalarının daha da yoğunlaştığını görüyoruz.

Hem zamanında böyle bir kuruluşun yöneticiliğini yapan, hem daha sonra siyaset içinde seçim kampanyası stratejileri yürüten birisi olarak bu ortamı yakından izliyor, seçim kampanyalarının ruhunu okumaya çalışıyorum, kampanyaların kalitesini değerlendiriyorum, kamuoyuna yansıyan veya bana ulaşan araştırma sonuçlarını gözden geçiriyorum. Şu ana kadar bana ulaşan yedi kuruluşun Cumhurbaşkanlığı Seçimi için son tahminlerine bakıyorum. Birisi tek başına, ikisi bir benzerlik, diğer dördü ise başka bir benzerlik gösteriyor. Tabii bunlar bu araştırma kuruluşlarının 2023 karneleri olacak.

Bu vesile ile uzak geçmişten bir anı ile de bu atmosfere katılmak istedim.

Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi ANAR’ı 1998 yılında, Ankara’da bir düşünce kuruluşu olarak kurmuştuk. 28 Şubat sürecinin hasarları içinde, fakat yine dipdiri bir ruhla, dostlarımızla sorunlarımızı düşünmek, gelecek için çalışmalar yapmak üzere böyle bir platformu oluşturmuştuk. 28 Şubat döneminde Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünden alındıktan sonra, böyle bir düşünce kuruluşunun koordinatörlüğünü yürütüyordum. İşin başında geniş bir istişare heyeti oluşturduk, profesyonel bir çalışma planı ile işe başladık. Gerçekten, ANAR kısa sürede Ankara’da etkili bir düşünce platformu haline geldi. Başkentin sosyal, siyasal ve düşünce hayatında önemli bir merkez oldu. Akademik kesimin büyük ilgisi oldu, önemli analizler ve çalışmalar yapıldı. Siyasetin içindeki arkadaşlarımızın da ilgisinini çeken bir merkez haline geldi, yapılan çalışmalardan herkes değişik ölçüde yararlandı. Bu bağlamda ANAR’ın, 28 Şubat süreci sonrası oluşan atmosferin geçiş döneminde Ankara’da, en önemli düşünce üssü görevini gördüğü söylenebilir. Araştırmaların bir kısmı kamuoyuna açıklanır bir kısmı da sadece ilgililere sunulacak biçimde hizmete özel yapılırdı. Yurt içi yanısıra yabancı misyon temsilcileri de, bizden randevu alarak görüşmeye gelir, ürettiğimiz analizlerden faydalanmak isterlerdi.

ANAR’da bir çok toplumsal araştırma planladık. Kamuoyu yoklamalarımızda, alan araştırmalarımızda makro bakışları öne aldık; güncel konular yanında toplumsal değerler boyutunu önemsedik, her araştırmamızda değerler sisteminin bir boyutunu gündeme aldık, değerler sistemindeki değişimleri inceledik. 28 Şubat darbe sürecinin en önemli ayağı görevini gören medya araştırmaları ile medyayı irdeledik. Parlamento tarihimizde ilk defa, TBMM Başkanlığından izin alarak parlamento araştırması yaptık, siyaset sistemimizi irdeledik. O dönem milletvekillerinin katılımı ile yürütülen araştırmamızın sonuçlarını, yine o dönem çok etkili bir platform olan, Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programında iki hafta peş peşe, Ulus’taki eski tarihi Meclis binasında, TBMM’deki bütün siyasi partilerin grup başkan vekillerinin katılımı ile tartıştık. Programda araştırmanın sonuçlarını, kritik verileri anlattım, M. Ali Birand sorular yöneltti, siyasi parti temsilcileri tartıştılar.

İstişare heyetimizle bir toplantımızda aylık bir “Türkiye Gündemi” araştırması gündeme geldi, üzerinde konuştuk ve kabul gördü. 1998 yılının sonbaharında aylık “Türkiye Gündemi” araştırması yapmaya başladık. Türkiye’nin gündeminde hangi konular öne çıkıyorsa o konularda toplumun görüşünü almayı, toplumun nabzını tutmayı hedefledik. Ayrıca, her aylık gündem araştırmamıza bir ana konuyu dahil ettik. Tabii olarak, birçok yan konu mahiyetinde siyasi tutum ve tercihleri de bu araştırmalarda konu edindik. Sadece siyasi tutumlar değil, sosyal değişme analizleri açısından durulan yer, konum, düşünce, inanç, ideoloji gibi daha derinlikli tespitleri de hedefledik.

Türkiye’de ilk defa yapılan aylık gündem araştırması büyük ilgi gördü. Düzenli takip edenler nezdinde araştırma sonuçlarımıza büyük bir güven oluştu. Biz de o güveni korumak ve sürdürmek için çok büyük hassasiyet ve dikkat gösterdik. Bu araştırmalar üzerine kurduğumuz toplumsal analizlerimiz dikkat çekti. Değerler, ideoloji, siyasi tutum gibi unsurlar açısından araştırma sonuçlarına siyaset kesiminin ilgisi çok arttı. Siyasi partilerin genel başkanları düzenli olarak araştırmalarımızı talep eder oldular, büyük güven duydular.

Araştırmalarımızı, birlikte plânladığımız ve titizlikle uyguladığımızı geniş bir genç akademisyen ekibimiz vardı. Araştırmaları daha önce Kırıkkale Üniversitesinde birlikte çalıştığımız, sosyal bilim dallarındaki öğretim elemanları ile birlikte yürütüyorduk. Ömer Demir, Metin Toprak, Ömer Çaha, İbrahim Dalmış ve Ertan Aydın bu arkadaşlarımızdandır. Özer Sencar ve Murat Karan ilk başta ANAR’ın idari  işlerinde görev aldılar ve daha sonra kendi araştırma kuruluşlarını kurarak sektörde söz sahibi oldular. Bu bağlamda ANAR yeni bir alan olarak, bir çok genç arkadaşımızın bu konularda yetişmesi ve tecrübe kazanmasına da vesile olmuştur. Ben siyasi hayata geçtikten sonra, bu arkadaşlarımız bu alanda yeni kuruluşlar kurmuşlardır. Şu anda faaliyette olan ve yolu ANAR’dan geçmiş kişilerin yürüttüğü bir çok araştırma kuruluşu mevcuttur.

Türkiye’de siyasi tercih araştırmaları genelde seçim dönemlerinde yapılır, bu dönemlerde bazen yeni araştırma kuruluşları ortaya çıkar, spekülasyonların yapıldığı da olur, çok tartışmalı bir ortam oluşur. Seçim bitikten sonra da bu araştırma kuruluşlarının verileri çok tartışılmıştır. ANAR olarak biz ilk defa, seçim döneminden de önce siyasi tutumları aylık “Türkiye Gündemi” ile izlediğimiz için, gelişme ve değişme trendini de çok iyi takip ediyorduk. Bizim araştırmalarımızda ana gayemiz ve hedefimiz siyasi tercihleri izlemek değildi, daha geniş toplumsal konulara bakıyorduk, ancak seçim dönemi yaklaştıkça siyaset gündeminin öne çıkması da doğaldı.

Nakletmek istediğim anıma gelince; bu 2002 yılı 3 Kasım Genel Seçimleri öncesine aittir. Türkiye yine önemli bir seçim arefesinde idi ve ANAR olarak biz de seçim dönemini daha dikkatli şekilde çalışıyorduk. Araştırmalarımızın periyodunu haftalığa çevirdik, ki genelde seçim dönemi böyle olur, seçmen tutumunu öğrenmek ve ölçmek için çok hassas yöntemler uyguluyorduk. Ben o seçimde yakın dostlarımızın talebi ile ilk defa siyasete adım attım, AK Partiden Ankara 2. Bölgeden milletvekili adayı oldum. Hem seçim kampanyasına katkı veriyor, Partimizin Seçim Beyannamesi çalışmasını yürütüyorduk, hem de araştırma çalışmalarımıza devam ediyorduk.

Türkiye’de ismi duyulan veya bilinen fazla araştırma kuruluşu da yoktu; Tarhan Beylerin KONDA kuruluşu ve Selim Beylerin PİAR kuruluşu vardı, onlarla da irtibatlarımız oluyordu. Genel olarak araştırmalarımızda o dönemde koalisyon ortağı olan DSP, ANAP ve MHP’nin yüzde on barajını geçemeyeceği, muhalefette olan Sadet Partisinin de barajı geçemeyeceği, yine muhalefette olan DYP ve Genç Partinin de barajın sınırlarında olduğunu tespit ediyorduk. Yani, Meclis iki partili olacak şekilde öngörülüyordu: AK Parti ve CHP.

31 Ekim 2002, Perşembe günü son alan araştırmamızın sonuçları çıktı, önümüze geldi, Ömer Demir ve İbrahim Dalmış’la üçümüz son değerlendirmeleri yaptık. Son araştırma ve son değerlendirmeler araştırma kuruluşları ve araştırmacılar için çok önemlidir, bir anlamda aynı zamanda seçim dönemi karneleridir. Biz de bütün metodolojik hassasiyetimizle ve özenimizle, seçim sonuçlarına en yakın tahminleri yapmak istiyoruz. Son araştırmamızın sonuçları da yukarıda ifade ettiğimiz tabloyu gösteriyordu. Yani, DSP, MHP, ANAP, Sadet ve Genç Parti barajı geçemiyor, DYP tam sınırda, yüzde 9-10 civarında, AK Parti ve CHP Meclise giriyor görünüyordu.

AK Parti ve CHP’nin oy oranlarına gelince; önümüzdeki bu seçim döneminin son araştırmasında AK Parti: yüzde 34.0, CHP: yüzde 22.0 olarak çıkıyordu. Bunlar üzerinden ve son periyodik araştırmaların sonuçlarına da bakarak nihai bir tahmin yapmak gerekiyordu. Biz CHP’yi yüzde 22 olarak koruduk, fakat AK Partinin son tahminini, diğer araştırmaların sonuçlarını ve rüzgarı da değerlendirerek yüzde 34.4 olarak tahmin ettik ve bu sonuçları ANAR’ın 3 Kasım 2002  Genel Seçim sonuçları tahminleri olarak ilan ettik, ilgililere gönderdik.

Bilindiği gibi; 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinin sonuçları; AK Parti %34.2, CHP: %19.9, DYP:%9.5  olarak sonuçlandı, DYP küçük farkla ve diğer partiler değişik oranlarda oylarla barajın altında kaldılar, iki partili bir Meclis oluştu. ANAR sonuçları en yakın takip ve tahmin eden araştırma kuruluşu oldu. Biz, sadece CHP’yi biraz farklı tahmin etmiş olduk. Bizimkine en yakın tahminleri de KONDA yapmıştı.

Biz, Partimizin tek başına iktidar oluşunun yanında, kendi çalışmalarımız ve yaptığımız işi ne kadar iyi yaptığımızın sevincini de yaşamıştık. Şu an tahmin yayınlayan firmalarımızın da bu sevinci yaşamalarını dilerim.

 

Beşir Atalay –

Tunus’ta Nahda Hareketinin lideri Raşid Gannuşi 17 Nisan 2023 gecesi, Kadir Gecesi, evi 50 polis tarafından kuşatılarak ve köşe bucak aranarak gözaltına alındı ve 48 saat süren uzun sorgulamadan sonra tutuklandı. Nahda Hareketinin önde gelen isimlerinden 11 kişi daha bu sorgulamanın içinde. Ennahda Partisinin merkezi de arandı ve kapatıldı.

Gelişmeleri ilk dakikalardan itibaren büyük üzüntü ile takip ediyorum. Kızım Raşid Beyin kızı ile iletişim içinde ve bilgiler ulaşıyor. Kendisini çok takdir ettiğim ve dostluğumuz da olan Raşid Gannuşi’nin, umutlandığımız yıllardan sonra, kendi ülkesinde 82 yaşında tekrar bunlara layık görülmesi kabul edilemez bir durumdur.

Raşid Gannuşi sadece Tunuslu bir siyaset adamı değildir. O İslam dünyasında iyi bilinen bir İslam düşünürü, bilge bir siyaset adamı, ömrü mücadele ile geçmiş bir İslam bilginidir.

Özellikle, Arap Baharının doğum yeri olan Tunus’ta bir seyyar satıcının 17 Aralık 2010’da protesto amacı ile kendisini yakması sonrası önce Tunus’ta, daha sonra bütün Arap dünyasında önemli gelişmeler oldu. Monarşik ve otokrat Arap rejimleri sarsıldı, bazıları yıkıldı. İşte bu süreçte Tunus’ta, 1960’lı yıllardan itibaren güçlü bir İslami hareket olan Nahda, en güçlü siyasi parti olarak organize oldu ve liderliğine de hareketin ilk kurucularından birisi olan ve uzun yıllardır yurt dışında yaşayan Raşid Gannuşi getirildi, daha doğrusu bu hareketin tabii lideri idi zaten. Ennahda Partisi hem Tunus Devriminin motoru oldu hem de yapılan ilk demokratik seçimden en güçlü parti olarak çıktı. Devrim sonrası büyük bir bahar havasında, büyük bir gelecek umudu ile seferber olan Tunus toplumu ve Tunus siyaseti çok hızlı şekilde toparlandı ve ülkede coşkulu yeni bir hayat başladı. Yıllarca tam bir diktatörlük altında yaşayan toplumda gerçekten bahar geldi, coşkulu bir demokrasi şöleni ile seçimler yapıldı, özgürlük rüzgârları esti.

Tunus, Fas ve Cezayir, Kuzey Afrika’da entelektüel birikimi yüksek, düşünce hayatı çok gelişmiş, İslami ilim geleneği güçlü, tanınmış çok sayıda ilim ve düşünce insanı yetiştirmiş ülkelerdir. Diktatöryal dönemler ve ortamlarda kesintiler olsa da, bu ülkelerde hâlen İslam düşüncesi zenginliği yaşanmakta, bu yönde eserler verilmektedir. Özellikle Tunus ve Fas hâlen bu zenginliğini korumaktadır. Zaman zaman büyük Endülüs birikiminin bu ülkeleri etkilediğini, beslediğini, etkisinin hâlen kısmen de olsa sürdüğünü, Endülüs’te kurulan ve yaklaşık sekiz asır yaşayan büyük medeniyetin rüzgârının karşı kıtada, ki zaten bu yakadan gitmişlerdi, az da olsa estiğini düşünürüm.

İslam dünyasında çok iyi bilinen Tunus’un meşhur Zeytuniye Medresesi, şimdi Zeytuniye Üniversitesi bu geleneğin yerleşmesi ve sürmesinde önemli merkezlerden birisidir.

Ünlü İslam bilgini ve düşünürü İbni Haldun’un da Tunus’ta yetiştiğini, Tunuslu olduğunu unutmamak gerekir.

İşte Raşid Gannuşi bu gelenek içinde yetişmiş, önemli isimlerden etkilenmiştir. Yine bu coğrafyada yetişen Malik bin Nebi’nin düşüncelerinden çok faydalanmıştır. Gannuşi hem İslami ilimler eğitimi almış hem felsefe okumuştur.

İslam dünyasındaki düşünce hareketlerini ve siyasi gelişmeleri iyi takip etmeye çalışan ve ülkemizde de siyaset stratejisine kafa yormuş, pratiği içinde de bulunmuş birisi olarak, çağdaş Müslüman siyasi liderlerden iki kişiyi çok özel bir konumda tutuyorum: Aliya İzzetbegoviç ve Raşid Gannuşi. Onları bilgelikleri ön planda olan; çatışmadan çok müzakereci siyaset tarzını benimseyen; derinlemesine analiz yapan; gerçekten çoğulcu yapıyı, insanları, düşünceleri önemseyen; bütün kesimleri ve farklılıkları bir arada yaşatma çabasında olan ve çağdaş dünyayı iyi anlayan Müslüman siyaset insanları olarak görüyorum. Bu geniş bakış içinde kendi inancını bütün derinliği ile yaşayan, hayatı bu istikrar içinde geçmiş, bu yönde çok okumuş ve düşünmüş, kendi inanç ve ilkeleri içinde bu siyaset tarzını geliştirmiş ve olgunlaştırmış liderler olarak görüyorum. En zor şartlarda dahi sabır ve kararlılığını sürdüren, adalet ve dürüstlükten sapmayan, gösterişten, şatafattan uzak, mütevazı bir hayat yaşayan örnek Müslümanlar olarak görüyorum. Onlarda bilgelik ve siyaset adamlığının birleşmesinin ne kadar değerli olduğunu görüyorum. Aliya İzzetbegoviç, Avrupa’nın ortasında yetişmiş bir Müslüman kişilik olarak hayatı nice çilelerle geçmiş, bizler ve gelecek kuşaklar için çok değerli dersler vererek bu hayattan ayrılmıştır. Rabbim kendisine rahmet eylesin. Aslında, Bosna Hersek’in o zor günlerinde bütün dünyaya ve İslam dünyası yöneticilerine önemli dersler vermiştir. Raşit Gannuşi de, Yasemin Devrimi sonrası Tunus’ta izledikleri siyaset tarzı ile çok önemli dersler vermiştir.

Tunus’ta devrim sonrası gelişmeleri yakından takip ettim. Kendi görüşmelerim ve ziyaretlerimden de kısaca bahsetmek isterim. Resmî ve özel ziyaret olarak birkaç defa Tunus’a gittim. Raşid Bey ve arkadaşları ile hem Türkiye’de hem Tunus’ta yakın görüşmelerim oldu, düşüncelerini öğrenme imkânım oldu. Yasemin Devrimi sonrası, 2011-2012 yıllarında, Başbakan Yardımcılığı görevini yürütürken Tunus’tan gelen Nahda heyeti ile iki ayrı tarihte görüşmelerimiz oldu. Birisi genel seçim öncesi, birisi de genel seçim sonrası idi. Nahda Partisinin üst yönetiminden bir heyet görüşmeler için Türkiye’ye gelmeyi planlamış, özellikle AK Partinin tecrübelerini öğrenmek istiyorlardı. AK Parti bu heyetle tecrübe ve görüş paylaşımı için beni görevlendirdi. Bu bağlamda AK Parti mutfağında fazlaca çalışanlardan biriydim. Özellikle siyaset stratejisi, seçim stratejisi konularında fazlaca rol alırdım. Tunus’tan gelen heyet dört kişi idi. Sonra hepsi ile yakın dostluğumuz gelişti. Heyetin başında Raşid Beyin yakın arkadaşı ve hareketin başından beri ön planda olan, sonra kurulan ilk hükümette İçişleri Bakanlığı, sonraki hükümette Başbakanlık yapan Ali Ureyd vardı. Heyetle, o dönemlerde daha bağımsız çalışan, SETA’da, SETA’nın kurucu başkanı ve o günlerde Başbakanlıkta dış ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapan İbrahim Kalın ve SETA’nın ikinci başkanı olan Taha Özhan’la birlikte görüştük.

Görüşmelerimizin özünü şöyle anlatabilirim: Önce onları dinledik, sorular sorduk, bilgiler aldık, Tunus’taki durum ve çalışmaları ile ilgili kapsamlı şekilde bilgilendik. Daha sonra onlar soru ve taleplerini ifade ettiler. Genel olarak AK Partiyi ve Türkiye’deki gelişmeleri çok başarılı buluyorlar, hayranlıkla izliyorlar ve bizim siyasetimizden ve uygulamalarımızdan faydalanmak istiyorlar. Ben de, yaklaşık on yıllık siyasetimizi, Parti ve hükümet stratejilerimizi ve çalışmalarımızı onlara anlattım. Onlara en vurgulu şekilde ifade ettiğimiz hususu şu şekilde özetlemek mümkündür: Tunus entelektüel potansiyeli yüksek, düşünce hareketleri fazla, her tonda siyasi parti kurulmuş (Devrim sonrası yüz civarında siyasi parti kurulmuştu), Nahda’nın ise İslami bir kimliği var, çok geniş bakmanız, bütün toplumu kucaklamanız, dürüstlüğünüzle, adaletinizle, yoksul kesimlere dönük politikalarınızla, demokrat tavrınızla örnek olmalısınız ve tabanınızı genişletmelisiniz. İnsanlara güven vermelisiniz, ikna etmelisiniz. Özellikle insani ve özgürlükçü bakışları ön planda tutmalısınız. AK Partinin de bu geniş bakış ile değişik kesimlerden oy aldığını ve ancak böyle iktidar olabildiğini uzun uzun anlattık. Özellikle alanda seçim çalışmaları ile uzun tecrübelerimizi paylaştık.

Devrim sonrası, 23 Ekim 2011’de ilk demokratik seçim yapıldı. Bu seçimde Nahda başarı sağladı. Seçimden birinci parti olarak çıktı ve Mecliste çoğunluğu sağladı. Tunus’ta ilk defa Mecliste Nahda en fazla milletvekili ile siyasi parti olarak yer aldı. Seçim sonrası Tunus heyeti tekrar geldi. Bu defa görüşmemizde yalnız hareket etmemelerini, mümkün olduğunca Mecliste diğer partilerle işbirliği içinde hükümet ve meclis çalışmalarını yürütmelerini ifade ettik. Yeni dönemin sorunlarını demokratik bir yaklaşımla birlikte çözmek gerektiğini anlattık.

Raşid Gannuşi bilge ve akıllı bir insan. Seçim sonrası rahatça kendisi Cumhurbaşkanlığı veya Başbakanlık görevini üstlenebilirdi. O bu görevlere talip olmadı, Partisinin Genel Başkanı olarak ve akil bir bilge insan olarak kalmayı tercih etti. Meclisteki bütün tarafları toplayarak devrim sonrasının demokratik yönetimini oluşturdular. Gannuşi uzlaşmacı ve toplumu bütünleştirici inisiyatifler aldı. Cumhurbaşkanlığına, Tunus’ta uzun süren mücadelelerle insan hakları savunuculuğu yapan, sol kesimin liderlerinden denilebilecek Monsif Marzuki’yi seçtiler. Meclis Başkanlığını, orta sol diyebileceğimiz ikinci büyük partiye verdiler. Hükümet ise, Nahda’dan bir Başbakanın başkanlığında koalisyon olarak kuruldu. Böylece, Devrim sonrası Meclisteki bütün partiler işbirliği içinde çalışmaya başladı.

Tunus’ta Yasemin Devrimi sonrası en önemli çalışma sistemin yeniden ele alınması, yeni bir anayasa yapılması ve tam demokratik sistemin kurulmasıdır. Bu konuda Tunus Meclisi çok ciddi bir çalışma yapmış, Tunus sivil toplum kuruluşlarının inisiyatifi ve bütün partilerin katkısı ve katılımı ile 2014 yılında Anayasa Mecliste ve referandumda tam katılım ve destek ile kabul edilmiştir. Bir meclisin tamamının katkısı ve oyları ile böyle bir yeni anayasa kabulü çok istisnadır. Bunu da büyük oranda Raşid Gannuşi sağlamıştır diyebiliriz.

Her şeyden önce demokratik uygulamalar konusunda en ileri düzenlemeler getirilmiştir. Bu konuda evrensel standartlar ve en üstün yenilikler kollanmıştır. Sonraki yıllarda kızımla Tunus’a gittiğimizde, bir akşam evinde, aile ortamında Gannuşi ile uzun sohbetimizde bu anayasa sürecini uzunca dinleme imkânım olmuştu. Diğer partiler anayasa konusunda Nahda Partisinin tutumu konusunda endişe etmişler, fakat hiç endişe ettikleri gibi olmamış, Gannuşi işi kolaylaştırmıştır. Kendi partisi içinden de bazı itirazlar olmuş, onları da ikna etmiştir. Anayasada sadece, “Tunus’un dini İslam’dır” ve benzeri dinî kimlik belirleme ifadeleri yer almış, sonrası evrensel üstün değerler olarak ifadesini bulmuştur. Hatta konuşmanın bir yerinde, sorularım üzerine, “ben o konularda içtihat yaptım” ve arkadaşları ikna ettim demiş tebessümle, ben de “siz daha fazla içtihat yapın” diye gülerek cevap vermiştim. O Tunus Anayasası, hiç tereddütsüz İslam ülkeleri içinde en iyi anayasa idi.

Anayasa yapım sürecinde uygulanan demokratik yöntemler, anayasa çalışmalarında çok önemsenen konsensüsün hassasiyetle sağlanması, hem Meclisin hem toplumun tam desteğini sağlanması, ikna ve anlatma yönteminin işletilmesi ve sonuçta çağdaş dünyadaki en demokratik, özgürlükçü ve insani anayasalardan birinin gerçekleştirilmesi sebebi ile 2015 yılında Tunus’a Nobel ödülü verilmiştir.

Ancak, şu anda o Anayasa yok artık. Asker kontrolündeki yeni diktatör, üstelik Tunus Meclisinin ittifakla seçtiği ve kendisi de anayasa profesörü olan Cumhurbaşkanı yeni anayasa hazırlattı. Seçmenin sadece yüzde otuzunun katıldığı referandumda bu yeni anayasa kabul edildi, “Tunus’un dini İslam’dır” cümlesi bile çıkarıldı. Devrim öncesinden daha geriye götüren diktatöryal bir sistem getirildi. Sonuçta Tunus küçük bir Arap ülkesi, Arap monarşilerinin bu konulara bakışı ve politikaları ise bilinmektedir, karşı kıyıdaki İtalya, İspanya ve Fransa’nın da yeni diktatöre destek verdiği görülmektedir.

Tunus toplumu bilinçli ve büyük bir bütünlük içinde yönetime karşı tavrını sürdürmektedir.

Raşid Bey, hayatında birkaç defa yargılanmış, cezaevinde kalmış, hatta yıllarca hapiste kalmış, sonra idama mahkûm edildiğinde yurtdışına kaçmış ve yaklaşık 15 yıl ülkesine gelememiş, ancak Nahda Hareketi yöneticiliğini hep sürdürmüş, 2011 yılında Tunus’a dönebilmiş bir bilgin ve düşünürdür. Esas kayıp ise Tunus içindir, Tunus’un geleceği adınadır. Arap Baharının en aydınlık lideri, İslam ülkeleri ve toplumları için çok önemli çağdaş düşünceler ve yorumlar üreten isim susturulmakta; Arap Baharından tek umut olarak kalan Tunus da eski günlerine, Arap monarşilerinin yanına dönmektedir.