EYT’NİN TÜRKÇESİ: YASAYLA “HERKESE” VERİLEN, HERKESE VERİLECEK ÜRETİM VARSA HERKESE GİDER
“Bir şeyin Türkçesi” deyimi, asıl anlamın saklı olduğu durumlarda onu doğrudan söylemek için kullanılır. EYT hayata geçti, yani Emeklilikte Yaşa Takılanlar artık yaş durumu gözetilmeden emekli olabilecekler. Bu durumda olup emekliliği bekleyenler için yasal düzenlemenin güzel bir imkân olduğu gayet açık. Peki, toplum için bunun anlamı ne? Bu yazıda biraz bu konuya bakalım.
Önce emekliliğe daha yakından bir göz atalım. Emeklilik, kısaca çalışılamayacak zamanlar için yapılan hazırlık demek. Her toplumda çalışamayacak durumda olanların nasıl geçineceğine dair bir çözüm mutlaka vardır. Günümüzde emekli maaşı, çoğumuzun sandığı gibi, çalışma çağında iken birikimlerimizin bir fonda yatırıma dönüştürülüp değerlendirilerek belirli bir yaşa geldiğimizde bize dönen kazançları (yani Bireysel Emeklilik Sistemindeki gibi) değil. Yani emeklilik günümüzde “bireysel birikimlerin değerlendirilerek sonunda size geri dönmesi” mantığını kökten değiştirmiş durumda. Bunu biraz açalım.
Altın Emeklilik Sistemi
Mevcut emeklilik sistemimizde bireylerin emeklilik fonuna olan katkılarının dönem sonuna kadar uygun yatırım araçlarında değerlendirilerek, zamanı geldiğinde kendilerine aylık ödeme olarak dönmesi süreci başka bir moda dönüşmüştür. Konuyu kolay anlatabilmek için “altın emeklilik sistemi” ve “prim emeklilik sistemi” olarak iki ayrı sistem düşünelim. Altın emeklilik sistemi, çalışırken tüketim fazlası olarak yaptığınız üretimin karşılığında düzenli olarak altın alıp güvenli bir kasada biriktirip (mesela ayda bir yarım altın) artık ihtiyaçlarınızı karşılamak için çalışamaz hale gelince her ay düzenli olarak bu altınları bozdurup tüketim ihtiyaçlarınızı karşılayabildiğiniz sistem olsun. Burada altını, değer yaratan bir tür yatırım değil, sadece bugünkü tüketim hakkını yarına ertelemeyi mümkün kılan bir değer koruma aracı olarak düşünelim. Bu durumda sizin takdirinize bağlı olmakla birlikte alacağınız emekli maaşının miktarı örneğin bir altın ise, süresi de birikim yaptığınız ayların yarısı kadar olacaktır. Ne kadar yaşanacağı tam olarak bilinse, bu sistemde herkes kendi emekli maaşını kendisi tam olarak tayin edilebilir. Emeklilik döneminde bazı aylar yarım bazı aylar iki altın tüketerek ortalamayı tutturabilirsiniz. Yani hem maaşınızın süresi hem de miktarı elinizin altında. Ancak bu sistemin üç temel bilinmezi var: İlki, ne kadar yaşayacağınız; ikincisi, ilerleyen yaşlardaki olası sağlık sorunları gibi nedenlerle beklenmedik harcamaların ne olacağı; üçüncüsü de altının alım gücünde meydana gelecek değişimler. En büyük sorun ise bu üç sorunun da sizin kontrolünüzde olmaması. Yani, ne kadar ömrünüz olduğunu kesin bilemezsiniz, ileri yaşlardaki hastalıklarınızı öngöremezsiniz ve altının ölçü birimi ve değer stok aracı olarak kontrolü sizde değil. Diyelim ki sizin biriktirdiğiniz dönemde almış olduğunuz yarım altın 100 ekmek alıyor olsun. Emekliliğinizde bozdurduğunuzda yine yüz ekmek alıyorsa değerini koruyor, 80 ekmek alıyorsa alım gücünüz düştü demektir (artık yaşlandık 80 ekmek de bize yeter demeyin; ekmeği az tüketseniz de ilaç masrafı var, hastane masrafı var, kaplıca giderleri var, vs. vs. vs. …!).
Bu belirsizlikleri gidermek sizin elinizde olmadığı için alabileceğiniz yegâne tedbir her ay sadece altın değil, ihtiyaç halinde paraya çevirebileceğiniz başka tasarruf araçları ile tasarrufunuzu çeşitlendirmektir. Yüzyıllar, hatta bin yıllar boyu insanoğlu bunu yapmıştır. Ancak tüm farklı değişim aracı veya mal biriktirme denemelerinde beklenmedik durumlar ortaya çıkabildiği için en iyi tasarruf biçiminin gelecekte de üretim yapabilecek ve yaptığı üretimden size de pay vermeye razı olacak “hayırlı evlat” yetiştirmek olduğu görülmüştür. Yani “hayırlı evlat” metaforu, gücü, takati ve imkânları varken ürettiği fazlalığı kendisine yaşlandığında döneceği umuduyla tasarruflarını başta kendi çocukları olmak üzere insanlar üzerinden geleceğe aktarmayı ifade eder. “Hayırlı evlat kurumu”nun ikili bir sigortası var. İlki ve en önemlisi yaşlandıklarında büyüklere bakmayı önemli kılan yaygın değer yargılarıdır. Tüm toplumlarda yaşlılara bakmak önemli ve üstün bir değer yargısı olarak yüceltilir. Bu bağlamda “hayırsız evlat” kötü bir damgadır ve kimse onunla damgalanmak istemez. Bu değer yargısının varlığı ve önemli oluşundan, büyüklere bakmayı salt biyolojik saiklerle sağlamanın yeterli olmadığını anlıyoruz. Zira tüm bu değer yargılarına rağmen hâlâ “hayırsız evlat” çok! İkinci sigorta ise hem onların sizden daha uzun yaşamama risklerini bertaraf etmek hem de vefasızlık durumlarında ortada kalmamak için olabildiğince çok çocuk sahibi olmak. Sistemin özü, genç ve çalışabilir durumdayken olabildiğince çok çocuk sahibi olmak, onlara büyüklerine bakmalarını sağlayacak bir terbiye vermek ve bu yolla yaşlanınca da kendine bakımı temin etmek.
Tüm eğitim ve değer yargılarına rağmen, farklı sebeplerle, güçten, takatten ve itibardan düşünce çocuklarınızın (yakın akrabalarınızın) size iyi bakacağı hiçbir zaman garanti değildir. O sebeple bir yandan çocuk yetiştirirken diğer yandan mal mülk de biriktirirsiniz ki, onlara miras yoluyla sahip olma hakkı olanlar size yaşadığınız sürece bakmaktan imtina etmesin, tersine istekli olsunlar. İşte farklı ülkelerde farklı biçimler alan miras sistemlerinin arkasında, biraz dikkatle bakınca, burada nesiler boyu yaşam istikrarının sağlanmasını temin etme amacının saklı olduğunu bir biçimde görürüsünüz. Tersine bir kişinin biriktirdiği kazancını, yetişkin yaşlara kadar bakıp büyüttüğü, koruyup kolladığı çocuklarına miras bırakma güdüsünün doğuştan geldiğini söylemek biraz zorlama olur.
EYT tartışmalarından çok kopmamak için hızla günümüze gelelim. Günümüzün emeklilik sistemlerini, yukarıda basitçe mantığını ortaya koyduğumuz ebeveyne çocuklarının bakması metodu özünde korunup, bahsettiğimiz üç belirsizliği giderecek özellikler katılarak, çocukların ebeveynlerine bakması değil de kuşakların birbirine bakması haline getirilmiş şeklidir diyebiliriz. Yani siz çalışma çağındayken, çalışma çağı geçmiş olan önceki nesle bakarsanız, çalışma çağı sonrasında da size o zaman çalışma çağında olan kişilerin bakacağına dair örtük bir toplumsal sözleşme yapılır. Bunu yasalarla (uzun süre değişmeyecek kurallarla) teminat altına alırsanız, bireyler kendi çocuklarına değil toplumun çocuklarına güvenmeye başlarlar (çocuk sayısı da dramatik biçimde düşer!). Size baksın diye çocuklarınız üzerinden geleceğe dönük tasarruf etmeye ihtiyacınız olmadığı için çocuklarınızın vefalılığı maddi olmayan ilişkilere kayar. Artık arayıp arada bir hatırınızı sormaları yeterli. Hayatınızı devam ettirmek için size bakmak üzere toplumun size verilmiş sözü var: Sen gençliğinde toplumunun yaşlılarına bakarsan senin yaşlılığında da o zamanın toplumunun gençleri de sana bakacak. Vefa birebir bireyler arası değil, nesiller arası bir özellik kazanmıştır. “Ben çocuklarımdan bana bakmalarını değil kendi ayakları üzerinde durmalarını bekliyorum” diyen “çağdaş” bir ebeveyn, aslında kendisine bakılma işinin toplumun genç kuşaklarına havale edilmiş olmasının rahatlığı ile bunu söyler. Kendi çocuklarının değil, çocuklarının da içinde bulunduğu neslin kendisine bakacağının güveni içindedir.1
Prim emeklilik sistemi
Peki, bu iş nasıl olacak? Bireysel biriktirmeye dayalı “altın emeklilik sisteminde” her ay yarım altın biriktirince, çalışmaktan yorulduğunuzda birikmiş ne kadar altınınız olursa emeklilikte o kadar potansiyel geliriniz oluyordu. Kalan ömür tahmininize göre istediğiniz gibi tüketebilirdiniz. Yani emeklilikte toplam tüketim hakkınız, tümüyle emekli oluncaya kadar biriktirdiklerinizle sınırlıydı. “Prim emeklilik sisteminde” ise refah düzeyini sizin emekli olduğunuzda o dönem çalışanlardan yapılan kesintiler belirliyor. Siz emekli olduğunuzda ne kadar çok kişi aktif çalışma içindeyse, size toplam gelirden düşecek pay da o kadar çok olacaktır. Sistemde bir çalışana (kayıtlı ve kendisinden emekli primi kesilen) karşı kaç emeklinin olduğu veya kaç çalışanın bir emekliye baktığı durumu nüfusun bağımlılık oranı olarak ifade edilir.2 Diğerlerine bağımlı olan nüfusun çocuk (0-14 yaş arası) ve yaşlı (65 üstü) olmak üzere iki unsuru vardır. Bu denklemde şimdi çocuk statüsündeki bağımlı nüfusun çok olması, gelecekte emekli olacaklar için iyi bir işaret. Çünkü onlar ileride iş gücüne katıldıklarında potansiyel olarak emekli aylıklarının sürdürülebilir olmasına ve hatta artmasına katkı sağlayabileceklerdir (iş yerlerinde uzun süre çocuk izni nedeni ile işten ayrılanlara eleştirel bir gözle bakanlar, bunun emeklilikte refah artışına işaret olacağını düşünüp eleştirellikten olumluluğa dönebilirler!).
Bu toplumsal sözleşmede, temel mantık olarak, gelir durumuna göre herkesten farklı primler kesilse de bir kişiden yapılan kesinti, yaşlı bir kişinin maaşı için yeterli olmayacağı için bir emekli aylığı ödemek için kaç kişinin çalışması gerektiği önemli hale gelir. İnsanların genç yaşlarda emekli grubuna katılıp bu ortak havuzun müşterisi olmaları durumunda, onlara başlangıçta taahhüt edilen gelirin verilebilmesi ya daha çok yeni kişinin sisteme girmesi veya sisteme prim ödeyenlerin primlerini artırmaları gerekecektir. Başka türlü sistem kendisini döndüremez, dışardan yeni kaynak girişine (örn. bağışlar, gayrimenkul satımı, borçlanma, değerli madenler -petrol, doğal gaz, altın, gümüş, uranyum vs.) ihtiyaç duyar.
Emeklilik Ekonomik Olmaktan Çok Bir Sosyal Sözleşmedir
Burada birkaç maddede mevcut durumu özetleyip EYT’ye gelelim.
İlk olarak, günümüzün emeklilik sistemi nesiller arasında bir “örtük” sosyal sözleşmedir (bir tür nesiller arası dayanışma). Örtük dememizin sebebi, hiç kimsenin açıktan böyle bir sözleşme metnini imzalamamış olmasıdır. Ama yapılan birçok sözleşme bu örtük sosyal sözleşmeye dayanır. Bu sözleşme çalışanlar ve emeklilerin refah düzeyleri arasında bir denge kurulmasını öngörür. Yani size kesin bir gelir miktarı taahhüt etmek yerine, emekli olduğunuzda şimdiki emeklilere ödenen kadar bir ödeme vadeder. Bu vaat, zamanla sizden yapılan kesintilerle de bağını koparır. Herkes emekli olunca alacağı aylığı hesaplatır ama kendisinden bu amaçla yapılan kesintileri dikkate almaz. Bireyler kendilerine vaat edilen bugünkü emekli aylığının benzerinin yeterli olup olmadığını düşünerek gerekirse başka destekleyici tedbirler alma yoluna giderler. Kısaca sistem, çocukların ebeveynlerine değil, nesillerin birbirine bakmasını öngörür. Açıktır ki, sisteme prim ödemek üzere giren genç çalışan sayısı oran olarak azalınca, hem bugün hem de gelecekte emekli olacak olanların refahının bundan olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdır.
İkincisi, emeklilikte taahhüt edilen düzenli gelirin geçmişte biriktirilen ve fona aktarılan tasarruf miktarına (kesintilere) değil de bir kısım katsayılara dayalı olması, sistemi ekonomik rasyonaliteden uzaklaştırır ve sosyal statü yarışına yol açar. Bireyler kendilerinden ne kadar kesinti yapıldığının değil, hangi katsayı grubuna katıldıklarının hesabını yapmaya başlar. Özellikle kamu sektöründe emekli olmadan yüksek gösterge ve katsayılı bir işte az da olsa çalışmak bürokratik maharet olarak görülür. Eğer herkes, çalıştığı süre boyunca havuza olan katkısına bakmaksızın en yüksek dilimden emekli olursa, sistemin açıkları her geçen gün büyür. Bu durumda hukuki olmasa da ekonomik meşruiyet açısından (havuza kattığıyla orantısız pay alma anlamında) “haksız kazanç” oluşur. Haksız kazancın kitleselleşmesi (herkesin, örneğin 3600 veya 6400 ek göstergeden emekli edilmesi) çalıştığı süre boyunca sisteme daha fazla katkıda bulunma istekliliğini azaltır.
Üçüncüsü, hangi sayıda çalışan kişinin bir emekliye baktığı (aktif/pasif oranı) emekli aylığında kritik sorudur. Yukardaki “altın emeklilik sisteminde” bir kişi çalıştığı her ay yarım altın biriktirdiği için geri kalan ömrünü doğru tahmin edebilirse her ay yaklaşık kaç altınlık gelir harcayabileceğini de bilebilirdi. Birikim sağladığı dönemin dörtte biri kadar yaşarsa, her ay iki altın harcayabilir. Ama üç altın harcarsa, son günlerini zor dönemlerde ödünleşmek üzere kendileriyle sözleşme yapmadığı başkalarının yardımına muhtaç biçimde sefalet içinde geçirebileceğini de bilir. “Prim emeklilik sisteminde” katkı ve bölüşüm anonim olduğu için kişinin her ay reel olarak kaç birim katkıda bulunduğuna bakılmaksızın, yaşadığı süre boyunca mensup olduğu emeklilik statüsü için tayin edilen miktar kadar geliri olur. Burada emekliye sağlanan güvencenin devamı, sisteme yeni girişlerin azalmasına, yaş piramidinin değişmesine çok duyarlıdır.
Dördüncüsü, “prim emeklilik siteminde” çalışanlardan toplanan primler, emeklilere yetmediği durumlarda emeklilik fonuna merkezi bütçeden transfer yapılır. Yani, sosyal güvenlik açıkları, devletin başka alanlarda faaliyette bulunmak için topladığı gelirler ile (bu gelirler yeterli olmadığında borç alınarak) kapatılır. Yani, maliyet önce daha sonraki yıllara aktarılır ve bu aktarma süreklilik kazanınca da ileriki kuşakların üzerine binen yük artar.
Beşincisi, emeklilik yaşının sabit kalıp ortalama ömrün uzaması, havuzdan çıkan suyun havuza akan sudan çok olmasına yol açar. Bu da nesiller arası sözleşmeyi tehlikeye atmaya başlar. Özellikle hastalıklarla mücadelede edinilen başarılar ve sağlıklı beslenme sonucu ortalama ömrün her geçen gün uzadığını düşünürsek havuzdaki birikim sürekli erime eğiliminde olur, bir nevi su seviyesi sürekli düşer. Ayrıca yaşlılık döneminde sağlık giderlerinin de artma eğiliminde olması bu sürece açıkları büyütme yönünde etki yapar.
Bu bilgiler çerçevesinde şimdi de EYT’nin beklenen sonuçlarına bakalım. Sonuçların bazıları olumlu bazıları da olumsuz olacaktır.
EYT Müjdesinin Olası Sonuçları
Tam sayı henüz açıklanmamakla birlikte (kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte 2 milyonu biraz aşkın kişi, kısa vade sonunda ise 5 milyon civarında kişi emeklilik hakkını kazanmış olacak. Ne kadarının emekli olacağını ise kestirmek mümkün değil) çok sayıda kişinin emeklilik sistemine dâhil olmasının kısa vadeli şok ve uzun vadeli tedrici etkileri olacaktır. Kısaca bunlara değinelim.
- Gelir dağılımı etkisi. Geçmiş dönemlerde bir şekilde çalışmış ama emeklilik için öngörülen yaş sınırını sağlayamayanların düzenli bir gelire kavuşmaları, kişisel yaşamlarının istikrarı bakımından olumlu etkide bulunacaktır. Bu emekli gelirine ihtiyacı olanların mensup olduğu gelir dilimi üst gelir grupları olmadığı varsayımı altında, yeni emekliler dalgasının gelir dağılımında düzeltici bir etkisi olacağı söylenebilir. Bu kapsamda emeklilik fonuna yapılacak aktarımlar alt gelir gruplarına transfer niteliği taşıyacaktır. Keşke ülke ekonomisi yeterli üretim yapabilse de herkese, yaşına, çalışma ve sağlık durumuna bakılmadan belirli bir gelir sağlayabilecek bir ekonomik/sosyal sistemimiz olsa (Bu konuyu ayrı bir yazı konusu yapacağız).
- Beklentilerin karşılanması. Prim şartını yerine getirdiği halde emekli olamadığı için göreli yoksunluk duygusu içinde olanların, bu sebeple sisteme yabancılaşanların bu duygusu giderilerek, toplumsal barış ve uyum için olumlu bir hava oluşacaktır.
- Enflasyon etkisi. Üretime katkısı olmadan çok sayıda kişinin emekli aylığı almaya başlaması talebi artıracak ve enflasyonu yukarı doğru baskılayacaktır. Eğer ekonomide durgunluk olsaydı, bu enjeksiyonun talep artışı yoluyla ekonomiye dinamizm kazandıracağını söyleyebilirdik; ancak mevcut koşullar altında zaten artma eğilimindeki enflasyon üzerinde artış yönlü etki yapacağı görülmektedir.
- Üretim etkisi. Üretimi artırmayan bölüşüm kararları, birilerinden alıp diğerlerine verir. Burada yasalarla oluşturulan “ekonomik hak” kavramı üzerinde biraz duralım. Yasaların bazı kişilere bazı hakları vermesi, o hakların hayata geçmesi için yeterli olmaz. Hakların karşılığında öngörülen payların fiilen üretilmiş olması gerekir. Üretimi artırmadan, gelir dağılımını düzelterek de refah artışı sağlanabilir. Buradaki sınır, dağıtılması öngörülen üretimin var olmasıdır. Olmayan bir üretim için yasal hak oluşturmak refah artışı sağlayamaz. EYT’nin üretim artırıcı bir unsuru yoktur. Dolayısıyla bu düzenleme var olan üretimin daha çok kişi ile paylaşımı yasasıdır.
- Reel ücret etkisi. Aynı toplam prim (başka bir deyişle toplum tarafından üretilen refah), yasanın getirdiği imkânlar çerçevesinde daha çok kişi arasında bölüşüleceği için gelecek dönemde tüm emekli aylıklarının reel olarak düşmesi beklenir. Emekli aylığı artış oranları belirlenirken, emeklileri enflasyondan koruma güçleşecektir. Her bir emekli kategorisi için gelecekte şimdikinden reel olarak (ya da satın alma gücü paritesi hesabına göre) daha az gelir söz konusu olacaktır. Örneğin bugün emekli bir öğretmenin emekli aylığı ile alacağı mal ve hizmet miktarı birkaç yıl sonra azalacaktır. Bu durumda şimdi ek iş yapma ihtiyacı olmayan emekliler de geçim sıkıntısı ile daha fazla karşılaşacak ve işgücü piyasasında ek iş yapma telaşına/arayışına düşeceklerdir.
- İstihdam etkisi. Çalışma gücü, kuvveti, enerjisi ve motivasyonu olduğu halde yeni düzenleme ile emekli olanların, özellikle de vasıflı işgücü olan kısmı, özel sektörde büyük ölçüde de kayıt dışı olarak çalışmaya devam edeceklerdir. Hem daha deneyimli oldukları hem de firmalara sosyal güvenlik kesintisi yükü olmaması nedeniyle bu genç emekliler, yeni işe girecekler için bir engel oluşturacaktır. Bu engel iki şekilde tezahür edecektir: Biri, artık emekli EYT’li çalışanlar nedeniyle özel sektörde daha az sayıda yeni (ilk kez işe giren) istihdam talebi olacaktır; diğeri de yeni işe girişlerde çalışanlara daha düşük ücrete razı olma baskısı oluşturacaktır.3 Çünkü işverenler sosyal güvenlik yükü olmayan, ayrıldığında tazminat riski taşımayan bu genç emeklileri istihdam etmede eskisinden daha fazla istekli olacak, aynı işi yapmak isteyen yeni işgücüne daha düşük ücret teklif edebileceklerdir. Bu da genç işsizlikte artış demektir.4
- Prim Açığı Etkisi. Tahmin edileceği üzere önümüzdeki 2-3 yıl içinde yaklaşık 5 milyon kişi sistemden çıkacağı için sosyal sigorta fonunda büyük çaplı bir gelir azalması oluşacaktır. Belki bunlardan bir kısmı tekrar aynı düzenleme ile getirilen teşvik kapsamında kayıt içinde SGDP ödemek suretiyle çalışmaya devam edecektir. Ancak sistemden çıkan her bir kişinin fondan çıkacak miktarı artıracağı gayet açıktır. Bu etki nedeniyle fon her geçen yıl daha fazla açık verecek, genel bütçeden açığı kapatmak için daha fazla kaynak aktarmak gerekecek, zaten açık veren genel bütçede de açığın daha da artmasına yol açacak, bu da, doğal olarak, borçlanmayı artıracaktır.
- Alternatif maliyet etkisi. Kamuda toplanan fonlar (sosyal güvenlik kesintileri, ceza ve vergiler) kamusal ihtiyaçlar için kullanılır. Emeklilik fonunda toplanan prim gelirleri ve onların nemaları ile giderler birbirini karşılamadığı için genel bütçeden aktarma ihtiyacı artacaktır. Gelirlerde artış olmadan emekli aylığı harcamalarında artış, kamunun başka alanlardaki harcamalarını kısmasını gerektirecektir. Yeni prim girişi veya başka yollarla gelir artışı olmadan daha çok kişiye emekli aylığı vermek, kamunun kullanabileceği ekonomik imkânları (gelir veya borç) bu alana tahsis etmesi, yapılabilecek başka transfer veya harcamalardan vazgeçileceği anlamına gelir. Buradaki ayrıntı şudur: EYT nedeniyle kimlerin emekli aylığı aldığını görmek mümkünken, onlar emekli aylığı aldığı için hangi kamusal hizmetlerin yapılamadığını bilmek mümkün değildir. Yani bir şey “yapıldığında” onun olumlu veya olumsuz sonuçlarını görebildiğimiz rahatlıkta “yapılmayan” bir şeyin sonuçlarını görmek mümkün değildir. Örneğin yapılan bir ihale nedeniyle ortaya çıkan sonuçları takip edebiliriz ama yapılmayan bir ihale nedeniyle neden olunan hizmet ve üretim kaybının izini süremeyiz, boyutlarını bilemeyiz. Genelde iş yapmayanın hata yapmadığını zannederiz, hâlbuki bazı durumlarda bir işi yanlış yapmak ile hiç yapmamanın yol açtığı olumsuz sonuçları karşılaştırdığımızda hiç yapmamanın olumsuz sonuçlarının daha fazla olduğu görülebilir. Bir yolu zamanında yapmamak, su şebekesini zamanında tamir etmemek, bir düzenlemeyi zamanında yapmamanın yol açtığı kayıpların büyüklüğünü ancak tahayyül ile bilebildiğimiz için onların etkisini tam ölçemeyiz. Bu sebeple EYT yoluyla bütçenin emekli aylıklarına aktarılacak kısmı yerine yapılabilecek hangi hizmetlerin aksayacağını tam olarak bilemesek de, bu alternatif maliyet etkisinin genel olarak kamu hizmetlerinde nicelik ve kalite düşüşü, altyapı yatırımlarının kısılması, daha fazla borçlanma nedeniyle borç yükünün artması olarak tezahür edeceğini tahmin edilebiliriz.
Yasalar üretim artışını sağlayacak düzenlemeler içerdikleri ölçüde toplumsal refah artışı sağlarlar. Aynı üretim düzeyinde birilerine yasal olarak ilave tüketim hakkı vermek, ilave üretim ile desteklenmediği sürece toplam refah üzerinde aşağı yönde baskı yapar. Örneğin toplam 100 ekmeğin üretildiği 200 kişinin yaşadığı bir ekonomide herkesin bir ekmek hakkı olduğuna dair, değil yasa anayasa hükmü oluşturulsa bile bireyler bu haklarını “fiilen” kullanamazlar. Yasal olarak eşit bölüşüm kuralı olursa herkese en fazla yarım ekmek düşer. Yani üretimi artırmadan sırf yasayla toplam refahı artırmak mümkün değildir. Öyle olsaydı bir parlamento kararı ile tüm çalışanların gelirini birkaç kat artırmak (hatta sonsuza kadar artırmak) mümkün olurdu. Bir yasal düzenleme üretimi artırıcı unsurlar içerirse refah artışına katkı sağlayabilir. Üretimi artırmadan “gelir dağılımını düzelten” yasalar da birlikte yaşama iradesini güçlendirip refahı tabana yayma işlevi gördüğü için olumlu görülür. Üretim kadar üretimin toplum içinde adil dağılımı da sosyal refahın bir parçasıdır. Ancak yasayla “herkese” verilen, herkese verilecek üretim varsa herkese gider. Aksi durumda birilerinden alınarak diğerlerine verildiği er geç ortaya çıkar. Sonunda kendilerinden alınanlar ve kendilerine verilenler karşılıklı rıza içinde olurlarsa ortada bir sorun yok demektir. Bunu fatura geldiğinde anlayacağız.
EYT’nin beklenen etkileri ortaya çıktığında, deprem yıkımları sonrasında aranan ama bulunsa da kayıpların telafisinde işe yaramayacak suçluları aramaya benzer bir tablo ile karşılaşılacağını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. Üstelik ülkemizde geçmişte yaşanılan tecrübelerden de görüldüğü üzere (70’ler, 80’ler, 90’lar) kaynakların bu şekilde üretimi artırmadan aktarımları tüm ekonominin kaldıramayacağı bir seviyeye ulaşabilir. Bütçede kara delikler temel yapısal sorun haline gelir ve sonuçta günümüz EYT’lilerinin şikâyet ettiği yasalardan daha ağır koşulları içeren yasaların gündeme gelmesi beklenebilir. Şu an bir sorunu çözüyoruz çabası aslında ileride emeklilik yaşı ve diğer emeklilik unsurları açısından daha ağır düzenlemelerin yapılması sürecini tetiklemektedir.
Ömer Demir
ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümünden 1988’de lisans ve 1990’da yüksek lisans derecesi aldı. 1993 yılında Anadolu Üniversitesinde İktisat alanında doktorasını tamamladı, 1996’da doçent 2009’da profesör oldu. Üniversite dışında TÜİK, YÖK ve ÖSYM’de yönetici olarak çalıştı, TÜBİTAK bilim kurulunda görev yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde öğretim üyesi. İktisat metodolojisi ile iktisadın kurumsal yapılarla ilişkileri konusunda çalışmalar yapıyor.
Sosyal güvenlik hukukçuları, yaşlılık aylıklarının finansmanında iki yöntemden bahsederler: Kapitalizasyon (biriktirme) yöntemi, dağıtım yöntemi. Birincisinde fon oluşturulur, değerlendirilir ve artan değerle birlikte yaşlılık aylığı ödenir. İkincisinde ise yıl içinde toplanan prim gelirleri yılsonuna kadar tüketilir.↩
Bağımlılık oranı doğrudan emeklilik sistemi ile sınırlı değil. Çocuk olduğu için çalışma dışı tutulan (0-14 yaş arası) ile çalışama hayatı dışında kalması beklenen (65-yaş üstü) nüfusun 15-64 arası nüfusa oranı bağımlılık oranı olarak tanımlanır. 15-64 arası nüfusun hepsinin aktif olarak çalışmadığı göz önüne alındığında, fiili bağımlılık oranı yaş kompozisyonunda farklılaşır. ↩
Burada marjinal verimliliği düşük olduğu halde çalışıyor görünen, yani gizli işsiz statüsünde çalışma hayatı içinde olanların EYT ile ayrılmasının, yeni istihdamı artırıcı etkide bulunacağı söylenebilir. Net etkiyi, emekli olup çalışanlar ile emekli olanların yerine açılan yeni pozisyonların farkı belirleyecektir.↩
EYT’lilerin iş piyasasına girmeleri sonucu göreli düşük işçilik maliyetleri nedeniyle firmalar için oluşacak maliyet avantajının, enflasyonunun tırmanış hızını bir miktar keseceği söylenebilir. Ancak bu, madde başlığı yapılabilecek bir etki gibi görünmemektedir.↩