Ömer Torlak –
Yeryüzünün imarına talip olmuş ve yaratılmışlar içerisinde Allah tarafından özellikli yeri tayin edilmiş olan insan, her yönüyle sosyal ve davranış bilimlerinin konusu olmuş ve olmaya devam ediyor. Kendisini özel olarak muhatap almış olan Yaratıcı, insana rehberlik etmiş, emin sıfatına sahip güvenilir elçileri aracılığıyla vahyini göndermiş ve yine elçilerinin bizatihi kendi hayatlarını onlara örnek olarak göstermiştir. Her bir peygamber kendi muhataplarına bizzat kendi hayatları ile insanın her türlü özelliği ile örneklik yaparak hayatlarını sürdürmüştür. Ta ki ölümleri ile sonlanan dünya hayatlarının tamamı ile ve tüm insani özellikleri ile insanlara örneklikleri devam etmiştir. Yani seçilmiş peygamberler nasıl ölümlü ise yaratılışı kendi elinde olmayan her insan da ölümle yüzleşmek durumunda olduğunun farkındadır. İnsanın eylemleri dikkate alındığında “acaba insan gerçekten vaktini bilmediği bir anda öleceğinin ne denli farkında” sorusu da karşımızda durmakta hiç şüphesiz.
İnsanın ontolojisine yönelik bu çok kısa girizgâhın niçin yapılmış olabileceği sorusuna sanırım başlıktan da hareketle bir anlam verebiliriz artık. Cevabını aradığımız soruyu özetle şu şekilde yazabiliriz: “Ölümlü olduğunu tüm tecrübe ve gözlemleri ile bilen, Yaratıcısının tüm örnekleri ile önüne serdiği bu gerçekliğin farkında olan insan, hiç ölmeyecek gibi nasıl yaşayabiliyor ve sosyal bilimler bu durumu nasıl açıklayabilir?”.
İnsana en güzel örneklik olarak Yaratıcısı tarafından ifade edilen peygamberler ve nihayetinde son peygamber Hz. Muhammed (as)’ın kendi kızına yönelik sözleri ve geride bıraktığı mirastan anlayabildiğimiz kadarıyla, her insanın ahirete ilişkin hesabını bireysel olarak vereceği ve kendisinin çok sevdiği kızı hakkında da elinden bir şey gelmeyeceğini biliyoruz. Yine onun çok yakınında olan yol arkadaşları kendisi vefat ettiğinde bu en yalın gerçeklik karşısında ölümsüzlüğü aramadılar.
Hayatın her alanında gençlik, makam, para, güzellik gibi güçlerle imtihan olunan insan, önündeki en yalın örneklere rağmen, gücün peşinde ölümsüzlüğü aramaktan da geri durmadı. Belki de şöyle demek daha uygun olur: İnsan herhangi bir güce sahip olduğunda bu gücün elinden gideceğini, bir gün bu gücünü kaybedebileceği düşüncesini aklına getirmek istemedi. Aklına geldiğinde ise bu düşünceyi güç elinde oldukça zihninden uzaklaştırmayı denedi. Güçten düştüğünde ya da çok yakınındakini kaybettiğinde ölümü hatırlayan insan zaman içinde mezarları yaşadığı mekânın dışına çıkarmak suretiyle hızlıca ölümsüzlük düşüncesine geri dönmeyi başarabildi.
Ölümsüzlüğü arayan ölümlü insanın kendi içine, topluma ve gruplara, iş ortamına ve sosyal yaşamına ilişkin davranışları ile Yaratıcısı ile olan ilişkisine yönelik niyet, tutum ve davranışları ve bunların sonuçlarına ilişkin her türlü konu ise sosyal bilimlerin ilgi alanında olmaya devam ediyor. İnsanı yaratan Allah, onu muhatap aldığı Kur’an’da doğrudan tasvir edici açıklamalarla birlikte kıssalar yoluyla ve bazen de daha açık ifadelerle özünde aynı olan insanın farklı güç kaynakları ile olan imtihanını örneklendirmeye çalışmaktadır. Eylem ve davranışlarının sonucuna ilişkin hesap verilebilir bir ömrü yaşayabileceği rehberliği kendisine sunmaktadır. Bunu yaparken de insanın ne kadar farklı yaklaşım içinde olabileceğinin örneklerini de sıralamaktadır. Doğrudan muhataplıktan her ne sebeple olursa olsun uzaklaşan insanların kahir ekseriyeti ise kendisini muhatap alan Yaratıcısı ile münasebetini birtakım aracılara havale etmekten imtina etmemiştir. Bugün de aynı şekilde çok sayıda insan aynı ilişki biçimini sürdürmektedir. Böylesi bir yaklaşım bazılarına görünmez bir güç kazandırmaya devam etmektedir.
Görünmez güç sahipleri gücün sarhoşluğu ile çoğunluk ise Yaratıcının hitabından uzaklaştığı için muhtemelen ölümsüzlüğü daha fazla arar hale gelmiştir. Din adına ve özelde İslam adına gücü kullananların beyin ya da beden ölümünün ötesine taşıdıkları ölümsüzlük düşüncesi tefsir, kelam, hadis, fıkıh ve benzeri sosyal bilim alanlarındaki kavram, konu ve araştırma sorularını nasıl farklılaştırabiliyorsa, hukuk alanında insan yerine kurumların önemsenmesine yol açabilmekte, iktisat alanında iktisadi insan benzeri kavramsallaştırmaların merkezde yer almasına yol açabilmekte, psikoloji alanında kişisel gelişim konularının alıcısı fazlasıyla artabilmekte, felsefede bağlamından kopuk müzakereler gündeme gelebilmekte, sosyolojide eklektik sorularla bütüncül bakıştan uzak cevaplar ortaya konabilmekte, bazı edebî eserler eliyle ise insandaki ölümsüzlük fikri beslenebilmektedir. Teknolojinin baş döndürücü hızla ortaya çıkardığı hemen her sonuç, insanın ölümsüzlüğü yakalamak için fırsata dönüştürülmek istenmektedir. İşletmeler ise tüm bu gelişmeleri dikkate almak suretiyle pazarın beklentileri ile uyumlu ürünleri geliştirme uğraşısını her zamankinden daha fazla ortaya koymaktadır. Dolayısıyla işletmecilik, pazarlama ve yönetimle ilgili sosyal bilim çalışmaları doğal olarak, verimlilik ve etkinlik bakış açısını odağına alırken ölümsüzlük fikrini hem müşteriler hem de çalışanlar için besleyen bir sosyal bilim alanına dönüşmektedir.
Tüm bu değerlendirmeleri yaparken elbette sosyal bilimlerin odağındaki insan psikolojisi, insan-insan ilişkisi, insan-grup, insan-toplum etkileşimi süreçlerini ve bunların sonuçlarını irdelemek ve bunlara ilişkin değerlendirme yapmak gibi asli işlevleri olduğunu inkâr etmiyoruz. Bu yazı ile vurgulamaya çalıştığımız sosyal bilimlere ilişkin hemen her alanda yapılan çalışmaların bu amaca ne kadar hizmet ettiği ya da insanda ölümsüzlük fikrini beslemek ve büyütmek suretiyle yine sonunda insanın hem yeryüzüne, insanlığa, gelecek kuşaklara hem de insanın hayatı ıskalamak suretiyle yıpranmasına yol açıp açmadığına ilişkin bir değerlendirmeden ibarettir.
Sahip olduğu ya da sığındığı gücün etkisindeki sosyal bilimci, bazen bile isteye bazen de farkında olmadan kitleyi ölüm fikrinden uzaklaştırıcı kavramların daha fazla konuşulmasını sağlayabilir bazen de kavramların bağlamından koparılması yolunu tercih etmek suretiyle kitlelerdeki ölümsüzlük fikrini besler. İnsanlık tarihi bu konularda, tefsir, fıkıh, hadis ve kelam ilmi ile uğraşan çok sayıda bilim insanının örneklerine fazlasıyla sahiptir. Bu örnekleri ortaya çıkaran şey ise genellikle gücün yanında yer alma arzusu, güçten korkma ve kişisel menfaat olsa gerek. Yine insanlık tarihi hakikati arayan ve ölümü göze alabilen örnekler yanında güce ram olan ve güçlünün etkisinde kitleye ölümsüzlük fikrini aşılayacak çalışma ve açıklamalar yapan örneklerden de yoksun değildir.
İlahiyat alanında çalışan kimi araştırmacılar bu şekilde davranırken sosyoloji, psikoloji, hukuk, iktisat, felsefe, edebiyat, tarih, antropoloji, işletme, pazarlama ve her alandaki sosyal ve beşerî bilimle uğraşanların ölümsüzlük arayan insana neler söylemiş olduklarına kısaca değinebiliriz şimdi. Bunu yaparken, örneklendirmeye çalışacağımız her alana ilişkin anlama, açıklama ve anlamlandırma çabalarına ilişkin işini iyi yapmaya çalışan sosyal bilimcilerin hakkını teslim etmeye çalışacağız tabii ki.
Toplumu, ilişkilerini ve toplumsal değişimi ve bunun altındaki göç, kentleşme, işsizlik vb. çok sayıda sosyolojik çalışma yanında, bedeni, mekânı ve tüketimi inceleyen çok sayıdaki çalışmalar eliyle insanın ölümsüzlük fikrinin beslenmesi de mümkün gözükmekte. Bu çalışmaları yapanların niyetinden bağımsız olmak üzere, araştırma sonuçlarını okuyanlar, bu sonuçlar üzerinden topluma ve insana verilen mesajlar eliyle ölümsüzlük arayışındaki insanın asli sorumluluklarından uzaklaşma ihtimalinin arttığını söyleyebiliriz.
Benzer biçimde kişisel gelişime evrilen psikoloji alanındaki çalışmaların pek çoğu, kariyerine odaklı bir insan profili üzerinden ölümsüzlük arayışlarını artırıcı etkide bulunabilmektedir. Bazı bağımlılıklara ilişkin psikolojik araştırmaların insanı sürükleyebilecek olumsuzlar karşısındaki uyarıcı etkisine karşılık kapitalist çalışma kültürünü besleyebilecek bazı psikoloji ya da sosyal-psikoloji araştırmaları eliyle kişi, şirket ya da kurumlardaki ölümsüzlük fikri kalıcı hale gelebilir.
Bazı düzenlemeleri, toplumları ya da yönetim biçimlerini, insanlığın geldiği son nokta olarak görebilen bakış açısı, hukuk ve tarih alanları bağlamında sosyal bilimler eliyle ölümsüzlük fikrinin beslendiği örnekler arasında sayılabilir. Yaratıcının muhataplığından uzaklaşmış insan üzerinde bu ve benzer etkileri fazlasıyla görmek mümkündür. Tarihin hamaset ve mitlere indirgendiği bir düzlemde insan geçmişe öykünmek yoluyla ölümsüzlüğü yaşamaya çalışırken, mevcut düzenleme ve kanunların idealize edildiği her değerlendirme, benzer şekilde insanı ölümsüzlük fikrine fazlasıyla yaklaştırabilir. Özellikle gücü elinde bulunduranlar, kendi lehlerine olan durumun devamı sayesinde hiç ölmeyecekmiş gibi hayatına devam etmek ister. Hele bir de vicdanında başkalarının hakkını ihlal ettiği gibi rahatsız edici bir ses varsa, bu durumda mevcudu korumak yoluyla ölümsüzlük fikrine kendisini alıştırmak suretiyle bu seslerden kurtulma çabası ağır basabilir.
Neo-klasikten liberal iktisada, finansal iktisattan davranışsal iktisada rasyonellik ile irrasyonellik arasındaki salınımlara ilişkin alıcı ve satıcı davranışları ile fiyat dengesini açıklama çabasında olan iktisat çalışmalarında da insanı ölümsüzlük arayışına sevk edebilecek yönlendirmelerden söz edebiliriz. Kaynakların verimli ve etkin kullanımına katkı sağlamayı amaç edinmiş iktisadi araştırmalar ve bunları gerçekleştiren iktisatçıların ölümsüzlük arayışı içinde olan insanın bu arayışına destek mahiyetinde sonuçlar ürettiği açık. Özünde daha fazlasını kazanma hırsı taşıyan insanı anlamaya çalışırken bizatihi iktisatçının kendisinin de aşırı kazanma hırsını artıran söylemlerde bulunması ihtimal dâhilindedir. Marjinal faydanın oluştuğu yerde arzın sınırlanmasını önerebilen bir iktisatçı, acaba ilave fayda oluşturabilecek bir çabanın engellenmiş olması sonucunda bazı insanları dayanışma ruhundan alıkoyup ondaki ölümsüzlük arayışına katkıda bulunabilir mi? Bu soru ilk bakışta anlamsız görülebilir. Ancak güçten beslenen bir hadis araştırmacısının kendince iyi niyetli olarak zayıf bir hadisi gerekçe göstererek insanların emeklerinden daha az maliyetle ve daha fazla yararlanılmasına yol açan çabası, ölümsüzlük arayışı bakımından insanı ne denli besleyebilirse, bir iktisatçının marjinal fayda kavramından yola çıkarak dayanışma ruhuna halel getirecek düzeyde bunu araçsallaştırması da ölümsüzlük arayışını en az onun kadar besleyebilir.
İktisadi eylemlerin aktörlerini inceleme konusu yapan işletme ile alıcı-satıcı arasındaki ilişkileri açıklama ve anlamlandırma çabasında olan pazarlama bilimleri de ölümsüzlük arayışını besleyebilir. Finans karar ve uygulamaları ile finansal tablolarda göz boyayıcı dokunuşlar yapmaya yol açabilen sosyal bilim çabaları, çalışanların seçimi, işe yerleştirilmesi ve kariyer yönetimleri ile ücretlendirme konuları bağlamında insan kaynakları yönetimleri ölümsüzlük algısını besleyecek şekilde araştırma sonuçlarını gündeme getirebilir. Pazarlama ve reklamcılık algıyı oluşturma ve yönetmeye aday çabalar olarak çok sayıdaki ipucu ile insanın ölümsüzlük arayışında onu yalnız bırakmayan destekleri gösterebilir. Dolayısıyla tüm bu mikro ölçekli sosyal bilim çalışmalarının en azından bir kısmının farkında olarak ya da olmaksızın insanın ölümsüzlük arayışına katkı sağlayan süreçlere dönüşmesi ihtimal dâhilindedir.
Kültürel değerler, kültürel çalışmalar ve antropoloji alanında da geçmiş insan topluluklarının ölümsüzlük arayışlarını besleyecek konuların iyi niyetle de olsa bazı sonuçlarının insandaki ölümsüzlük arayışını beslemesi mümkündür. Köy pazarları ve panayırlardaki insan davranışları ve değerlerini araştıran çalışma sonuçlarının en azından bazılarında ölümsüzlük arayışını artırması söz konusu olabilir.
Edebiyat alanında çok sayıdaki araştırma ve çalışma da benzer şekilde bir algıyı destekleyebilir.
Burada biraz soluklanıp şu soruyu sormak doğru olabilir: “Sosyal bilimler mi insandaki ölümsüzlük arayışını beslemekte yoksa insanda var olan ölümsüzleşme eğilimi mi sosyal bilimleri bu tür çabaların içine itmektedir?”.
Yukarıda sıralamaya çalışılan her bir sosyal bilim alanına ilişkin örnekler, bir yandan ölümsüzlük düşüncesini besleyen bir çaba olarak algılanırken, aslında yazının başlarında sorduğumuz soruyu dikkate aldığımızda, insandaki ölümsüzlük düşüncesini açıklamada sosyal bilimlerin ne denli ayrıntıya inen ve kuşatıcı örnekler olarak da okunabilir. Bir diğer deyişle, sosyal bilimlerin hemen her alanındaki çaba ve çalışmalar insanın ölümsüzlük düşüncesini hem açıklayan hem de besleyen bir yönü olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Nihayetinde sosyal bilimci de ölümsüzlüğü arayan insan tarafından icra edilmektedir.
İnsan zekâsı ve zihninin geliştirdiği teknolojik gelişmelerin de katkısıyla ölümsüzlük arayışının bir sonucu olarak post-truth, post-human gibi arayışların distopik eserler başta olmak üzere edebiyata yansıdığını görüyoruz. Bu gelişmelerin edebiyatla sınırlı kalmayıp sosyal bilimlerin her alanında kendisini gösterdiği aşikâr. Arayış halindeki insan ise sosyal bilimlerin her alanında kendisinden yola çıkarak hemcinslerinin ölümsüzlük arayışına tercüman olmaktan geri durmuyor. Elbette bazı sosyal bilimciler de unvan arayışı ile ölümsüzlük arayışına girebiliyor. Kimisi kariyeri boyunca bu çabanın sonucunu alma peşinde koşarken kimisi ise öldükten sonra ismini ölümsüzleştiren eserlerle anılmaya devam ediyor.
Sonuç itibariyle ölümsüzlüğü arayan insanın hikâyesini öyle ya da böyle sosyal ve beşerî bilim alanlarında çalışan insanlar yazmaya devam ediyor. Bazen tekil olarak insanın hikâyesi ama çoğunlukla kitlesel insan hikâyelerini sosyal bilimler sayesinde okumaya devam ediyoruz. Kimimiz ise okuduklarımız arasında kendi hikâyemizi bulmaya ya da başkasının hikâyesinde kendimizi ölümsüzleştirmeye çalışabiliyoruz.
Değişen mekân ve zamanda sosyal bilimler, aslında çok fazla değişmeyen insanın ölümsüzlük arama çabasını açıklama ve anlamlandırma eylemlerine devam ediyor.
İnsanın kendi ölümsüzlük arayışına ilişkin bir sosyal bilimci olarak cevap arama çabasının karşılık bulup bulmadığı ise ayrı bir yazının konusu.