GERİ KALMIŞLIK ÜZERİNE 4/5: BİREYSEL İYİLİK HÂLİ TOPLUMSAL İYİYİ GETİRİR Mİ?

Ömer DEMİR –

Toplum bireylerden oluşur ama bireylerin toplamından fazlasını gerektirir. Bu durum, birey ve toplum arasında döngüsel ilişkiler yanında birbirinden bağımsız oluşumların da (gizli veya açık kurumlar) varlığını gerektirir. “İyi bireylerin” “iyi topluluklar” kurmaları beklenir ama bu kendiliğinden ve zorunlu biçimde meydana gelmez. Yani hâlâ bireysel düzeyde “iyi” olan bireyler “iyi” toplumsal organizasyonlar oluşturamayabilirler. İlk anda ters gibi duruyor ama değil, örnekleri gözlerimizin önünde. Açıklayalım.

İyilik Bireyde Başlar Ama Toplum Onu Dönüştürür

Bir toplumda insanlar sözlerinde durmuyorlarsa, bildiği doğruları karşısındakinin yanılmasından istifade etmek için söylemiyorlarsa, kasıtlı olarak taahhütlerini tam olarak yerine getirmiyorlarsa, daha iyi yapabilecekken işlerini iyi yapmıyorlarsa, gerektiği kadar çalışmıyorlarsa bunun sebebi, kuşkusuz sözünde durmanın, taahhütlerini yerine getirmenin, işini iyi yapmanın ve yeterince çalışmanın çok değerli olduğunun farkında olmamaları değildir. Beklenen başarının oluşmaması, içinde yaşanılan kurumsal yapıların (örneğin eğitim, üretim, yönetim, adalet, çalışma veya ceza sistemlerinin) bireysel düzeyde kolayca benimsenen değer veya ideallerin hayata geçirilmesini organize etmede yeterli olmamasıdır. Çünkü bireysel nitelikleri bakımından “iyi” insanlar salt bu iyiliklerine dayanarak, kendiliğinden iyi sistemlerin kurulmasını temin edemezler. İnsanlık tarihi bunun canlı şahididir. Dünyanın her yerinde tek başına milyarlarca “iyi” insan görürsünüz. Bütün toplumlarda “iyi” insanlar mutlak sayı olarak çoğunluktadır. Aksi taktirde bireyler topluluk haline gelemezlerdi. Ama o “iyi” insanlar çoğu zaman yetersiz ve işlevsiz bağlarla bir arada tutulmaya çalışıldıkları için kolektif olarak başarı hikâyeleri yazamamaktadırlar.

Çok sık duyduğumuz bir yakınmadır: “Tek başına çok başarılı insanlarımız var ama bir araya geldiklerinde başarısız oluyorlar.” Bu yakınma en genel olarak ülke vatandaşı kimliği için söylendiği gibi, belirli okulların mezunları, bir meslek grubu mensupları, bir hemşehri grubu, hatta akraba grupları için de söylenir. Daha özelleşmiş olanı “dünya tatlısı bir insan ama çok kötü bir yönetici”dir (ben bunlardan çok tanıyorum 😀). “İyi” bir insan olmak işlevsel, başarılı ve etkin toplumsal kurumlar oluşturmak için gerekli bilgi, yetenek ve tecrübeye sahip olmak, çevresindeki diğer bireyleri uygun biçimde motive edecek ilişkiler kurmak ve onların kapasitelerini azami derecede kullanmalarını sağlamak ve bu yolla iyi işler çıkarmak için kesinlikle yeterli değildir. Fazlası gereklidir. Hatta bazen “kötü” insanlar bu konuda daha başarılı bile olabilir. (Yeni yollar arayan, farklı tarzlar deneyen, kimsenin yapmadığını yapmaktan hoşlanan kişiler, her zaman “iyi” insan tanımının çağrıştırdığı uyumlu, geçimli ve erdemli insanlar olmayabilir. Bu konu başlı başına müstakil bir yazı konusudur.)

Ayrıca bu “iyi” birey meselesinde de dikkat edilmesi gereken bazı önemli hususlar vardır. Bunlardan biri, bireyin “iyi” olmasının, bir ölçüde, döngüsel nitelik taşımasıdır. Yeterince iyi ilişki ağı içinde yetişmeyen birey, beklendiği kadar “iyi” olamaz. Çünkü birey iyinin ne olduğunu içinde yer aldığı ilişki ağları sayesinde öğrenir ve benimser. O sebeple sadece tek bir kişinin olduğu yerde iyi-kötü pek bir anlam ifade etmez. Bir ilişki, ne kadar çok birey (insan, diğer canlılar ve nesneler de dâhil edilebilir) ile etkileşimden başarı ile beklenen sonucu vererek çıkarsa o kadar benimsenir. Örneğin, sözünde durmak herkes için iyi kategorisinde bir değerdir. O sebeple hiçbir toplumda hiç kimse sözünde durmamayı yerinde bir tutum olarak savunmaz. Birinin bireyin sözünde durmamanın istisna olduğu, diğerinin de çok sayıda sözünde durmayan kişinin bulunduğu iki ayrı grup içinde yetiştiğini düşünelim. Sözünde durmamanın istisna olduğu bir ortamda yetişen birisi için söz verdiğini yapmamak, grup içinde güvenle yaşamını devam ettirebilmesi için kolay kolay tercih edebileceği bir seçenek değildir. Ama gündelik ilişkilerinde sözünde durmayanlarla çok karşılaşan birisi, sözünde durmanın önemli bir değer olduğuna inanmakla birlikte, bu konudaki fiilî yükümlülüğünün daha az olduğunu düşünme eğiliminde olacaktır. Zamanla kişi, düşündüğü gibi olmazsa olduğu gibi düşünmeye başlayacaktır. İşte döngüsellik buradadır.

Kişi bu kısır döngüye bir kez kapıldığında, bu döngüden çıkabilmesi için, sadece kendisinin değil diğerlerinin de beklenen biçimde davranacağına inanması gerekir. Bu beklentinin gerçekleşmesinin de birçok koşulu olabilir. Bu kısır döngünün kırılması çok uzun zaman alabileceği gibi, hiçbir zaman gerçekleşmeyebilir de. Bu sebeple soyut değerlerin, kurumsal bağlam içinde somut davranışa dönüşürken sık sık farklılaştıkları görülür. Bireysel düzeyde kabul gören değer ve ilkeleri yeterli biçimde ödül veya ceza yaptırımına bağlayan kurumsal yapıların olmadığı yerlerde, lehine olumlu beyanda bulunulan tutumlar ile o tutumların tezahürü olması beklenen davranışlar arasındaki mesafenin giderek açılmaya başladığı görülür.

Toplum Sadece Keşif Değil İcatlarla Oluşur

İyi ilişki ağı, imkânlara, yeteneklere ve grup ölçeğine göre çoğu zaman bireysel isteklilik hâlinin bir devamı niteliğinde olmayan ve bu sebeple varlığı zihinlerde saklanan ama keşfedilebilir olmaktan çok “icat” edilen bir şeydir. Bu keşif ve icat farkı şu nedenle önemlidir: Keşif, var olduğu halde henüz insan bilgisi hâline gelmemiş olanı fark etmek; icat ise varlığı, kullanıldığında oluşan şeydir. Gece ve gündüzün birbirini takip etmesi ve mevsimlerin ortaya çıkmasını sağlayan düzenliliği fark etmek bir keşif, belirli malzemeleri belirli usule göre bir araya getirip havadar ve sıcak bir kulübe yapmak ise icattır. Hem icat hem de keşif insan zihninin aktif çalışmasıyla oluşur ama icat, keşifleri bir ileri aşamaya taşıma niteliği gösterdiği için hem daha üst bir beceri olarak görülür hem de başkaları tarafından aynen gerçekleştirilme ihtimalleri düşüktür. İcat yapılırken keşiflerden yararlanıldığı için (örneğin ev yaparken güneşin açısı, rüzgârın yönüne göre ısı ve havanın değişme durumu, yağmurun akış hızı vb.) başarılı keşifler yeni icatlara imkân oluşturur. Sosyal kurumların çoğu keşif değil icattır ve insan tabiatını anlamaya dönük keşifler üzerinde inşa edilirler. İnsan eğilimlerini keşfetmek, kurumlar için gerekli bir şart olmakla birlikte yeterli değildir. Grup halinde etkili işler yapabilmeleri, icat edecekleri bu kurumsal yapıların etkinliğine bağlıdır. Bu kurumsal yapıların birer keşif değil icat olduğunu fark etmek de önemli keşiflerden biridir. Uygun icatlar yapamayan birey ve topluluklar ile yapanlar arasındaki farklılık, bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Yokluğunda Fark Edilen Kurumlar

Bu bağlamda bireylerden uyumlu ve başarılı bir toplum oluşturmak, birçok kurumsal icat gerektirir. Yani toplum, tek başına bireylerin ihtiyacı olmayan çok şeye muhtaçtır ve ancak onlar olursa toplum olur. O çok şey, çoğunlukla topluluğu oluşturan fertlerin zihinlerinde kendine yer bulur. Bu yönüyle çoğunlukla görünmez niteliklidir. Belirli bir tutum veya davranış olarak tezahür eder, ama çoğunlukla da varlığında değil yokluğunda fark edilir. Topluluğu birlikte daha üretken yapan kurumların bir kısmı örgütsel yapılara dönüştüğü için görülebilir ve kayda geçirilebilir niteliktedir. Bir kısmının varlık alanı sadece zihinlerde ve görünmez niteliktedir. Çoğu zaman topluluğun bu ortak zihni, eksiksiz olarak kayda geçirilemez. O sebeple de büyük oranda tam olarak nakledilemez ve taklit edilemez.

Dolayısıyla bireyden grup ve topluma geçişte gerekli ilişki ağları bir arada yaşamaya katkı odaklı gelişir ve sürekli yenilenmeleri gerekir. Eğer grup bireyleri arasında iyi bölümü yapılamaz ve bu sebeple kaynaklar etkili biçimde kullanılmazsa, iyi işleyen etkili ödül ve ceza sistemleri kurulamazsa, birlikte yaşam, başarısız kurumlar üzerinden ve ağırlıklı olarak kaba güç kullanmak suretiyle sürdürülür. Kaba kuvvet düzen oluşturmada görür ama meşruiyeti zayıftır. Politik sistemi kırılgan ve istikrarsız hâle getirir.

Belirttiğimiz gibi, amaca uygun ve verimli kurumlar kuramama, bireylerin yetenekleri ile ilişkili olmakla birlikte onların birebir sonucu da değildir. Bu esasen etkili kolektif karar alamama sorunudur. Genelde bir karar veya düzenleme ona uyacak olanların meşru görmesi ile benimsenir ve uzun ömürlü olur. Bu meşruiyetin nasıl sağlanacağının sırrı henüz tam olarak çözülememiştir. Bu konuda en başarılı kurumlardan birisi ulus devlet hayali ve onun bir tezahürü olan milliyetçiliktir. Tam olarak hangi bağlar olduğu bireysel olarak bilinmese de, bir milliyet duygusu etrafında birbirine bağlı bireyler oluşturma süreci (ulus devlet kurma da diyebiliriz), insanlık tarihi açısından önemli politik icatlardan biridir. Ortak hareket edilecek birimin millet olması, kolektif karar alma süreçlerine meşruiyet kazandırmada genel oy prensibi de diğer önemli icatlar arasında yer alır. Biz bu icatlardan bayrağı, seçimleri ve örgütleri görürüz, ancak onları etkili kılan zihinsel kurumlar olmadan işlevlerini yerine getirmediklerini hemen fark edemeyebiliriz. Yağ, un, şeker, su ve ateş varsa çok lezzetli bir un helvası garanti değildir. Helva yapmayı da bilmek gerekir.

Burada icat kavramına olan vurgu, bir insan topluluğunda bulunan bireyler arasındaki farklı duygu, çıkar ve beklentilerin ortak amaçlar için dönüştürülme biçiminin her topluluk için bir diğerinden farklı formüller gerektirebileceğine işaret etmek içindir. İnsan olmak yönüyle farklı topluluklarda bir ortak payda olmakla birlikte, geçmişten itibaren sahip olunan farklı kurumsal birikimler, sözünü ettiğimiz farklı formüllere görece farklı düzeylerde kalıcılık ve süreklilik kazandırmış olabilir. O sebeple insanlar arasındaki ilişkileri uygun bir kalıba sokan iyi kurumlar bütün toplumlarda birbirine benzemek zorunda değildir. İhtiyaç ve imkânların farklılığı, etkili çözümleri de farklılaştırabilir. Aynen aynı manayı çok farklı ses ve sembollerle üreten ve ileten diller gibi. Bazı diller yeni ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamada belirli süreliğine yetersiz kalabilir.

Bu tartışmanın buradaki konumuzla ilişkisi şu: Peşinde olduğumuz sorunun (niçin bazıları ileri gitti de diğerleri geri kaldı) tam cevabını herkesi ikna edecek sadelik ve kesinlikte bilsek bile, bu bilginin, bundan sonra aynı sonuçları isteyen herkesin kullanabileceği bir çözüm formülü içerip içermeyeceği belirsizdir. Çünkü rehber niteliğindeki reçeteler, ancak onları hayata geçirecek bir kısmı açık bir kısmı örtük ilke, değer, kural ve uygulamalar içeren “kurumsal yapılar”la birlikte sonuç vermektedir. Gelişmiş ülkelerin nasıl kalkındığına dair kapsayıcı bir teori (veya açıklama), dünya çapında en çok satan kitaplar yazmaya veya iktisat alanında Nobel ödülü almaya sebep olabilir, ama bu bilginin dünyanın farklı yerlerinde farklı kurumsal yapılar içinde yaşayan insanların yaşamlarını ne yönde etkileyeceği, değişimin sadece bu bilgiye bağlı olmaması nedeniyle, belirsizliğini korumaktadır.

İnsanlık tarihi, sonuçları daha sonra dünya genelinde yaygınlaşan bazı önemli devrimler (tarım, sanayi, bilgi, dijitalleşme vb.) içerse de birçok değişim, ilk yapan ile sonradan yapanların karşılaştıkları durumlar bakımından birebir tekrarlanamaz bir gelişim seyri izler. Bunun birbirinden nitelik olarak farklı birçok nedeni vardır. Bazen bir şey, her yerde olabilecekken sadece bir yerde olur, bazen de başka yerlerde olmadığı için orada olur. Örneğin herhangi bir tohumun ıslahı, ıslah bilgisi bulunan ve iklimin elverdiği her yerde gerçekleşebilir, ama güçlü yayılmacı bir devlet, ancak daha başka güçlü devletlerin olmadığı yer ve durumda oluşur. Bir ürünü ilk kez üreten, pazarlayan veya satan, aynı işi yapan çok sayıda kişinin yaptığından farklı bir ortamda faaliyetini yürütür. Aynı dönemde başka yerler yeterli cazibe merkezi olamadığında, cazibeniz sizi dünyanın etkili bir merkezi yapar. Dünyada yetenekleri toplayan yeterince cazibe merkezi varken sizin onların yaptığının aynısını yapmanız sizi de onlar gibi cazibe merkezi yapmaya yetmediği gibi onlara da eski cazibe gücünü kaybettirebilir. Genel bir hastalık kategorisi tanımlayarak bu çerçevede önerilen tedavi usullerinin bireyler arasındaki farklılıkları göz ardı ettiğini ifade etmek üzere tıpçıların “hastalık yok hasta var” demelerine benzer bir durum ile karşı karşıyayız. Her bir ülkenin gelişme serüveninin başkalarına ilham oluşturacak birçok özellikler barındırsa da tümüyle kendine özgü yönleri vardır.

Katma Değeri Yüksek Ürün Üretme Herkese Çare Olmaz mı?

Burada kalkınma deyince hemen akla gelen katma değeri yüksek ürünler üretme “mucize” önerisine biraz değinmekte yarar var. Başkaları yenilik yapamadığında, sizin “katma değeri yüksek” ürünler geliştirmenizi sağlayacak yenilikler yaparak öne geçmeniz mümkün olur. Herkes aynı hızla yenilik yaparsa yenilik yoluyla katma değer farkı oluşturmak zorlaşmaya başlar. Tümüyle atıl duran bir kaynağı harekete geçirmek veya farklı kullanım alanları oluşturmak, bir ihtiyacı giderecek ürünü ilk kez üretmek, mevcut ürünleri daha ucuza veya kaliteli üretmek, saklamak ve nakletmek gibi birçok boyutu olan yenilikçilik, bir örnek üzerinden kavramsallaştırılamaz. Ancak burada da bir terkip yanılgısı 1 mal edip ona sattığınızda) aynı durumun hem girdileriniz hem de karşılığında nihai ürün olarak aldıklarınız için de söz konusu olacağı için, diğer mal ve hizmet üreticileri yerinde saydığı halde siz ön alırken elde ettiğiniz yenilik avantajı büyük ölçüde kaybolacaktır. Kısacası, bir yerde başarılı olan bir süreç, başarısını başka yerlerin yerinde saymasına bağlı olarak elde ediyorsa (Batıdaki bugünkü gelişmelerin birçoğunda, hatta günümüzün tartışılmaz kalkınma formülü olarak dillendirilen yenilik faaliyetlerinde de 2 olduğu gibi) bu formül her zaman ve her yerde herkes için başarı getirir diyemeyiz.

Zengin ülkelerin durumuna bakarak bütün ülkelerin aynı şeyi yaparlarsa benzer bir üretim artışı sağlayacakları beklentisi, örtük iki varsayımdan güç alır. İlki, bugün birilerinin tüketebildiği mal ve hizmetleri, isteyen herkesin tüketebileceği kadar artırmanın mümkün olduğu, yani üretimin isteyen herkesin talebini karşılayacak biçimde sınırsız olarak artırılabileceği varsayımıdır. Bunun bedava mallar dışında hangi mal ve hizmetler için ne kadar mümkün olabileceğini iyi düşünmeliliyiz 3

İkincisi, yapana bakan herkesin aynısını yapabileceği varsayımıdır. Bu varsayım da yanıltıcıdır. Bir oluşu incelerken odak noktasını sadece yapana çevirmiş olmak, oluş sürecinin tam olarak kavranmasını sağlamaz. Örneğin bir yarışmada sadece birinciye bakarak çok çalışmanın birincilik getireceğini söyleyebilirsiniz, ama bu ondan daha çok çalıştığı halde dereceye giremeyenlerin durumunu anlamanıza imkân vermez. Bunu daha açık biçimde ortaya koymak için şöyle de sorabiliriz: Birisi ultra lüks bir araba kullanıyorsa bu hepimizin kullanmasının da mümkün olduğu anlamına gelir mi? Ya da bir işçinin patronluğa giden hikâyesine bakarak bütün işçilerin aynı yolu izlerlerse bir gün patron olacaklarını söylemek mümkün müdür? Bütün işçiler patronsa, aslında ortada patron yok demektir. Çünkü patron olmak için belli sayıda sizin için çalışacak işçi bulmanız gerekir. Aynı anda herkese patronluk vadederseniz yeni tür bir “işçisiz patronluk” icat etmeniz gerekir. Bunun gibi kalkınma süreçlerinde de sadece sermaye biriktirenlere veya ar-ge yapanlara odaklanıldığında, sermaye birikimi için üretim fazlalıklarına el konanların gerekliliği, ar-ge yapamadığı için elindeki üretimi gittikçe aleyhine olacak biçimde bir değişim oranı ile elinden çıkaranların durumunu gözden kaçırıyor gibiyiz. Hâlbuki onların durumu madalyonun zorunlu öteki yüzünü oluşturur. Konuyu en masum görünen katma değeri yüksek ürün üretme yaklaşımından örnekleyelim. İlk kez üretildiği için bir birim maliyete üretildiği hâlde, diyelim 10 birime satılan ürünlere “katma değeri yüksek ürün” diyoruz. Bir ürünün maliyetinin 10 katı bir fiyata satılabilmesi için firmanın ya üretim bilgisini başkalarından saklaması ya da kullandığı kaynaklar bakımından fiilî tekel konumunda olması gerekir. Eğer ekonomide her üretici birim aynı şeyi yapabiliyorsa, yani herkes bire üretip ona satıyorsa, bu, her üretim girdisi, maliyetinin 10 katına bir fiyatlamayla piyasaya çıkıyor, dolayısıyla bütün üreticilerin kâr marjları birbiri ile aynı demektir. Toplam kâr miktarını belirleyecek olan katma değer oranı değil, üretim hacminin büyüklüğü olacaktır. Bu bağlamda üretim hacminin artmasının firma lehine büyük kazanç sağlamasında, kullanılan girdilerin piyasadan temin edilip edilmediği kritik önem kazanmaya başlar. Bu durumda bir üreticinin, sadece üretim miktarını artırma dışında diğerlerinden daha fazla kazanç elde etmesi mümkün değildir. Çünkü tüm sektörlerde kâr marjları aynıdır. Piyasaya yeni giren bir firma, ancak o ana kadar en yüksek üretim yapan firmanın üretim miktarını aştığında, lehine avantaj elde etmeye başlayacaktır. Bunu bir ekonomide üretilen tüm mal ve hizmetler için düşündüğümüzde, bunun imkânsız denecek kadar zor bir ihtimal olduğunu, yani her ar-ge yapanın kazançlarını katlayarak firması lehine sermaye birikimi yapabileceğini söylemenin zor olduğunu görürüz.

Kısaca, ancak başkaları kendi alanlarında aynısını yapamadığı hâllerde, bir alanda birileri bire mal edip ona satıyorsa (katma değeri yüksek ürün üretiyorsa) yüksek kazanç elde edebilme şansı yakalar. Bu durumda, her üretici birimin yüksek katma değerli ürün üreterek kalkınması tavsiyesi hoş gözüken bir illüzyondan ibarettir. 4

Burada her kazananın olduğu yerde mutlaka bir kaybeden olduğunu söyleyemeyiz, ama bütün oyunlar da pozitif toplamlı oyun değildir. Çoğunlukla göreli avantajlar sonucu oluşan kazançlar içinde, göreli dezavantajların da dolaylı katkısı olduğunu görmek gerekir. İş bulma şansı düşük birinin asgari ücretle çalışmaya gönüllü olarak razı olması, pozitif toplamlı bir oyun olmakla birlikte, herkesin bulma şansını eşitlediğinizde bu pozitif farkın ortadan kalkacağını da atlamamak lazım. Birileri kendilerini çaresiz gördüğü için gönüllü hâle gelebilir; ancak, çare bulunduğunda gönüllülüğü ortadan kalkacaktır. Kısaca bütün herkesi göreli avantajlı hale getirmeyi vadetmek, göreli avantajları büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır.

Sonuç olarak, bireysel iyi olma halinin toplumsal iyinin ana omurgasını ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. Ancak unutmamak gerekir ki, (iyi ya da kötü) toplumsal olan, hiç bir zaman bireysel olanın basit bir toplamı değildir. Fazlaca böyle olduğunu düşünmeye eğilimindeyiz ama bu yanıltıcıdır. Bu sebeple toplumsal iyinin ortaya çıkarılması ve artırılmasında, bireylerin potansiyellerini koordine edecek görünür ve görünmez kurumsal yapıların varlığı gereklidir. Bu yapıların karmaşıklığı ve mevcut veri koşullar altında nasıl oluşturulacağının basit bir formülünün olmaması, bu konudaki kafa karışıklığının ana nedenidir. Bu sebeple toplumsal iyinin oluşmamasının sorumluluğunu hemen bireylere yüklemek, bireysel olarak çok iyi özellikler olan bireylerin ortak performansının beklendiği kadar iyi olmamasını açıklamamaktadır.


Ömer Demir
+ diğer makaleler

ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümünden 1988’de lisans ve 1990’da yüksek lisans derecesi aldı. 1993 yılında Anadolu Üniversitesinde İktisat alanında doktorasını tamamladı, 1996’da doçent 2009’da profesör oldu. Üniversite dışında TÜİK, YÖK ve ÖSYM’de yönetici olarak çalıştı, TÜBİTAK bilim kurulunda görev yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde öğretim üyesi. İktisat metodolojisi ile iktisadın kurumsal yapılarla ilişkileri konusunda çalışmalar yapıyor.


  1. olduğunu unutmamalıyız. Çünkü herkesin yenilikçi olduğu bir dünyada, katma değeri yüksek ürün ürettiğinizde (yani bireTerkip yanılgısı, her bir parça için ayrı ayrı geçerli olan bir özelliğin bütün için de geçerli olduğunu düşünme yanılgısıdır. Kavramın ekonomideki izdüşümlerini ele alan ayrıntılı bir tartışma için bkz. Demir, Ö. (2019). Her Birimiz İçin Ayrı Ayrı Uygun/Doğru Olan Hepimiz İçin de Uygun/Doğru Olur mu? Terkip Yanılgısının Ekonomideki Yansımaları. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 41(1), 106-125. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/743960

  2. Bu konuyu ele alan bir makale için bkz. Demir, Ö. (2020). Herkesin Aynı Anda Yenilik Yapması, Herkesi Aynı Anda Kalkındırır mı? Terkip Yanılgısı Bağlamında Bir Analiz. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 75(1), 213-234. DOI: 10.33630/ausbf.571640

  3. Dijitalleştirilebilen ürünlerin bir kez üretildikten sonra isteyen herkes için sıfıra yakın bir maliyetle tekrar üretilebilmesi durumunun önemli bir istisna olduğunu belirtelim. Bu konuda bir analiz için bkz. https://www.sosyalbilimlervakfi.org/tr/2022/04/omer-demir-telif-hakki-nasil-bir-haktir-4/#:~:text=%C3%96mer%20Demir%20%E2%80%93,kullan%C4%B1lmas%C4%B1na%20bir%20s%C4%B1n%C4%B1rlama%20getirmeyi%20ama%C3%A7lar.

  4. Biraz yakından ve ayrıntılı olarak bakıldığında, bazı şeylerin ilk andakinden farklı olduğunu görmek can sıkıcı olabilir, ama hakikat arayışı böyle bir şey. Başka türlü, sadece birilerini günah keçisi ilan eden analizlerle baş başa kalmak mukadder olur.