TELİF HAKKI NASIL BİR HAKTIR – 3
ARAZİ ÇEVİRİR GİBİ FİKİRLER KORUNABİLİR Mİ? KORUNMALI MI?
Ömer Demir –
Fikrî üretimin insanla birlikte var olduğunu tahmin edebiliriz. Akıl yürütme sonucu oluşan her türlü karar başta olmak üzere bütün zihinsel üretimler, bireylere fayda veya zarar verecek sonuçlar doğurur. Daha fazla yarar sağlayan zihinsel ürünler daha çok ilgi görür ve ödüllendirilmeye değer bulunur. Bu ödüllendirme maddi (gıda, yiyecek veya içecek, barınma vb.), manevi (itibar, sevgi, saygı) veya güç (sözü dinlenme, liderlik, yöneticilik vb.) tevdi etme biçimlerinden birinde veya hepsinden belirli oranlarda karşılık içerecek biçimde olabilir. Ödüle layık görülen her zihinsel ürün, sahibine sağlayacağı kazançlar nedeniyle özel mal olmaya adaydır. Özel malın oluşması sahiplik irtibatı ve meşruluk olmak üzere iki şartın bir araya gelmesini gerekli kılar.
Sahiplik bağlamında, ürünün onu ürettiğini ileri sürenle bağlantısının net ve kesin olması gerekir. Bir ürün benimdir diyen kişi bunun için yeterli kanıt sunabilmelidir. Bunun hem maddi üretim hem de fikrî üretim bağlamında bazı zorluklarına işaret edelim. Elinizdeki bir ekmek için “bu benimdir” dediğinizde başka hak iddia edenlerin olmaması, olsa da sizin kadar delil sunamamaları yeterli kabul edilir. Benzer şekilde bir fikri ifade ettiğinizde bunun size mi başkalarına mı ait olduğunun tespiti ekmekte olduğu kadar kolay değildir. Onu az önce birilerinden duymuş ya da kitaptan, dergiden veya internetten okumuş olabilirsiniz. Açıkça maddi varlığı nedeniyle ekmeğin mülkiyet izini sürmek, fikre göre çok daha kolaydır. Çünkü maddi varlıkların insanla olan ilişki zinciri zihinsel ürünlere kıyasla daha rahat kurulabilir. Ekmeği ne zaman, nerede, hangi unu hamur yaparak ürettiğinizi göstererek size aitliğini görece daha kolay biçimde tevsik edebilirsiniz. Ancak fikrî ürünler ilgilinin sözlü veya yazılı beyanı dışında kesin bir kanıt sunmanın zor olduğu, başkalarının müdahale edemeyeceği zihinlerde üretilip yine tevsiki zor olan görme veya duyma yoluyla aktarıldığı ve son tahlilde hafızalarda saklandığı için kendisine ait olduğunu iddia edenle mülkiyet ilişkisini kurmanın kolay olmadığı ürünlerdir. Üstelik bir şekilde bu ilişkinin kurulmuş olması tek başına yeterli olmaz. Kurulan bu ilişkinin meşruiyete sahip olması gerekir.
Meşruiyet, mal veya hizmetin kime ait olduğuna dair mülkiyet hakkının diğerleri tarafından da kabul ediliyor olmasını gerekli kılar. Evinizin yanındaki bir ağacın meyvelerini “bu ürünler benimdir” diyerek hemen sahiplenemezsiniz. Bu ağacın meyvelerinin size ait olması için çevrenizdeki diğerleriyle bir uzlaşma sağlamaya ihtiyaç vardır. Eğer herkes sahiplendiği ağaçlara birer işaret koysun ve o işaretle diğerlerininkilerden ayrışsın biçiminde bir norm oluşursa, mülkiyet hakkı tanımlanmaya başlar. Yani mal veya hizmetin sizinle olan irtibatını, sadece sizin değil diğerlerinin de meşru görmesi gerekir. Önemli olmakla birlikte sahiplenme gücünün varlığı, tek başına meşruiyet sağlamaya yetmez. Başkalarının onayının olmadığı sahiplenmeler çatışma sebebidir ve çatışmanın olduğu yerde hakkın değil gücün dediği olur. Güç hakka göre daha maliyetli bir taksim aracıdır ve o sebeple mümkün olduğu ölçüde hak temelli dağıtım daha fazla meşruiyet sağlar.
Mülkiyet oluşturma amaçlı başkalarını dışlayabilmek için malın talep edilen miktarından az olması, yani kıt olması gerektiğini belirtmeye gerek yok. Yani dünyada talep edilen miktardan fazla bulunan serbest mallar (güneş, hava, yerine göre yağmur veya nehir suyu vb.) pek özel mülkiyet konusu edilmezler.
Fiziksel Dünya ve Zihin Dünyasında Mülkiyet Hakkı
Telif hakkı, ağırlıklı olarak zihin emeğine dayalı olarak üretilen bir eseri meydana getiren kişinin eserle ilgili olası her tür sonuca sahip olma imkânlarını ifade eder. Telif hakkının sınırlarını çizmenin zorluğuna yukarıda işaret ettik. Zorluk sadece müellife ait olanı belirleme de değil, sınır çizilse de o sınırları korumanın da fiziksel varlıklara göre ilave zorlukları vardır.
Zira telife konu olan zihin emeği ürünler, maddi varlıkların başkaları tarafından kullanımının sınırlandığı biçimde kolayca sahiplenilemezler. Çünkü yukarıda bahsedildiği üzere, hem üretim biçimleri hem saklama yöntemleri hem de çoğaltma imkânları farklıdır. Bir arazi çitle çevrelenerek sahiplenilebilir, sahibi dışındakiler tarafından kullanımı kısmen veya tümüyle engellenebilir. Çitle çevirmek veya bekçi koymak maliyetli bir iştir ama sonunda bu maddi varlık, bu yolla büyük ölçüde sahiplenilip koruma altına alınabilir. Ama telife konu zihin emeği ürünler için durum biraz farklıdır. Örneğin bir ekmek üretildiğinde onu kimin tüketmeye hakkı olduğunu belirlemek görece kolaydır. Ancak bir zihinsel ürün meydana getirildiğinde ona diğer insanların hangi ortamlarda (yazılı, sözlü, görüntülü vb.) hangi kısıtlar çerçevesinde ulaşabilmelerinin “uygun” veya “yerinde” olduğunu belirlemek ekmek kadar kolay değildir. Söylenen güzel bir söz, geliştirilen bir matematik formülü birilerine söylendiğinde veya bestelenen bir melodi bir kez mırıldanıldıktan sonra birçok kişi tarafından izi sürülemeyecek biçimde hafızadan hafızaya aktarılıp, kısmen dönüştürülüp istenildiğinde kullanılabilir veya terennüm edilebilir. Veya yeni bir ev tasarımını bir kez görenler kısa sürede projenin çok benzerini hayata geçirebilirler. Buna geliştirilen bir oyun, keşfedilen bir sorun çözme yolu ya da elbise tasarımı gibi telife konu olabilecek yüzlerce zihinsel ürün eklenebilir. Açıktır ki, zihinsel ürünleri koruma altına almak, toprağı, evi, arabayı, sürüyü, buğdayı vb. koruma altına almaktan çok farklıdır.
Kısacası, bireyin zihninden dışarı çıkmış ve başkaları tarafından en az işlem gerektiren haliyle hafızalarda, buna ek olarak yazı, ses veya görüntü olarak kaydı alınabilecek işlemlere tabi tutulmuş bir bilgi üzerinde fiziksel varlıklarınkine benzer mutlak mülkiyet ihdası/iddiası mümkün değildir. Hatta bir bilgiyi hafızasında saklayıp gerektiğinde kullanan birisini, ilk üreticisinin, izni olmadığı gerekçesiyle kullanımdan men etmesi, ispat ve delillendirme zorluğu nedeniyle neredeyse imkânsızdır.
Yön bilgisini öğretip doğu, batı, güney ve kuzey yönlerini birine söyledikten sonra her doğuya gideceğinde aldığı bu yön bilgisi nedeniyle öğreticiye bir ödeme yapma zorunluluğunun getirilmeye çalışıldığını düşünelim. Bunun başarılı olması ancak bilginin eksik verilmesi, tüm parçaların bir araya getirilmesinin zorlaştırılmasıyla sağlanabilir. Bu durumu anlatmak için “usta en iyi numarasını öğretmez” denir.
Koruma sağlamada fiziksel güç başta olmak üzere güç kullanımı önemli yer tutar. Maddi varlıklar ağırlıklı olarak güç yardımı ile korunurken zihinsel ürünlerde maddi olmayan yaptırımlar da devreye girer. Onun için “kul hakkı” veya “tüysüz yetimin hakkı” söylemleri bu bağlamda önem kazanır.
Yazının İcadı ve Kâğıdın Bulunması ile Başlayan Dönüşüm
Hangi fikrin özel mal hangisinin de kamusal mal olduğu, fikrin özelliklerinden ziyade ortaya çıktıktan sonra onu çoğaltan ve yayan araçların maliyet durumuna bağlı olması, fikrî üretimi diğer üretimlerden ayıran önemli bir özelliktir. Bunu, kitap örneği üzerinden izah edelim.
Bir fikrî eseri vücuda getirmek için katlanılacak maliyetleri kabaca tek nüsha ve çok nüsha olarak ikiye ayıralım. Biri, bir zihin emeği olarak kitabın ilk nüshasının yazılması evresinde harcanan gayret, kullanılan zaman ve bu sürede müellifin hayatını devam ettirmesi için yaptığı masraflardır. Zihninde bir bilgi içeriğini oluşturan kişinin onu kitaba dönüştürmesi için kâğıtlara yazması, üzerinde tashihler yapması ve sonra onu çoğaltıp diğer insanlara ulaştırmasının işlem aşamalarını düşünelim. İkinci aşama ilk nüsha ortaya çıktıktan sonra eserin çoğaltılıp okuyucuya ulaştırılması sürecinde kullanılan hammadde, çalıştırılan insan ve yapılan her türlü masraflardır. Estetik bir kapak, gözü yormayan bir dizgi, varsa görsel malzemeler, temiz ve uygun ebatlarda bir kâğıda basma, okuyucunun o eserin varlığından haberdar olmasını sağlayacak tanıtım ve reklam ve nihayet onu edinmeyi isteyene ulaştırma aşamalarında katkıda bulunanlar da kitaba değer katarlar.
İlk aşamanın çok önemli olduğundan ve işin aslını oluşturduğundan şüphe yoktur. Çünkü asıl olan, telif sahibi yazarın ilk nüshayı yazmasıdır. Yayıncı, dağıtıcı, perakendeci sonra gelir.
Öte yandan fikir üretim sürecinde, ilk ürünü üretme ile sonrakileri üretme arasında önemli maliyet farkı vardır. Yazarın ilk nüshayı ürettiğinde yaptığı fedakârlıkların hiçbirini (gözden geçirme ve güncelleme hariç) daha sonraki nüshalarda yapmasına gerek yoktur. Yani yazar açısından tüm maliyet ilk nüshanın üretiminde gerçekleşir (tanıtım için imza günlerine katılmadığını düşünelim). Tarihin her döneminde elinize aldığınız bir kitabın orijinal nüsha ve çoğaltılmış nüsha maliyetleri arasında ikinciler lehine büyük fark vardır. Bugün kâğıda basılı bir eserde yazarın telif hakkı yüzde 20 civarındadır. Geri kalan yüzde 80’i, orijinal nüshayı çoğaltmak için ortaya çıkan maliyetler oluşturur. Matbaa öncesi dönemde, çoğaltma işlemini çoğunlukla yazarın dışında yazısı güzel olan müstensihler yapardı. Bir kişinin haftalarını ayırıp eserin kopyasını çıkarması yanında, onlarca kişinin her birinin belirli sayfaları çoğaltıp sonra birleştirip kısa sürede kitabın bir nüshasını ürettiği (adeta insanlar yoluyla fotokopi çekilen) çoğaltma evlerinin yaptığı muazzam işi düşünün. Matbaa bu işlemleri çok büyük ölçüde azaltan bir teknoloji olarak ortaya çıkmıştır. Müstensihlerin yerini kurşun kalıp ve çoğaltma makineleri almış, kitap çoğaltmada seri üretime geçilmiştir. Dizgisi yapılıp tashihleri tamamlanmış fasiküller halinden baskıya geçildiğinde çoğaltma hızı artırmış maliyetler olağanüstü düşmüştür. Elektronik dizgiye geçilince dizgi ve tashih masrafları ortadan kalkmış, lazer baskıya geçince de kurşun kalıplar terkedilmiş, talebe göre istenildiğinde istendiği kadar çoğaltma imkânı oluşmuş, depolama maliyetleri düşmüş, elde satılmayan basılı eser kalması yoluyla maliyetleri karşılayamayarak zarar etme riski minimize edilmiştir.
Günümüze gelindiğinde bir yandan bu geleneksel baskı ve çoğaltma türlerinin tümü halen değişik ölçülerde kullanılırken yeni bir teknolojik gelişme olarak dijitalleşme ortaya çıkmıştır. Dijitalleşme pdf’si alınan bir kitap metninin aynı anda binlerce insana sıfıra yakın bir maliyetle dağıtılmasını mümkün hale getirmiştir. Sıfır demememizin sebebi, internet abonelik bedelinden giden veri tüketim gideri, gönderme işlemi sırasında kullanılan cihazların harcadığı elektrik veya pil enerji bedeli ile gönderme işlemi için harcanan zaman ve emeğin de bir maliyeti olduğunu göz ardı etmemek içindir.
Sonuç olarak günümüzde bir kitabın ilk nüsha üretimi ile sonraki nüshaların üretimindeki maliyet farkı, geçmiş dönemlerle mukayese edilemeyecek biçimde düşmüştür. Bu da bir kitaptan yarar sağlayacak kişilerin ona ulaşımında yepyeni bir durum ortaya çıkarmıştır.
İlk nüshadan sonraki çoğaltmalarda muazzam bir maliyet avantajı ortaya çıkardığı için telif haklarının evriminde matbaanın icadı önemli bir dönüm noktasıdır. Ancak, yukarıda da ifade edildiği gibi, kâğıt baskı bir kitabın piyasa fiyatı içinde ilk nüshadan sonraki çoğaltım ve dağıtım maliyetleri yüzde seksenden fazla yer tutmaktadır. İşte dijital teknolojilerdeki gelişme matbaa sonrası ikinci bir devrimle bu yüzde 80 maliyeti neredeyse tümüyle ortadan kaldırmıştır.
Fikrî eserin orijinal nüshası ile çoğaltılmış nüshaları arasındaki maliyetleri azaltan teknolojik gelişmeler, telif hakkının kapsamını da etkilemiştir. Tek nüshası olan bir eserden yararlanmak ile kolayca çoğaltılabilen nüshaları olan bir eserden yararlanma arasındaki farkı düşünelim. Tek nüshada tüm telif maliyetini o nüshayı edinmek isteyen kişi ödemek zorundadır. Bu sebeple ilk zamanlar yazılı eser sahibi olmak büyük servet gerektirirdi. Yöneticiler ve servet sahibi soylular dışında kimsenin bugün neredeyse her evde bulunan büyüklükte bir kütüphanesinin bulunmasını düşünmek hayal ötesi bir durumdu. Bu sebeple eser yazanlar, kendileri bir şekilde servet sahibi değil iseler, bunun için kendilerine bir mali hami bulmak zorundaydılar. Yani bir düşünceyi kitap haline getirmek için o konuya ilgisi olan ve tüm telif giderlerini karşılayacak bir zengin bulmak gerekirdi. Hem okuma yazma öğrenme hem de okuyup yazma işlerini finanse etmede bireysel zenginlerin dışında uygun ortamlar, çoğunlukla topluluk tarafından bağışlar yoluyla anonim olarak finanse edilen dinî mabetlerde ortaya çıkmıştır. Bu yönüyle bakıldığında mabet merkezli fikrî ürünlerin üretimi, çoğunlukla kolektif katkı ile finanse edilmiştir.
Matbaa bu süreçte biri arz diğeri talep tarafında olmak üzere iki önemli etki yaratmıştır. İlki, kitap çoğaltma maliyetlerini düşürerek daha çok kişinin kitap edinebilmesine imkân sağlamıştır. Bu talep tarafını genişletmiştir. Çoğaltılan her bir üründe telifin payının azalması, eser üretimini daha geniş kitlelerin beğenisine bağlı hale getirmiştir. Bu da arz tarafında artışa yol açmıştır. Önceleri bir eserin ortaya çıkması, onun tüm telif maliyetini ödeyecek çok zengin birini bulmayı gerektirirken, sonraları daha az ilgisi olan ve daha az bedel ödemeye hazır kişilerin talebi, üretimin hem baskı adedinin artmasına hem de kitap çeşidinin çoğalmasına yol açmıştır. Bu süreçte en önemli işlevi çoğaltma maliyetlerinin azalmasına yol açan teknolojilerin gördüğünü göz ardı etmemek gerekir. Tüm dünya genelinde okuma yazmanın ve temel eğitimin yaygınlaşması, resmî eğitimlerde okunacak eserlerin giderek sayı ve çeşit olarak artmasının bir dışsal faktör olarak bu süreci etkilediğini de ayrıca kaydetmeliyiz.
Kalabalığa Sesli Okumak ile Sosyal Medyada Dağıtmak Arasında Nasıl Bir Fark Var?
Bir kitabın kullanımının tek yolu satın almak değil kuşkusuz. Ödünç vererek veya sesli okuyarak çok kişinin ondan yararlanması sağlanabilir. Okuma yazmanın sınırlı olduğu dönmelerde bu sesli okuma yöntemleri çok yaygındı. Sesli okumanın telif hakkı ihlali kapsamında değerlendirilmediğini görmekteyiz. Bunun temel nedeni, sesli okuma yoluyla kitaplardan yararlananların kitabı satın alma eğilimini azaltmaması, tersine ilgisi ve alım gücü olabileceklere kitabı tanıtma işlevi görmesidir. Yani okuma imkânı bulduğu için kitabı satın almayan sayısı sınırlıdır. Çünkü bu hem harcanan zaman ve yararlanmanın kapsamı hem de yararlanmak için zamanı uygun bir okuyucuyu gerektirmesi bakımından sahip olmaya göre kısıtlı bir yararlanma türüdür. Bu sebeple sahip olup okuma imkânı olanların bir okuyanı bulup onu dinlemeyi tercih etmeleri hiç beklenmez. Bu yüzden, sesli okumanın satın alma talebini azaltıcı bir etkide bulunmayacağını söyleyebiliriz. Buna benzer bir işlevin internetten ücretsiz dağıtımda olduğunu söyleyebiliriz.
Buradaki kritik soru, satın alınan bir kitabı sınıfta öğrencilere, köy odasında oturanlara veya aile, dost sohbetinde bir araya gelenlere sesli okumak ile sadece bir “gönder” veya “paylaş” tuşuna basarak 10 saniye içinde binlerce kişiye ulaştırma arasında ne tür bir farklılığın olduğudur. Bir açıdan bakarsanız fark yok gibi, başka açıdan bakarsanız fark muazzam.
Fark yok gibi, çünkü satın aldığınız bir kitabı içinizden okuma ile başkalarının da duyacağı şekilde sesli okuma arasında okuma hızının düşmesi ve sesli okumanın getirdiği ilave “nefes tüketme” maliyeti diyebileceğimiz, az da olsa ilave bir maliyet söz konusudur. Dinleyenler de, okuyucu ile eş zamanlı olarak zaman ayırıp dikkatlerini verip dinleme dışında başka bir maliyete katlanmazlar. Muhtemelen aktif okuma harcanan gayret bakımından daha maliyetlidir onlar için. Bunlara nüsha çoğaltma dışı kullanım maliyetleri diyelim. Benzer şekilde dijital platformlarda veya sosyal medyada paylaşım yoluyla diğerlerinin esere ulaşımının maliyeti çok daha düşüktür. Yani başkalarının okuduğundan dinleyerek istifade etme ile dijital platformlarda paylaşım yoluyla okuma durumunda nüsha çoğalma maliyeti sıfıra yakın ve nüsha çoğaltma dışı kullanım maliyetlerinin çok düşük düzeyde kalacağı söylenebilir.
Fark muazzam, çünkü dijital dağıtım yoluyla aynı anda ulaşılabilecek kişi sayısı sesli okumaya göre mukayese kabul etmeyecek kadar fazladır ve bu nedenle ortaya çıkan “potansiyel” toplam fayda neredeyse hesaplanamaz büyüklüktedir. Faydaya potansiyel denmesinin nedeni eserleri edinenlerin ne kadarının onları okuyacağının belirsiz olmasıdır. Aynı belirsizlik kitap satın alanlarda da vardır ama dijital kullanımda bedavacılık eğilimi çok daha düşük, israf yok denecek düzeydedir. Dijitalleşmenin yol açtığı dijital bedavacılık, (bedel ödemediği için tüketemeyeceği kadar dijital mala sahip olma) özel mal ve geleneksel rakiplik özelliği olan orta mallardaki bedavacılıktan önemli bir yönüyle farklılaşır. Özel ve rakiplik özelliği olan orta mallarda bedavacılık aşırı kullanım veya tüketmeyeceği veya kullanmayacağı halde sahiplenme nedeniyle kaynakların bir kısmının boşa gitmesine (israfa) yol açarken dijital serbest mallarda marjinal maliyet sıfıra yakın olduğu için böyle bir durum söz konusu değildir. Yani kitapların dijital nüshalarını edinenlerin onları okumamaları, kâğıda basılı kitapları okumamalarının yol açtığı alternatif maliyetlere yol açmadığı için israfa kapı aralamaz. Çünkü okunmayan kitaplarda olduğu gibi başka alanlarda kullanılabilecek kaynakların (kâğıt, baskıda kullanılan kimyasallar, yakıt, insan emeği vb.) gereksiz yere kullanımına benzer bir durum ortaya çıkmaz.
Sonuç olarak denebilir ki, bir eseri bir tuşa basarak binlerce kişiye dağıtmak, kitabı kalabalıkta sesli okumaya benzer ama onunla mukayese kabul edilemeyecek büyüklükte toplumsal fayda sağlama potansiyeli oluşturur. Üstelik israf olarak denebilecek bir duruma yol açmadan.
Ayrıca dijital teknolojiler sayesinde insanlar bir şekilde üretilmiş olan bilgileri istedikleri zaman okumak üzere depolayabilmeleri, istediklerinde kullanabilmeleri ve arzu ettikleri diğerlerine anında iletebilmeleri de dinleme yoluyla istifade etmeye göre ilave avantajlar sunmaktadır. Bu yeni durumda pasif yararlanmanın bazı avantajları olmamasına karşın birilerinden dinlemeyle dikkat eksikliği nedeniyle ortaya çıkacak bilgi kayıpları fazlasıyla telafi edilebiliyor. Yani ilk nüshası özel mal niteliğinde olan telife konu olan eserin sesli okuyarak veya ödünç vererek yaratılan kamusal fayda göz ardı edilecek kadar sınırlıyken dijitalleşme ile sonraki nüshalar birden dijital serbest mala dönüşüyor.
İlk nüsha üretiminde özel mal olan eser, daha sonra dijital platformlarda çoğaltıldığında kendiliğinden rakipsizlik özelliği kazanır, kolay dağıtım nedeniyle de büyük ölçüde dışlanamazlık elde eder. İşte dijitalleşmenin fikrî mülkiyete konu özel malları kolayca ve tümüyle serbest mala dönüştürmesi insanlık tarihinde tamamen yeni bir durumdur. Buraya kadar ilginiz kopmadıysa devamı için haftaya da bekliyoruz. Konuyu nihayet bağlayacağız ( o niyetle yazacağız, yoksa konuyu bağlamak kimin haddine!).
Ömer Demir
ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümünden 1988’de lisans ve 1990’da yüksek lisans derecesi aldı. 1993 yılında Anadolu Üniversitesinde İktisat alanında doktorasını tamamladı, 1996’da doçent 2009’da profesör oldu. Üniversite dışında TÜİK, YÖK ve ÖSYM’de yönetici olarak çalıştı, TÜBİTAK bilim kurulunda görev yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde öğretim üyesi. İktisat metodolojisi ile iktisadın kurumsal yapılarla ilişkileri konusunda çalışmalar yapıyor.