ALTIN İLE HESAPLAŞMADAN ÇAĞDAŞ İSLAM EKONOMİSİ OLUR MU?
Ömer Demir –
Bugünlerde nakit tasarrufların nerelerde değerlendirilmesi gerektiği konusu, her düzeyde tasarruf sahibi için önemli bir gündem maddesi. Döviz kurunun yükselmesi, enflasyonun artış eğiliminde olması, bankaların mevduat faizlerinin reel olarak eksilerde olma riski, hızlı yükselen dövize yönelme eğilimini frenlemek için kur korumalı mevduat (KKM) uygulamasının başlatılması dikkatlerimizi kadim dönemden beri değer saklama ve değişim aracı olarak kullanılan değerli madenlere çekmeye başladı. Faize karşı duyarlı kişilerin KKM sistemine yönelmeleri beklenmediğine göre önlerindeki seçenek ya altın hesabı açmak ya da altın almak.1 Kişisel olarak bunun bir çözüm olması mümkün ama acaba altını sorgusuz sualsiz helal, meşru ve makul bir değer saklama aracı olarak görebilir miyiz? Bu yazıda bu konuyu ele alalım.
İlk çağlardan beri geniş kesimlerce görece kolay teşhis edilmesi, diğer madenler gibi hava veya su ile temas ettiğinde oksitlenerek bozulmaması, eritilmesi kolay olduğu için farklı kalıplara dökülebilmesi ve istenen şekle kolayca dönüştürülebilmesi gibi nedenlerle altın ülkelerarası bir değer ölçü aracı olarak kabul görmüştür.
Ancak altını muteber bir değer ölçü birimi haline getiren ana özellik, burada bahsettiğimiz farklı iklim ve saklama şartlarında bozulmama, kolay teşhis edilebilme ve farklı kalıplara dökülebilme özelliği değildir. Onu değer ölçüsü ve stok aracı yapan görece kıtlık düzeyidir. Diğer bazı maden ve taşlar gibi çok kıt olmadığı gibi inşaatlarda kullanılan demir kadar da bol değildir. Onun bu ölçülü kıtlığı, değer ölçü aracı olarak yaygın kabul görmesinde en önemli faktördür. Bunun nedenine gelmeden önce değer saklamanın ne alama geldiği üzerinde biraz duralım.
Bir Mal ve Hizmetin Değeri Nasıl Belirlenir ve Saklanır?
Para ekonomisi içinde yaşayan birisi için çok açık gibi görünen bu sorunun cevabı, yazı başlığımızı netleştirmek bakımından son derece önemlidir. Ekonomi, insanların değer verdiği mal ve hizmetlerin toplamıdır. Mallar elle tutulur, hizmetler ise elle tutulmayan niteliktedir. İnsanların değer verdiği şeyler nihayetinde bu mal ve hizmetlerdir. Bunun dışındakilerin değeri, bu mal ve hizmetlere dönüşebilme kabiliyetlerine bağlıdır. Ekmeği seven birisi için para, istediği zaman ekmek temin etmeye yaradığı için değerlidir. Kulağında taşımaktan hoşlanan bir kadın için altın küpe, kendisine mutluluk verdiği için değerlidir. Ekmeğin verdiği mutluluk ile küpeninki arasındaki fark, birbirine dönüştürülmek istenmesi durumunda küpenin ekmeğe göre bazı avantajlarının olmasıdır. Eldeki ekmeği hoşlandığınız bir küpe ile değiş tokuş etmede zorluk yaşayabilirsiniz. Bunun sebebi altın küpenin bir mal olmasının yanısıra aynı zamanda bir değişim ve değer saklama aracı da olmasıdır. Altını bir süs eşyası olarak kullanabildiğiniz gibi çok düşük bir işlem maliyeti ile diğer mallara kolayca dönüştürebilirsiniz.
Bunları hepimiz biliyoruz, ne alakası var bunların İslam ekonomisi ile diye sabırsızlanmayalım. Adım adım oraya geleceğiz ama sadece sonucu söyleyerek meramımızı tam olarak anlatamayacağımızı düşündüğümüz için ara duraklarda böyle vakit geçiriyoruz.
Altını ekmeğe üstün kılan, onun insanların ihtiyaç duyduğu ekmek benzeri diğer malları temindeki “düşük işlem maliyeti ile dönüştürülebilme” özelliğidir. Bu dönüştürme özelliği zamanlar arası tüketime imkân vermesi yüzündendir. Şöyle bir işlem tahayyül edelim. Altın aynı altın ve 24 ayar. Lakin her gün istediğimiz mal ve hizmetlere dönüştürülme özelliği azalıyor. Yani bugün bir gram altın ile 100 ekmek alırken aynı gram altınla yarını beklediğimizde 98, ertesi gün 97, bir sonraki gün ise 96 ekmek alabildiğimizi varsayalım. Ekmek tüm malları sembolize eden bir ürün olsun, yani diğer mal ve hizmetler içinde satın alma gücü aynı olsun. Bu durumda hangi köylü elinde ekmek yapılacak unun karşılığında altın almaya razı olur? Doğal olarak hiç kimse yıllar boyu fiziksel özelliği hiç bozulmayan bu 24 ayar altına itibar etmeyecektir. Çünkü malların bugünkü karşılığını yarın da muhafaza etmesi, altının sadece bozulmama özelliğinin değil, aynı zamanda göreli kıt olmasının bir sonucudur. Yeni bir altın madeninin bulunduğunu, isteyen herkesin demirden daha kolay biçimde bu madeni toplama, eritme ve süs eşyası yapma hakkının olduğunu düşünelim. Mal ve hizmetler karşılığında miktarı artan altın mübadele aracı olsa da bugün ile yarın arasında değer saklama özelliğine sahip olmayacaktır.
O zaman şöyle bir sonuca varabiliriz: İnsanların altına ortak değer atfetmelerinin asıl nedeni onun muhteviyatı değil (altının iletken bir metal veya süs olarak kullanıldığı mal kullanım alanlarını ihmal edelim), mal ve hizmetlerin miktarları ile dengeli bir varlığa sahip olmasıdır. Yani, altını değer ölçütü ve değer saklama aracı kılan, bozulmama özelliğine ek olarak piyasada varoluş miktarının “dengeli” olmasıdır. Bu dengeden neyi kastediyoruz? Eğer tüm insanlar bugün ellerindeki bir çuval unu altına çevirdiklerinde yarın (makul bir zaman sonra) onu iki çuval olarak geri alabileceklerini düşünürlerse herkes dolabında un saklamak yerine altın saklamaya yönelecektir. Mevcut altın miktarı bunu karşılamaya yetmeyeceği için elinde altın olanlar ellerinde daha önce bir çuval değiştikleri una daha az altın önereceklerdir. Böylece bugün altına çevrilen un, yarın iki kat un olmak yerine daha az olacak ve zamanla aynı miktar un oluncaya kadar altının un karşısındaki nispi değeri yükselecektir. Bugün ile yarınki un miktarı aynı oluncaya, hatta yarın bir miktar daha az oluncaya kadar altınla un değişiminin sürmesi beklenir. Aynı gram altınla yarın daha az unu almaya razı olmanın sebebi de unun saklanma maliyetidir. Bugün bir çuval unu bir gram altına değişip bir yıl sonra bozulmadan aynı unu küçük bir farkla geri almak, depolama ve saklama maliyetleri düşünüldüğünde daha uygun olabilir.
Üretim hacminin sınırlı olduğu bir ortamda altının mal ve hizmetler karşısındaki değeri göreli istikrarlıdır. Ancak topluluğun elindeki altın miktarı değişmediği halde üretimin birden arttığını düşünelim. Toplam mal ve hizmet miktarının artmasına karşın altın miktarı artmadığı için servetini altın olarak saklayanlar daha önce bir çuval un aldıkları altına iki çuval un isteyeceklerdir. İlave üretilen un değişime sokulduğunda altın para kıtlığı olduğu için değişim oranı (fiyat) değişecektir. Bu durumda elinde altın olanlar lehine servet transferi oluşmaya başlayacaktır. Üretimin sürekli arttığını buna karşılık altın stokunun değişmediğini veya üretim hacmine kıyasla oransal olarak daha az arttığını varsaydığımızda elinde bugün bir altın karşılığı un olan birisi bunu altına çevirdiğinde gelecek yıllarda yılına göre bu bir çuval un 2, 3, 4 çuval una dönüşecektir. Sadece elinde altın tutan kişinin yapılan üretimden bu kadar fazla pay alma hakkı var mıdır? Varsa bu hak nereden gelmektedir?
Tarihin bazı dönemlerinde yeni bulunan altın madenlerinin piyasaya akması nedeniyle enflasyonlar yaşanmasına rağmen, yüzyıllar boyu dünyada böyle bir sorun yaşanmamış olması, bu durumun gerçek değil teorik bir sorun olarak görülmesine yol açmış olabilir mi? Öyle görünüyor.
Evet, üretimin geçimlik düzeylerde olduğu, yani ancak mevcut nüfusu besleyecek hacimde olduğu, o sebeple birkaç yıl sonrasında tüketmek üzere ürün stoklama imkânının olmadığı zamanlarda altına dayalı para sistemi çalışmıştır. Ancak son 200 yılda dünyadaki üretim hacmi eski dönemlerle mukayese edilemeyecek biçimde artmış, bu üretimin insanlar arasında dolaşımını sağlamak için madeni paralar yetersiz kalmış, zorunlu olarak kâğıt para sistemine geçilmiştir. Önceleri dolaşımdaki para altına endekslenmiş ama ihtiyaç duyulan paranın karşılığında altın stoku oluşturmak imkânsız hale geldiği için bu standart da terkedilmiştir. Bankacılık sistemi kâğıt parayla da yetinmeyerek kaydi para oluşturmuş, işlemler bu şekilde gerçekleştirilmiştir. Gerek kâğıt gerekse kaydi paranın gerçek bir üretim olmadan insanlar arasında dolaşımının “sahte servet” oluşturması, burada üzerinde durulmayacak olmakla birlikte çok önemli bir konudur.
Üretimin hızla artması, bu mal ve hizmetlerin miktarındaki artışa orantılı biçimde artışı yapılamayacak olan tüm araçları adil değer ölçüm aracı özelliği taşıyamaz hale getirmiştir. Bu sebeple altın veya benzeri madenleri sorunsuz, hakkaniyetli bir değer stoklama aracı olarak görme yaklaşımının ekonomik meşruiyeti kalmamıştır. Altın veya gümüşün değeri sürekli değişen döviz ve diğer yatırım araçlarından çok özel bir farkı yoktur. Çünkü ekonomik meşruiyet, doğrudan veya dolaylı biçimde üretime katılanların üretimden aldıkları payın orantılı olmasını gerektirir. Altının fiziksel ve kimyasal özellikleri, onu bir şekilde saklayarak bugün veya yarın üretilecek mal ve hizmetlerden daha fazla pay almayı meşrulaştırmanın bir gerekçesi olamaz. İnsanların altına ortak değer atfetmelerinin nedeni onun geçmişteki değişim ve değer saklama aracı olarak gördüğü işlevin adeta bir kamusal mala dönüşmüş olmasıdır.
Bireylerin yastık altında altın saklaması ile merkez bankalarının altın rezerv tutmasının mantığı hemen hemen aynıdır. Politik ve ekonomik sistemlerin gücüne bağlı olarak değeri değişen hisse senedi, tahvil, kâğıt ve kaydi paraların tersine altının dünya üzerinde görece evrenselliği vardır. Bu yüzden ülkeler son tahlilde ihtiyaç olduğunda bozdurmak üzere altın rezerv tutar. Bireyler de zamana karşı dayanıklı bir tasarruf aracı olarak altın bulundururlar. Ancak altının gördüğü bu işlevden bağımsız, ona kalıcı bir değer atfedilmesi büyük bir yanılgıdır. Bu sebeple değer ölçü birimi ne olmalı sorusuna kolaycılığa kaçarak altın cevabını vermek günümüz gerçekleriyle uyuşmayan bir yaklaşımdır. O zaman hem değişim aracı hem de değer stoklama (tasarruf) amaçlı kullanılacak bir paranın hangi özellikler taşıması gerektiği konusuna gelelim.
Bir ekonomide “iyi para”, aynı zaman içinde veya zamanlar arası satın alma gücünü koruyan paradır. Değeri düşen veya artan para “iyi para” değildir. Çünkü değer parada değil mal ve hizmetlerde ortaya çıkan bir özelliktir. Para sadece onların değişimine, stoklanmasına aracılık eder. Ürettiği mal ve hizmetlerin karşılığında alınan para, kişiyi mal üretiminden alıkoyacak getiri sağlıyorsa bu kişi başkalarının üretimine, onların rızası olmadan el koyuyor demektir. Sadece elinde mal ve hizmetlerin değişiminde kullanılacak bir aracı saklayan kişi, tüketimini geleceğe tehir ettiği için bir ödülü hak ediyor olabilir. Bu, bugün ürettiğini, gelecekte tüketmek üzere başkalarına ödünç vermenin bir yolu olmaktan çıkıp kazanç sağlamanın bir aracına dönüşüyorsa burada sorun var demektir. Günümüzde finans piyasalarında günlük dönen servetin reel ekonominin yaklaşık on katı mesabesinde olması, bir kısım insanların gelecekte iyi kazanç umuduyla mal piyasalarından taleplerini çekmiş olmaları bugün mal piyasasında işlem yapanların lehine olmakla birlikte, elde ettikleri fazlalıklarla birlikte gelecekte mal ve hizmet piyasasına dönmeleri durumunda elde edecekleri üstün tüketim hakkının yol açacağı dalgalanma, ciddi kaygı yaratacak boyuttadır. Bu sebeple kullanılan finansal araçların her işlem aşamasında reel ekonomide yol açacakları karşılıkların dikkate alınarak oluşturdukları alım gücü fazlalığının meşruiyeti değerlendirilebilir.
Siz tasarruf ettiğinizde ilk adımda bir şeyi kesin yapıyor diğerine de potansiyel oluşturuyorsunuz. Kesin yaptığınız şey, tüketim piyasasından çekilmektir. Elinizdeki alım gücünü (para, döviz, altın vb.) mal veya hizmet alımında kullanmıyor, bu hakkınızı geleceğe tehir ediyorsunuz. Bu sebeple piyasada potansiyel talep fiili talebe dönüşmüyor ve bu durum şu an tüketimini karşılayanların lehine, fiyatlarda aşağı yönlü bir etki oluşturuyor. Bu sizin halen ihtiyacını karşılayacaklara olan kıyağınız. Eğer gelirinizin tümünü mal ve hizmet almak için harcamaya kalksaydınız, fiyatların yükselmesi nedeniyle diğerlerinin tüketim imkânlarını daraltacaktınız. Bu yüzden kıyak çekiyorsunuz. Ama aslında bunu onlara kıyak çekmek istediğiniz için değil, tüketim hakkınızı ileride kullanmak için yapıyorsunuz. İleride aynı tüketim hakkını hak kaybına uğramadan sağlayacak bir değer stoklama aracına ihtiyacınız var. Dikkatlerimiz onun üzerinde.
Potansiyel oluşturduğunuz şey ise, yeni üretim için kaynak oluşturmak, yani yatırım. Yatırım harcaması, tüketim malı üretmek için kaynak kullanmak demek. Sizin tasarrufunuzun, piyasadan çekilen alım gücünün yol açacağı mal piyasasında talep azalması yoluyla bir fiyat azaltıcı etkisi olur. Bu tasarrufu altın veya ona benzer üretken olmayan bir biçimde yastık altına attığınızda etki bununla sınırlı kalır. Gelecekte mal piyasasına çıkıncaya kadar fiyatlar aşağıya baskılanır. Bu genellikle kötü bir şey değildir. “Genellikle” dememizin sebebi, sizin harcayacağınızı düşünerek üretenleri hayal kırıklığına da uğratmış olabilirsiniz. Sizin de alacağınızı düşünerek ürettikleri malın satılmaması nedeniyle fiyatı düşürmek zorunda kalmaları (veya bekledikleri kadar artıramamaları) onların canını sıkar kuşkusuz. Bir sonraki dönemde üretmemeye yönelebilirler (meşhur tasarruf paradoksu). Ama bu tasarrufunuzu yeni mal ve hizmet üretimine yönelttiğinizde bugün veya sizden önceki bir yarın diğerlerine ikinci bir yararınız daha dokunur. Üretimin artması nedeniyle daha önce olmayan mallar piyasaya çıkar ve fiyatlar üzerinde daha da aşağı yönlü etki yapar. Yani sizin dışınızdakiler için bolluk olur. Aslında siz de bugün tükettiklerinizi bu düşük fiyattan alarak baskılanan fiyatlardan yararlananlar kervanına katılmış olursunuz.
Burada yatırım yoluyla her üretim aşamasında yapılan ödemenin aynı zamanda ödeme alan aracılığı ile talebe dönüşmesinin ters yönlü etkisi de dikkate alınmalıdır. Sizin tasarrufunuz yeni bir üretim için harcanırken, o süreçte yeni gelir oluşur ve o gelir de sizin almadığınız mallara talep olarak piyasaya çıkar. Bu da fiyatları yükseltici bir etkiye yol açar. Ancak bu yatırım sürecinde yeni gelir elde eden kişi de gelirinin tümünü değil de bir kısmını tüketim mallarına yöneltirse fiyatın artma etkisi daha az olur. Aslında iktisatçılar dışardan bakanları ürküten karmaşık denklemlerle bu etkilerin net farkını ortaya koymaya çalışırlar. Örneğin yukarıda ifade edildiği tasarruf eden bir yandan tasarruf ettiği miktarın karşılığında üretilen mal ve hizmet piyasasında talepte bulunmadığı için fiyatları aşağı yönde baskılarken bu piyasadan çekilme geçmişte yatırım yapanların beklentilerine ters bir durum oluşturduğu için üretimde de frene basmaya yol açabilir. Üretim azalırsa fiyatlar yukarı yönde hareketlenir. Net etki birçok faktörün (tasarruf eğilimi, yatırım esnekliği, yatırım mallarının ikame durumu, sektörlerin ölçek ekonomisindeki durumu vb.) ekonomiye özgü bileşke etkisine göre oluşur. Bu bileşke etki çıplak gözle veya sezgi ile kolay kolay fark edilemez.
Miktarı kıt olan şeye talep artarsa fiyatı yükselir. Sürekli büyüyen bir ekonomide görece kıtlığı nedeni ile nispi fiyatı artan bir şeyin (mal, madeni para, kâğıt para, para benzeri her şey) değişim ve değer saklama aracı olarak kullanılması haksız servet transferine yol açar. Bu sebeple para olarak kullanılacak olan aracın nispi fiyat değişimine uğramaması için ekonomideki mal ve hizmetlerin miktarının artma ve azalma durumuna göre genişleyip daralabilme özelliğine sahip olması gerekir. Bu nedenle sadece paranın değil, bir ürünün kendi cinsinden daha fazla miktarla değişimi faiz olarak görülmüş ve toplumların çoğunda yasaklanmıştır. Başka türlü haksız servet transferi (üretime katkı sağlamadan tüketim hakkı elde etme) kaçınılmaz olur.
Mal ve hizmet olarak karşılığı olmayan bir paranın kaynağının altın, gümüş, para, döviz, senet veya başka türlü bir coin olmuş olması bu haksızlığı meşrulaştıramaz. Yukarıda ifade edildiği gibi bugünkü tüketim imkânını yarına tehir eden kişinin bugün tüketenler lehine bir tercihte bulunması, tüketim hakkını yatırım yoluyla toplam üretimin artmasına aktarması nedeniyle ekonominin ortalama üretim artışından bir pay almaya hakkının olduğunu söyleyebiliriz. Ancak üretim miktarları ve değişim fiyatlarının kayıtlı olmadığı ekonomilerde bu durumun tespiti çok zor olduğu için şimdiye kadar uygun bir çözüm üretilememiştir. Dijital kayıtların kolay tutulup işlenebildiği bir dünyada bunun da imkân dâhiline girmek üzere olduğunu düşünebiliriz. Başta para olmak üzere değer saklama araçlarının nispi fiyat değişimi düşük araçlar haline gelmesi, haksız servet transferini önleyebilir.
Binlerce farklı mal ve hizmetin üretildiği bir ekonomide nispi fiyat değişimi ekonominin dinamik yapısının bir sonucu olduğuna göre bir ya da birkaç malı esas alarak sistem kurmanın, işlem maliyetleri düşük olmasının cazip olmasına karşın çok sağlam bir ekonomik rasyonaliteye dayanmadığı görünmektedir. Bunun için değişim ve değer stoklama aracının, farklı mal gruplarının ortalama fiyatlarının artışına göre değeri oluşan birçok endeksin bileşimi bir para birimi olarak tasarlanması daha makul görünmektedir. Ortak ölçünün şu veya bu sebeple bir veya birkaç malın miktar ve fiyat değişimlerine duyarlı olmayacak biçimde oluşturulması gerekir. Başta İslam ekonomistleri olmak üzere adil bir ekonomik sistem oluşturmak isteyenlerin, öncelikle bu birim paranın özelliklerinin tespiti üzerinde uzlaşmaları gerekir. Blokzincir teknolojileri ile devletin yaptırım gücünün bir araya gelmesi bu konuda yardımcı olabilir. Bu yapılmadan katılım hesabı, faiz, enflasyon farkı, hisse senedi ve döviz arasında tercihlerde bulunulmasının meşruiyet temeli farklılaşmamaktadır. Ancak burada hemen belirtmeliyiz ki bu sorun bireylerin tek başlarına tercihleriyle çözebilecekleri nitelikte değildir. Sistem tasarımcılarının uzlaşarak yapabilecekleri bir iş bu. Günümüzde bu konuda inisiyatif almak, geleneksel içten yanmalı motorların en ekonomik olanına kafa yormak yerine güneş veya elektrik enerjisi ile çalışan motorlu araç üretiminde öncü olmanınkine benzer bir fırsat penceresi sunmaktadır. Geleneksel para araçlarını değişmez görmek, hele hele altına mutlak meşru değişim aracı gözüyle bakmak kağnı arabasıyla büyüdüğü için otomobili, otomobil dışında morlu araç görmediği için uçağı, içten yanmalı motor dışında motorlu araç olmayacağını düşündüğü için güneş veya elektrik enerjisi ile çalışan araçları ıskalamaya benzer bir durum ortaya çıkarır. O nedenle yüzyıllar boyu önemli görülen altınla hesaplaşmadan yeni bir değer ölçü birimi tasarlamak zor görünüyor, özellikle reel-nominal, net-brüt arasında nerede duracağını büyük ölçüde şaşırmış vaziyetteki İslam iktisatçıları için.
Ömer Demir
ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümünden 1988’de lisans ve 1990’da yüksek lisans derecesi aldı. 1993 yılında Anadolu Üniversitesinde İktisat alanında doktorasını tamamladı, 1996’da doçent 2009’da profesör oldu. Üniversite dışında TÜİK, YÖK ve ÖSYM’de yönetici olarak çalıştı, TÜBİTAK bilim kurulunda görev yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde öğretim üyesi. İktisat metodolojisi ile iktisadın kurumsal yapılarla ilişkileri konusunda çalışmalar yapıyor.
Her ne kadar katılım bankacılığı, mevduatlara ödediği getiriyi kâr payı olarak ifade ediyor ve faaliyetlerinde geleneksel bankacılıktan farklı işlemler uyguluyorsa da bu yazıda odak noktası değerli madenlerin değer saklama aracı işlevinin meşruiyeti olduğu için bu ayırım göz ardı edilmektedir. ↩