ÇALIŞMA HAYATINDA YENİ GELİŞMELER … AĞUSTOS BÖCEĞİ İLE KARINCA 26 ASIR SONRA YENİDEN KARŞILAŞTI …
Enes Polat –
Fıkra – Ağustos Böceği ile Karınca
Sıcak yaz günlerinde karınca her zaman olduğu gibi çalışıyor, didiniyor, zorlu kış günlerine hazırlık yapıyordu. Ağustos böceği ise o ağaç gölgesi senin, bu ağaç gölgesi benim, şarkı söyleyip gezmekle meşguldü. Karınca bir gün dayanamadı, ağustos böceğine çıkıştı:
- Cümle âlem senin ne kadar tembel olduğunu biliyor. Çocuklar senin tembelliğini anlatan masallarla büyüyor. Biraz çalış. Kışı hiç gelmeyecek sanıyorsun. Yarın kar yağınca yine gelip kapımı çalacaksın. Ama kusura bakma! Yine kapımdan eli boş döneceksin…
Ağustos böceği şapkasının altından karıncayı süzdü… Hiçbir şey söylemedi, saz çalmaya devam etti.
Yaz günleri ve sonbahar günleri çabucak geçti.
Karınca sıcak yuvasında mutluydu. Erzak deposu ağzına kadar doluydu. Arada sırada pencereden ağustos böceğinin yuvasına doğru bakıyor ve onun haline üzülüyordu. “Birkaç güne kalmaz kapımı çalıp yiyecek ister. Ben de bir güzel kapımdan kovarım tembel ağustos böceğini” diye düşünüyordu.
Nihayet aralık ayının ilk günlerinde yılın ilk karı yağmaya başlamıştı. Karınca pencereden ağustos böceğinin evine bakınca gördükleri karşısında ağzı açık kaldı. O da ne! Ağustos böceğinin evinin önünde büyük bir marketin servis arabası durmuş ve ağustos böceği arabadan erzak indiriyordu.
Karınca dayanamadı. Soğuğa aldırış etmeden ağustos böceğinin yanına gitti.
- Kardeş ne oluyor? Bana anlatır mısın?
Ağustos böceği cevap verdi:
- Şaşıracak ne var karınca kardeş! Şu markette gıda maddelerinde, kredi kartına dört ayı ödemesiz, altı taksit kampanyası vardı, hepsini oradan aldım.
Tarih Her Zaman Tekerrür Etmez
Çalışma hayatında daha dün asla olmaz dediğimiz birçok şey, bir süre sonra mümkün, hatta biraz daha zaman geçtiğinde belki de zorunlu hale gelebilir. Zaman, çalışma hayatında birçok yeni meslek ortaya çıkarır. Daha düne kadar tahmin dahi edilemeyen hizmet alanlarından insanlar para kazanmaya başlayabilir.
İnsanlık Tarihinde Yeni Bir Evre: Avcılık ve Toplayıcılıktan Yerleşik Hayata Geçiş…
Tarihe bakıldığında insanın ihtiyaçlarını giderebilmek için eskiden beri öyle ya da böyle çalışmak durumunda olduğu görülmektedir. Tarihçiler toplayıcılık ve avcılık evrelerinden sonra insanın yerleşik düzene geçtiğini, yavaş yavaş tarımla uğraşmaya başladığını, zamanla evcilleştirilen hayvanların da insanlar için geçim kaynağı haline geldiğini söylemektedir. Bu bağlamda yerleşik hayata geçiş ile tarım ve hayvancılık, insanlık tarihindeki birinci gelişim evresidir.
Şüphesiz o çağın insanı için tabiatta bulduğu bitkisel besinlerin toplanarak tüketilmesi ya da bir hayvanın avlanması evresinden sonra yerleşik hayata geçilerek herhangi bir bitkisel ürünün, örneğin buğdayın yetiştirilmeye başlanması herhalde devrim niteliğinde bir gelişme olmalıdır.
Yerleşik hayata geçen insanla birlikte koyunun, ineğin evcilleştirilmesi ve onların ürünlerinden yararlanılmaya başlanması da insanın ihtiyaçlarının karşılanması ve ilk dönem ekonomik faaliyetleri açısından çok önemli bir gelişme olarak zikredilmelidir.
Uzun asırlar boyunca tarım ve hayvancılık insanlığın temel geçim kaynağı olmuştur. Bugünün gelişmiş toplumlarında pek çok ekonomik faaliyet alanı olmakla birlikte, insanın beslenme gibi en temel ihtiyacını doğrudan karşılayan bir faaliyet olması sebebiyle tarım ve hayvancılığın vazgeçilmezliği ortadadır.
Ulaşım Alanında Gelişmeler…
İnsanlık tarihinin ikinci gelişim evresi ulaşım alanındadır. Bu alandaki gelişmenin temel iki göstergesi vardır: Binek hayvanlarının evcilleştirilmesi ve tekerleğin bulunması.
Yaşadığı bölgede her yere ancak ayaklarının gücüyle koşarak ya da yürüyerek gitmek zorunda olan insanın at ve deve gibi üzerine eşya yüklenebilecek ya da binilerek seyahat edilebilecek hayvanları evcilleştirmesi de en az yukarıda zikredilen gelişim evreleri kadar önemli olsa gerektir. Gerçekten de bir günde yürüyerek en çok yirmibeş – otuz kilometre uzağa gidebilen bir insanın keşif sahası ne kadar da azdır. Oysa atı ya da deveyi evcilleştirip ulaşımda kullanan insanın ufku, öncekiyle kıyaslanamayacak derecede genişlemiş olmalıdır.
Bu bağlamda zikredilebilecek diğer gelişme, tekerleğin bulunmasıdır. Bugünün gelişmiş ulaşım araçlarının altında, diğer parçalar ile kıyaslandığında basit bir unsur gibi duran tekerleğin bulunması, insanlık tarihinin seyri açısından az bir şey midir? At ya da deve üzerinde sadece insanları ve bir miktar ürünü/eşyayı taşıyabilen insan, tekerleğin bulunması ile birlikte eskisiyle kıyaslanmayacak ölçüde çok şeyi taşıyabilir hale gelmiştir. Bunun yeni keşifler ve ticaret açısından ne anlama geldiğini söylemeye gerek yoktur sanırım. O gün ilk kez bir insan tarafından çekilen ya da bir atın arkasına bağlanan arabada kullanılan tekerleğin bir ucundan bakıldığında modern çağın araçlarının, otobüslerin, kamyonların, trenlerin, hatta uçakların tekerleğini görmemek mümkün müdür?
İnsanlık tarihinin seyrinde toplayıcılık ve avcılık evresinden sonra, yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte insanın temel iştigal alanı olan tarım ve hayvancılığın yanında maden çağını da özellikle belirtmek gerekir. Herhalde bakır, tunç ve demir çağı olarak bölümlere ayırdığımız bu dönem, insanlık tarihinde pek çok şeyi kökünden değiştirmiş olmalıdır. Madenler hem avcılıkta hem tarımda hem de ulaşımda kullanılmaya başlanmıştır. Bu anlamda insanın hayatına teknoloji büyük oranda madenlerle girmiştir denebilir.
İletişimde Devrim: Yazının Bulunması…
İnsanlık tarihimizin üçüncü gelişim evresi iletişim alanındadır. Konuşma ve işitme anlamında ilk insandan beri kullanılan sözlü iletişimin birtakım işaretlerle ifade edilmesi, yani yazıya dökülmesi, bugüne kadar süren son derece önemli bir evrenin başlangıcıdır.
İnsanın ağzından çıkan, elle tutulmaz, gözle görülmez sözlerinin bir başka yere ve zamana aktarılabilmesine, hatta “gözle görülebilmesi”ne imkân sağlayan yazının bulunmasının insanlık tarihi açısından ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek var mı? Bir kralın başka bir krala mesajının ancak bir elçi tarafından sözlü olarak götürülebildiği bir dönemden sonra aynı elçinin “kralın tablette yazılı mesajı”nı götürmeye başlaması, hem gönderen hem de mesajın muhatabı için “mesajın olduğu gibi götürülebilmesi ve veri aktarımında güvenlik” açısından ne kadar önemli bir gelişmedir.
Ya her türlü anlaşmanın ancak sözlü olarak bağıtlanabildiği ve muhtemelen bu alanda birçok anlaşmazlığın çıktığı bir dönemin akabinde, “hafıza-i beşerin nisyan ile malul” (İnsan hafızasının hastalığının unutkanlık) olduğu iyice kavrandıktan sonra, taraflar arasında varılan bir anlaşmanın hemen oracıkta yazıya geçirilmesine ne demeli? Bu devrim niteliğinde bir gelişme değil midir? Kim bilir anlaşma metinlerinin yazıya geçirilmeye başlanması, taraflar arasında daha önce yaşanan ne kadar sürtüşmeyi sona erdirmiştir?
Takas Ekonomisi Tehlikede: Para Bulundu…
Tarihte üretim, ulaşım ve iletişim alanındaki yukarıda zikredilen gelişmelere paralel olarak gündelik ekonomik hayattaki en önemli gelişmelerden biri, paranın kullanılmaya başlanmasıdır.
Malların ancak birbiriyle değiştirilebildiği takas ekonomisi döneminden sonra, bir malın zaman ve mekândan bağımsız olarak başka bir malla değiştirilebilmesine imkân veren paranın bulunması az bir şey midir?
Yukarıda da özetlenmeye çalışıldığı üzere sanayileşme öncesi insanlığın serüveninin dönüm noktaları yerleşik hayata geçiş, tarım ve hayvancılığın temel ekonomik faaliyetler haline gelmesi, ulaşım alanında binek hayvanlarının evcilleştirilmesi ve tekerleğin bulunması, iletişim alanında yazının bulunması ve ekonomik mübadelelerde paranın kullanılmaya başlanmasıdır.
Her Şeyimizi Değiştiren Makineler
Bu noktadan sonra insanlık tarihi açısından artık her şeyin kökten değişmesi anlamına gelen en önemli gelişme, makineleşme ve sanayi devrimidir.
Makineleşme ve sanayi devriminin sonucu eskisiyle kıyaslanamayacak derecede çok üretimin yapılabilmesi, insan ya da binek hayvanlarının gücüyle hareket edebilen ulaşım araçlarının yerlerini önce buharlı, sonra içten yanmalı motorlu araçlara bırakması, onlarca insanın işini tek başına yapabilen motorlu tarım araçlarının tarımda kullanılmaya başlanmasıyla birlikte birçok insanın tarım sektörü dışına itilmesi, daha önce sınırlı bir alanda var olan başkasına ait işyerlerinde çalışma uygulamasının gittikçe yaygınlaşmasıdır. Sanayi devrimi olarak adlandırdığımız bu dönem, sadece ekonomik hayata değil, sosyal hayatın bütününe çok yönlü etkide bulunmuştur.
Artık Bilgi Çağı’ndayız…
İnsanlık tarihinin içinde bulunduğumuz gelişim evresi ise “sanayi sonrası toplum”, “uzay çağı”, “bilgi çağı”, “iletişim çağı”,“elektronik çağ” gibi adlarla isimlendirilmektedir. Günümüzde her alanda en ileri teknolojiler kullanılmakta; üretim, ulaşım, iletişim ve savaş teknolojisi alanında baş döndürücü bir hız ve değişim yaşanmaktadır. İçinde bulunduğumuz teknolojik değişim çağı, neredeyse hızına yetişilmez bir hâl almıştır. Dünyada insan hayatının başladığı günden yirminci yüzyılın son çeyreğine kadar insanlığın kaydettiği ilerlemenin yüzlerce, binlerce katı hızlı değişim, son elli, hatta son yirmi yıl içerisinde gerçekleşmiştir dense yanlış bir şey söylenmiş olmaz.
Alvin ve Heidi Toffler’in “dalga” olarak isimlendirdiği ve “Tarım Toplumu” “Sanayi Toplumu” ve “Sanayi Sonrası Toplum” olarak 3 dalga hâlinde özetlediği insanlık tarihinin bu gelişim evrelerinin her birinde, sonraki aşamada bulunan yeni toplum düzeni, belli bir süreç sonunda eskisinin yerini almaktadır.
Burada sayılan insanlık tarihinin değişim ve dönüşüm aşamaları, bütün dünyada tüm ülkeler için aynı anda başlayıp biten ve birbirinden keskin ayrım dönemleri değildir. Dünya üzerinde farklı ülkeler, bu tarihsel sürecin farklı gelişim evrelerinde bulunabilecekleri gibi, aynı ülke içerisinde bile farklı gelişim evrelerinde bulunan toplum kesimleri olabilir. Şunu da belirtmek gerekir ki bir toplumun üretim teknolojisi ne ise, ulaşım, iletişim ve savaş teknolojisi de odur.
Aşağıdaki tasnif, her bir alanda (tarım, üretim, ulaşım, iletişim ve savaş alanlarında) kullanılan yöntem ve araçların teknolojik gelişim açısından insanlık tarihinin hangi evresine tekabül ettiğini açıklamaya çalışmaktadır:
Öküz ve Saban / Elle Üretim / At ve Araba / Yazı ve Mektup / Kılıç ve Kalkan (Tarım Toplumu)
Traktör ve Diğer Tarım Makinaları / Fabrikada Makinalarla Seri Üretim / Önce Buharlı Sonra İçten Yanmalı Motorlu Araçlar / Matbaa, Telgraf ve Telefon / Tank, Top ve Tüfek (Sanayi Toplumu)
Genetik ve Uydu Teknolojisi / Dijital Üretim Sistemleri / Elektrikli ve Hibrit Araçlar / Bilgisayar, Elektronik Posta ve Kablosuz İletişim / Nükleer Teknoloji, İHA, SİHA, Savaş Araçlarında Uydu Sistemlerinin Kullanılması (Sanayi Ötesi Toplum)
İnsanlık Tarihinin Her Bir Evresi Hayatımızda Neyi Değiştirdi?
İnsanlık tarihinin bu gelişim evrelerinin her biri, kendilerinden önceki dönemde asla tahmin edilemeyen değişimlere yol açmıştır.
Öküzü ve sabanıyla tarlasını sürmekte olan, düven sürerek harmanını kaldıran bir çiftçi, yüzlerce dönüm araziyi ne yapsın? Oysa traktörü ve biçerdöveri olan bir çiftçi için koca bir köyün arazisi sadece kendisinin olsa ekme, dikme ve hasat işinin altından kalkabilir. Kaldı ki nüfus da eskisine göre kalabalıklaştığı için, üretilen bir ürünün pazarlanması sorunu da bulunmamaktadır.
Kılıç ve kalkanla savaşan bir insanı, günün sonunda kan tutabilir. Düşmana kılıç salladığı kolu bir süre sonra yorulur. Savaş meydanında kendisinin de yaralanma ihtimali vardır. Oysa uydu teknolojisi kullanan bir asker için koca bir kasabanın yok edilmesi, binlerce kişinin öldürülmesi, bir bilgisayar oyunundan farksızdır. Hatta hedefi vurduğunda elindeki kolasını içip, cipsini yerken “yihuuu” diye çığlık bile atabilir. Uydu teknolojisi savaş ahlâkını ortadan kaldırmış, insanı gerçek hayattan kopararak duygusuzlaştırmıştır.
Hayvancılıkla uğraşan birisi yakınlarından biri vefat etmiş bile olsa hayvanlarıyla ilgilenmek durumundadır. Bağ – bahçe, su, gübre ister, hayvanlar yem bekler. Bu alanda tarlaya veya ahıra gitmemek diye bir şey düşünülemez. Oysa bir müfettiş, işyerine gitmeden uzaktan çalışabilir. Hazırladığı raporu, deniz kıyısında ayağında plaj terlikleriyle dinlenirken bile bilgisayar ve iletişim teknolojisi ile merkeze gönderebilir. İzmir’deki bir dairenin satış işlemi, Erzurum’daki tapu dairesinde gerçekleştirilebilir.
Ülkemizde 1980’li yılların ortasına kadar şehirlerarası telefon görüşmesi yapması gereken bir kişi, PTT’yi arayıp kayıt yaptırdıktan sonra neredeyse bir gününü telefon başında geçirmek zorunda kalabilirdi. Çünkü bir şehirden diğerine telefon bağlantısı ancak bu kadar sürede sağlanabiliyordu. Daha otuz – kırk yıl öncesinde postaya verilen bir mektup bir ilden diğerine bazen bir haftada gidiyordu. Çekilen bir telgrafın aynı gün muhatabına ulaşmasını istiyorsanız daha yüksek ücret ödediğiniz “yıldırım telgraf” diye bir seçenek vardı. Oysa bugün herkes elindeki telefonlarla Avrupa’nın herhangi bir şehrindeki bir akrabası ile görüntülü olarak konuşabiliyor. Yazılan bir metnin muhatabına ulaşması için sadece “gönder” butonuna basmak yeterlidir. Üstelik bütün bu işler için kablo bağlantısı da gerekmez.
Yeni Çalışma Alanları, Yeni Para Kazanma Yolları…
İşte insanın kavramakta zorlandığı böylesine baş döndürücü değişim, çalışma hayatında da inanılmaz değişimleri beraberinde getirmiştir.
Bundan yüz yıl önce pek çok insan için para kazanmak, doğrudan insanların ihtiyaçlarını gidermek için mutlaka somut, elle dokunulabilir bir şeylerin üretilmesine bağlıydı.
Bir çiftçi, buğdayını, arpasını, sütünü, yumurtasını ya da sebze ve meyvesini üretir, ihtiyacı kadarını evine ayırır, kalanını satar ve ihtiyacı olan diğer ürünleri de kendi ürettiği bu ürünlerini satarak elde ettiği parayla satın alırdı. Fabrikada çalışmakta olan bir işçi için ise, makinelerle başkası için üretim yapılan bir süreçte, emeğini satıp elde ettiği gelirle ihtiyacını karşılamak gibi bir durum söz konusuydu. Bütün bunlar yukarıda anlattığımız tarım ve sanayi toplumları için anlaşılabilir şeylerdir.
Oysa özellikle 20. yüzyılın başlarından itibaren daha önce akla hayale gelmeyecek alanlarda para kazanılan sektörler ortaya çıkmış, insanlar daha önce hiç tahmin edilemeyen alanlarda hatırı sayılır gelirler elde etmeye başlamışlardır. Hatta bazı alanlarda bu sektörler geleneksel üretim sektörlerini gölgede bırakmıştır da denebilir.
19. yüzyılda profesyonel olarak 11 kişilik iki takım arasında oynanan ve eğlence olsun diye o saatte işi olmayan meraklı bir kitle tarafından izlenmekte olan bir futbol maçının günün birinde on milyarlarca dolarlık bir futbol endüstrisi oluşturacağını, bahis sektörünün milyonlarca insanın meşguliyeti haline geleceğini, tek bir futbolcunun transfer değerinin yüz milyonlarca avro olacağını, hemen her ülkede bazı futbolcuların yat kat sahibi, yüksek ücret alan, magazin dünyasının yakından takip ettiği, binlerce seveni peşinden koşan kişiler olacağını kim tahmin edebilirdi ki?
Bir tiyatroda yazılmış piyeslerin oyuncular eliyle canlandırılmasını ilk izleyen insanlar, bu işin zamanla tiyatrodan sinema ve dizi sektörüne evrileceğini, sinemanın ve televizyon dizilerinin yılda onlarca milyar dolarlık hasılat elde edilen bir sektöre dönüşeceğini nereden bilebilirdi ki? Hele hele sinemanın başlı başına bir propaganda aygıtı olacağını, milyonların zihninde birçok gerçeği ters yüz edebilecek potansiyeli bünyesine alabileceğini öngören birileri acaba var mıydı ki?
Bir başka şehri ya da ülkeyi ziyaret etmenin ileride turizm adıyla anılacak bir sektörü ortaya çıkaracağını, bu sektörün “doğa”, “deniz”, “kış”, “tarih”, “inanç”, “av” ve “gastronomi” gibi alt dalları olacağını, bu iş için on milyonlarca yataklık oteller inşa edileceğini, yüz milyonlarca insanın “bacasız sanayi” olarak isimlendirilen bu sektörden ekmek yiyeceğini, yüzlerce insanın bir yıllık toplam gelirine karşılık gelecek tutarların bazı zenginler tarafından bir otel dairesine sadece bir gecelik ücret olarak ödenebileceğini, sektörün yüz milyarlarca dolarlık bir büyüklüğe ulaşacağını tahmin edebilen biri var mıydı ki?
Bundan iki yüz yıl önce bu topraklarda herhangi biri, sesi güzel olan birinin söylediği şarkı veya türkülerle milyonlarca lira kazanacağını bilebilir miydi ki?
Bundan yirmi yıl önce herhangi birisi, sadece elindeki telefonun kamerasıyla birtakım çekimler yapan ve internet üzerinden paylaşımlar gerçekleştiren birinin “youtuber” olup milyonlarca lira kazanabileceğini düşünebilir miydi ki?
Örnekleri artırabiliriz. Bu örnekler, günümüz toplumlarında insanların, geçmiş zamanlarda asla tahmin edilemeyen alanlarda farklı işler yaparak devasa paralar kazanabildiklerini ortaya koyuyor.
Dilerseniz şimdi yavaş yavaş bunca açıklamayı neden yaptığımızı anlatalım ve sözü artık bir yere bağlayalım.
Tekerrür Etmeyen Tarih: Ezop’un Masalı Neden Geçersiz Hale Geldi?
Bilindiği üzere “Ağustos Böceği ile Karınca”, Milattan Önce 6. yüzyılda yaşamış olan Yunan Masalcısı Ezop’un neredeyse herkes tarafından bilinen en ünlü masallarındandır. Söz konusu masal bizlere kimselere muhtaç olmadan rahat bir hayat sürebilmek için çalışmanın önemini ve gerekliliğini, çalışma zamanını eğlence ile geçiren birisinin zamanı geldiğinde çalışan kişiye muhtaç hâle geleceğini, fakat yardım için çaldığı kapının suratına kapatılacağını, bu hâle düşmemek için boş işlerden uzak durulması gerektiğini anlatmaktadır.
Oysa burada herkesin bildiği masaldan uyarlanarak anlatılan fıkra, başta gerçekten de Ezop’un anlattığı gibi başlasa bile, hiç de Ezop’un anlattığı netice ile sonlanmıyor. Yaz boyunca yine şarkılar söyleyerek gününü geçiren ağustos böceği, kış ayları geldiğinde, karıncanın tahmin ettiği gibi yardım için kapısını çalmıyor. Hatta ağustos böceğinin evine bir marketin servis aracıyla yüklü miktarda erzak indiriliyor olması karıncayı hayretler içerisinde bırakıyor.
Şimdi isterseniz fıkranın Ezop’un masalından farklı bir şekilde neticelenmesinin ve karıncanın hayretler içerisinde kalmasının sebeplerini tarihsel verilerle açıklamaya çalışalım.
Bir kere şunu özellikle tespit etmek gerekir ki, Ezop’un bu masalı anlattığı dönemin üzerinden onlarca asır geçmiş, “köprünün altından çok sular akmış”tır.
Aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen karınca hâlâ tarım toplumu öncesi “avcı ve toplayıcı” dönemin özelliklerine uygun bir mesleğin sahibidir, toplayıcılıkla geçinmektedir. Karıncanın topladığı yiyecekler kendisi tarafından üretilmemektedir. Karıncanın dünyasında, dönemin özelliklerine uygun olarak tabiatta hazır bulunan yiyeceklerin toplanıp istiflenmesi, bilahare ihtiyaç duyulduğunda da kullanılması esasına dayanan bir çalışma sistemi uygulanmaktadır. Karınca bahse konu masalın yazılmasının üzerinden asırlar geçmiş olsa bile yine eski alışkanlıklarını sürdürmekte, gecesini gündüzüne katarak yoğun bir şekilde çalışmakta ve geleceği belli olan kış için hazırlık yapmaktadır.
Fakat ağustos böceğinin cephesinde bazı şeyler değişmiştir. Ezop’un masalı kurguladığı dönemde, bir ağustos böceğinin şarkı söylemesi ancak boş olanların, aylak gezenlerin yapacağı bir iş iken, geçen zaman içerisinde şarkı ya da türkü söyleyen insanların bu işleri dolayısıyla gelir elde edebilecekleri bir “müzik piyasası” ortaya çıkmıştır. Öncelikle karşılığında para kazanılan konserlerle sanat icra etmeye imkân sağlayan bu sektör, belli ortamlarda kaydedilen sesin plâk, kaset, CD gibi araçlarla nakledilebilir hâle gelmesiyle de farklı bir yöne evrilmiştir. Bu, eğlence sektörünün eskiye göre biçim değiştirmesinin bir sonucudur. Daha düne kadar orada burada boş boş saz çalan, başkalarının yardımlarıyla geçinen asalak birisi olarak görülen ağustos böceği, belki de söylediği şarkılarla albümler çıkarabilmekte, verdiği halk konserleriyle gelir elde edebilmektedir. Akşamları belli gazinolarda sahne alması da imkân dâhilindedir. Özellikle yaz aylarında çağrıldığı düğün, kına gecesi vb. etkinliklerle gelir elde edebilmesi de söz konusu olabilir. Kim bilir belki de bazı belediyelerin açılış etkinliklerinde sahne alıyordur. Yaptığı iş, ağustos böceğine saygınlık kazandırmıştır da denilebilir. Hatta popülerliği artmışsa, paparazilerin takibinde olduğu da düşünülebilir.
Değişimin Farkına Varamayan Karınca Hayretler İçerisinde…
Diğer taraftan karıncanın çalışma biçimi, hâlen yaşadığı “avcı ve toplayıcı dönem”in doğal bir sonucu olarak ihtiyaç duyduğu, kendisinin tüketeceği besinleri toplamaktan ibarettir. Karınca, hâlâ kendi topladığını tüketen konumundadır. Yemeyeceği bir besini toplaması söz konusu değildir. Oysa zaman değişmiş, ağustos böceği için tek gelir elde etme yolunun “yiyeceği besinleri toplamak” olmadığı bir dönem gelmiştir. Ağustos böceği sesiyle şarkı söyleyerek gelir elde etmekte, bu geliri karşılığında da yiyecek ihtiyacını karşılayabilmektedir.
Hâlen Ezop’un masalında anlattığı yerde duran karıncanın hafızasındaki ağustos böceğinin yaşadığı dönemle, ağustos böceğinin değişime ayak uydurarak yaşadığı dönem arasındaki farklardan birisi, takas ekonomisinin sona ermesi, ticari hayatta “paranın kullanılmaya başlanması”dır.
Karınca ancak her ikisi de tüketebileceği birer yiyecek olan bir pirinç tanesi ile bir buğday tanesinin değiştirilebileceği takas ekonomisinin geçerli olduğu bir dönemi yaşamaktadır. Oysa ağustos böceği, ekonomik hayatta paranın kullanılmaya başlamasıyla birlikte, karıncanın hâlen sürdürdüğü “avcı toplayıcı dönem”de asla tüketilir bir şey olmayan “sesiyle şarkı söylemek”ten para kazanabilmekte, bu para karşılığında da ihtiyaç duyacağı yiyecekleri satın alabilmektedir. Para, ağustos böceğine, bir yiyeceği ancak bir başka yiyecekle satın alabileceği takas ekonomisinin ötesinde imkânlar sağlamaktadır. Esasen yenilir yutulur bir şey olmayan “ses”i karşılığında yiyecek satın alabilmek, ancak “ticari hayatta paranın kullanılabilir olması”yla sağlanabilecek bir şeydir.
İnsanın Geleceğini Satın Alan Finans Sektörü
Diğer taraftan anlıyoruz ki ağustos böceğinin işleri çok da iyi değildir. Çünkü yaz döneminde düğünlerde, kına gecelerinde ya da yaz konserlerinde şarkı söyleyerek kazandığı para, yaz aylarındaki giderlerini karşılamaya ancak yetmiş, kış aylarındaki giderlerini peşin parayla karşılayabilecek imkânı bulamamıştır.
Bu kez de ağustos böceğinin imdadına finans sektörü yetişmiştir.
Karıncanın yaşadığı tarihsel dönemde muhtemelen daha “para”nın adının dahi bilinmediği göz önüne alınırsa, ağustos böceği tarafından ödemelerde kredi kartı kullanılmasının karınca için ne kadar şaşırtıcı bir ödeme aracı olduğu daha iyi anlaşılabilir.
Kış aylarında azalan gıda tüketimini artırabilmek amacıyla banka ile market arasında yapılan anlaşma, ağustos böceği için can simidi olmuştur. Banka ile market arasında yapılan anlaşmaya göre gıda ürünlerinde dört ayı ödemesiz kredi kartıyla altı taksit kampanyası başlatılmıştır. Bu kampanya tam da dönemsel gelir elde eden ağustos böceğinin çalışma şartlarına uygundur. Çünkü ağustos böceği ancak yaz sezonunda çalışarak para kazanabilmektedir.
Bu kampanya ağustos böceğine ilaç gibi gelmiştir. Çünkü aldığı gıda maddeleri karşılığında dört ay boyunca herhangi bir ödeme yapması gerekmeyecek, dört ayın sonunda kış ayları geride kalacağı için yavaş yavaş sezonun açılmasıyla birlikte, düğün salonlarından veya yaz konserlerinden elde edeceği gelirle kredi kartı borcunu ödeyebilecektir. Kim bilir belki kış aylarında, sezonda çıkaracağı albümün hazırlıklarını da sürdürebilir?
Neyse… Ağustos böceği için gelecek yılı düşünmenin şimdi sırası değildir.
Bankacılık sistemi kışlık sorununu çözmüş, tarihin tekerrür etmesini engellemiş, kendisini sıcak yuvasının penceresinde kapısına gelecek “tembel ağustos böceği”ni kovmak üzere bekleyen karıncaya muhtaç olmaktan kurtarmıştır.
Hele bir yaza çıksın da gerisi Allah kerim!
Şimdi bu fıkradan çıkaracağımız ders ve ilkelere bakabiliriz:
DERS 1- Alışkanlıkların eskiyse gördüklerine şaşırırsın.
(Nakit alın terini, borç geleceği harcamaktır ilkesi)
DERS 2- Mevsimsel esnek çalışma yöntemi, güncel kampanyalarla desteklenirse tarih tekerrür etmez.
(Tüfek icat oldu mertlik bozuldu ilkesi)
[1] Bu çalışma, tarafımdan hazırlıkları sürdürülen personel yönetimine ve çalışma hayatına ilişkin fıkralardan, gerçek hayatla da bağlantısı kurulmak suretiyle gerçek veya ironik birtakım dersler çıkarılmasını esas alan, (şimdilik) “Mizahla Karışık Yönetim Dersleri” adı verilmesi düşünülen kitabın bir bölümüdür. Metin içerisindeki mizah unsurlarının kullanılma amacı, kasıt değil, vurguyu pekiştirmek olup, zülf-i yâre dokunan bir şey olursa şimdiden affımı talep ederim.
Enes Polat
1970 Erzincan doğumlu. 1992 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünden mezun oldu. 1993 yılında Devlet Personel Başkanlığı’nda Devlet Personel Uzman Yardımcısı olarak çalışmaya başladı. 1997 yılında Devlet Personel Uzmanlığına atandı. 2004 yılında Kamu Görevlileri Sendikaları Birim Yöneticiliği’ne, 2009 yılında Teşkilat ve Yönetimi Geliştirme Daire Başkanlığı’na, 2011 yılında Devlet Personel Başkan Yardımcılığı’na atandı. 2016-2020 yılları arasında Devlet Personel Başkanlığı görevini yürüttü. Devlet Personel Başkanlığı’nın kapatılması sonrasında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda Müşavir olarak görevine devam etmektedir.