MERKEZ-SAĞ: İDEOLOJİK MAHALLENİN ÖKSÜZ ÇOCUĞU
Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu –
‘İdeolojik’, toplumsal bir varlığın ‘yanlış bilinci’ değildir…
Zira, ‘ideolojik’, ‘yanlış bilinç’ tarafından desteklendiği ölçüde
karşımıza çıkan toplumsal varlığın kendisidir.
Slavoj Žižek
Siyaset Bilimi alanının temel kavramlarından biri olan ideoloji, istenen bir toplum düzeninin nasıl kurulacağı üzerine insan doğası, tarihsel akış ve güncel durum üzerine kendi içinde tutarlı bir takım düşünce ve varsayımlar setidir. Antonie de Tracy’den bu yana süren ideoloji literatürü, ideolojiye olumlu anlam yükleyenlerin yanında, ideolojiyi küçümseyen ve eleştiren çok sayıda çalışma ile de doludur. Son tahlilde ideolojinin olumlu ve olumsuz yansımaları olsa da, Türkiye’de ideolojik olmamanın, bilhassa siyaseti icra edenleri değerlendiren akademik yazında, yeterince muteber görülmediğini gözlemlemek mümkündür. Türkiye siyasetinde merkez-sağın ideolojik olmama durumunun altını çizeceğim bu yazıda, ideolojik olmamanın bir takım fırsatları beraberinde getirdiğini, merkez-sağ çerçevesini tarif ederek ortaya koymaya çalışacağım.
Merkez-sağ: Gerçek Hayat Kadar Çok Yönlü…
Türkiye’de merkez-sağ, sol(lar)dan, İslamcı ve milliyetçi sağ(lar)dan ve onların çeşitli fraksiyonlarından farklı olarak, katı bir ideolojik zeminden yoksundur. Bilhassa ideolojisi olan, kendini net sınırlar içinde tanımlayan düşünürler ve akademik camia tarafından da yer yer hoşlanılmadığı ima edilen, kimi zaman küçümseyici ithamlara maruz bırakılan bir düşünce örüntüsüdür. Zira merkez-sağın herkesçe bilinen büyük düşünürleri, okuma listeleri, taşıyıcı nesiller yetiştirmek üzere kurulmuş ideolojik okulları fazlaca yoktur. Merkez-sağ bir düşünmekten çok bir “eyleme, aksiyon alma” halidir ve bu “eyleme” asla düşünmeden yapılan bir fiil değildir. Bilakis, rasyonel aklın oldukça belirginlik kazandığı, girdi ve çıktı analizi yapan, sloganlardan çok iş yapmaya odaklanan bir duruştur. Bu duruş, gerekli olduğu durumlarda ve gereken desibelde sloganlar atmaktan da çekinmez. Nadir de olsa bu sloganların, sol, İslamcı-sağ ya da milliyetçi-sağ kadar gür çıktığı da görülür fakat bunun nedeni, o dönemde o sloganın atılmasının gerekliliğinin hesaplanmış olmasıdır.
Koşulsuz biçimde bir ideolojiye iman edenler için merkez-sağ, katı sınırlarca korunan yeterince istikrarlı bir siyaset söylemi vaat etmez. Ne var ki, merkez-sağın önemsediği istikrar, siyasetin söylemi değil, fiiliyatıdır. Tüm bu nedenlerle, siyaset yapmaya talip olmayı sürdürmesi ile, ideolojik masalarda dünya gerçeklerini belli teorilerin dışına çıkmadan, büyük ölçüde umutsuz ve yine büyük ölçüde ütopik sayılabilecek dünyayı kurtarma egzersizlerinden önemli ölçüde ayrılır. Bir yanı ile garip olması da, oy kullananların ekserisinin aksine, siyaset üstüne yazıp çizenlerin, siyasetin pratik sonuçlarından çok söylemi ve sihirli formülleri üstüne düşünüyor olmalarıdır. Oysa merkez-sağ, tıpkı hayat gibi oldukça reel zeminde anlam kazanan, akışkan, devinimli ve çevresel faktörlerin yüksek etkisi altında şekillenen ve ihtiyaca cevap vermeye odaklı bir düşünce örgüsüdür.
Gerçekle ve o gerçeğin farklı yüzleri ile tanışmış merkez-sağ, bu nedenle geniş kitlelerin teveccüh gösterdiği bir alan olmuştur. Tıpkı toplum gibi, hayat gibi, ekonomi gibi merkez-sağ da eklektiktir. Tek bir kaynaktan ya da katı bir ideolojik haritadan beslenmez. İçinde farklı dinî, ideolojik, mezhepsel ve etnik kimlikleri uyum içinde barındırır. Liberal, muhafazakâr, İslamcı, milliyetçi, sosyal demokrat ideolojiler merkez-sağ çatısı altında bir araya gelebilir. Bu nedenle Anavatan Partisinin dört eğilimi bir araya getirme iddiası, her ne kadar sosyal demokrat öğelerin temsili daha az yer alsa da, asılsız değildir. Burada önemli olan husus, bu ideolojilerden herhangi birinin belirgin biçimde merkez-sağ çerçeveye hâkim olmamasıdır. Örnek vermek gerekirse, Türk milliyetçiliği ya da İslamcılık renklerinin hâkim olmaya başladığı bir çerçeve, zaman içinde merkez-sağ olma fonksiyonunu kaybedecektir.
İdeolojinin Uzağında, Siyaset Yapmanın Odağında…
Bahsedilen çeşitli renkleri içerme fakat tek bir ideolojik renge boyanmama durumu, çoğunlukla marjinal olmayan Türkiye toplumunun geniş kesimleri açısından da tasvip edilmektedir. Merkez-sağ bu nedenle siyaset alanının başat aktörü olmuştur. Bu düşünce örgüsünün ideoloji olmadığı açık iken, ideolojik olmamanın yer yer ilkesizlikle, yer yer oportünizmle ilişkilendirildiği, en doğru bilgiyi tekelinde tuttuğuna inanan (obskürantist) bakış açıları tarafından kayda değer bulunmaması, merkez-sağı değersiz yapmaz. Çünkü sivil toplumun yeterince bağımsız ve etkin bir alan olmadığı Türkiye’de, siyasetin ve karar alma süreçlerinin ana aktörlerinden ve en önemlilerinden biri siyasi partilerdir. Merkez-sağ ise düşünce okullarının partiye evrildiği değil, partinin siyasi yön oluşturduğu bir yapıdır. Diğer bir ifade ile bu gelenekte, daha çok kurumsal yapıdan düşünce doğar. Kuruluş aşamasında, toprak reformu başta olmak üzere çeşitli fikir ayrılıklarının ortaya çıkardığı Demokrat Parti (DP) ileri gelenlerinin kendi duruşlarını “CHP’nin kimi hususlarda iki parmak sağında, kimi hususlarda iki parmak solunda” olarak tanımlamaları, aslında merkez-sağın kontekst bazlı oluşuna işaret eder. Bu ifade aynı zamanda, kuruluş aşamasındaki DP’nin henüz hangi hususlarda CHP’nin daha sağında ya da solunda yer alacağının kesin biçimde netleşmediğini ve zaman geçtikçe çerçevesinin belireceğini ima etmektedir.
İdeolojik bir partinin her durum için vereceği cevaplar açıktır ve önceden tayin edilmiştir. İdeolojik olmak, seçici bir kavram filtrelemesini beraberinde getirir. İdeolojik ara yüzünde yer alan anahtar kelimeleri gören ideolojik refleks, gerçekte karşılaşılan durumun karmaşıklığını anlamaya zaman harcamaz. İdeolojik ilkeler üzerinden tanımlanan bu haritalandırma, pratik hayatta çoğu zaman kâğıt üzerinde kurgulandığı gibi işlemese de, ideolojik olmak o ilkeleri her ne pahasına olursa olsun savunmayı ve uygulamayı gerektirir. Merkez-sağ ise keskin haritalandırma süreçlerinin dışında kalmayı tercih eder. Bu nedenle merkez-sağın düşünce örüntüsünü anlamak için parti programları kadar parti politikalarına da bakmak gerekmektedir. Beliren belli eğilimler, bu düşünce örüntüsünün ana unsuru kabul edilebilir.
Daha önceden yaptığım bir çalışmada,
1. Çoğunlukçu demokrasi anlayışı,
2. Devletle geliştirdiği aşk-nefret ilişkisi,
3. Baskıcı olmayan seküler anlayış
şeklinde sıralanabilecek üç hususu merkez-sağın temel tipolojik unsurları olarak tanımlamış idim. Bu unsurlar genel olarak parti programlarından ziyade, parti politikaları incelenerek oluşturuldu. Merkez-sağın ideolojik zeminde yer almamasının, aslında onun bir düşünce örüntüsü ya da başka bir ifade ile bir çerçeve olmasından kaynaklandığını ve bunun sanılanın aksine olumsuz bir durum olmadığını düşünmekteyim. Kısaca bu üç unsura değindikten sonra, ideolojik olmamanın sağladığı avantajın, bu üç unsurun tadil edilmesi gereken yönleri açısından bir fırsat oluşturabileceğini vurgulayacağım.
1. Çoğunlukçu demokrasi anlayışı
Demokrasi kavramının birbirinden farklı çok sayıda tanımı bulunmaktadır. Demokrasinin sağlamlığı, ne ölçüde özgürlük bileşeni içerdiği, yaygın kabul görme durumu gibi birçok faktör, demokrasinin niteliğine ilişkin de bilgi sunmaktadır. Bu bağlamda merkez-sağ, çoğunlukçu olarak tanımlanabilecek bir demokrasi anlayışına sahiptir. Bu demokratik bakış açısına göre sandık ve seçimler demokrasinin en temel bileşeni olarak özenle üstünde durulan konular olarak karşımıza çıkar. Seçimlerin adil ve hilesiz olması hayati önem taşır. Millet iradesi bu anlamda kutsanmış bir kavram olarak merkez-sağ düşüncesinin kalbinde yer alır. Zira, millet iradesi ve milletin çoğunluğunun oyunu alabiliyor olmak siyaset yapmanın temel aracı olarak görüldüğünden, gücün temel kaynağına işaret etmektedir. Bu nedenle, iradesini siyasetçilere temsil edilmek üzere ödünç veren toplumun kahir ekseriyetinin beklentilerine cevap vermek, merkez-sağ siyasette çok önemli bir faktördür Ne var ki, kimi zaman muhalefete yönelik hoşgörüsüz bir tutumun sergilendiği görülür. Bu durum, demokratikleşme süreçlerine katkı sunarak yönetmeye başlayan merkez-sağın, bu misyonu sürdürememesine neden olmaktadır. Çoğunlukçu demokrasi anlayışının zaman içinde daha çoğulcu bir perspektife evrilmesi ise 21. yüzyılda merkez-sağ çerçevesinde yer alması beklenen bir husustur.
2. Devletle geliştirdiği aşk-nefret ilişkisi
Toplumun çoğunluğunun ihtiyaçlarına cevap verebilirliği yüksek olan merkez-sağ çerçeve, asker ve sivil bürokrasi başta olmak üzere baskı dönemlerinin imtiyazlı alanları ile çatışma içindedir. Şerif Mardin’in yıllar önce Shils’in teorisini Türkiye’ye uyarlayarak ortaya koyduğu merkez-çevre ayrışması da merkez-sağ için bir mevzilenme alanıdır. Her ne kadar merkez-sağ aktörlerin, bilhassa Demokrat Parti döneminde, Frey’in de not ettiği üzere, elit sayılabilecek ve toplumsal taban ile benzeşmeyen birçok yönü olsa da, merkez-sağ aslında çevreye seslenmekte ve çevreden destek beklemektedir. Bu durum, Adalet Partisi serüveni ile daha fazla belirginlik kazanmış ve Demirel’in temsil ettiği bir Anadolu çocuğu efsanesi ile merkez-sağın çevre ile olan iletişimini daha da güçlendirmiştir.
Ne var ki Adalet Partisinin 1970’lerde yaşadığı kırılım, merkez-sağın devlet ile olan ilişkisini anlamakta oldukça işlevseldir. Bu süreçte seçimleri kazanmanın güce haiz olmak için yeterli olmayacağını keşfeden Adalet Partisi ve lideri, karar alma süreçlerinde askerlere danışmayı bir alışkanlık haline getirerek askerin siyasetteki egemenlik alanına bir bakıma daha fazla meşruiyet kazandırmıştır (Cizre, 1993). Bu durum diğer merkez-sağ partilerin de devletin hassas alanları ile münakaşa etmekten imtina ederek, aslında devlet ile çoğunlukla geçim ehli bir tutum sergilemesinde görülür.
Bu partilerde göze çarpan bir başka husus ise kendilerine ait olmadıklarını düşündükleri bürokratik alanı kendilerinin yapma çabasıdır ki, bu çaba Demokrat Partinin teknokratlaşma eğilimi ile başlarken, esasen Anavatan Partisi döneminde devlet içinde yoğun biçimde temsil edilen Kemalist öğeleri, liberal, muhafazakâr ve milliyetçi farklı elementler ile dengeleme çabasını beraberinde getirmiştir. Diğer bir ifade ile devlet, merkez-sağ için gazabından korkulan, aynı zamanda da sahip olunmak ve bu mümkün olmuyorsa en azından paylaşılmak istenen bir alandır.
Tüm bu süreçte, devletin merkez-sağın gözünde yalnızca Heper’in transandental (aşkın) kavramsallaştırmasına uygun bir algının geliştirildiğini söylemek eksik kalacaktır. İcraat odaklı ve kalkınmacı söylemin içinde devlet aynı zamanda bir ekonomik araçtır. Bu nedenle devlet kaynakları, kendisini seçen kesimler başta olmak üzere geniş toplum kesimlerinin kalkınmasını desteklemek ve gelecek dönemlerde toplum kesimlerinin desteğini almaya devam ederek, siyasi gücün sürekliliğini sağlamak adına en önemli enstrümanlardan biridir. Genel olarak merkez-sağın liberal bir ekonomik söylemi benimsediği görünse de, icraat noktasında kimi zaman bu söylemin dışına çıkarak, o günün ihtiyacına uygun arayışlara girerek, devletin ekonomik alana müdahalesi desteklenmiştir.
Sonuç olarak, icraat odaklı merkez-sağ çerçevede, devlet hem önemli bir ekonomik enstrüman hem de her ne kadar çatışma içinde gibi görünse de sahip olunmaya çalışılan bir güç alanıdır.
3. Baskıcı olmayan seküler anlayış
Din, Türkiye siyasetinde ister seküler olsun ister muhafazakâr, tüm düşünce ekollerinde olduğu gibi, merkez-sağ çerçeve için de siyaset yapmanın önemli bileşenlerinden biridir. Ne var ki, dine ve dinî sembollere yönelik geliştirilen dengeli ve gerçekçi tavır, merkez-sağı İslamcılıktan ve Kemalist ideolojiden büyük ölçüde ayırır. Öncelikle ortaya konulan temel duruş, merkez-sağın, sekülarizm ilkesi ile herhangi bir probleminin olmadığıdır ve merkez-sağ çerçeve bu konuda oldukça samimidir. Öte yandan, toplumu anlamayı önemseyen merkez-sağ tavrın, toplumun büyük bölümü açısından kutsal kabul edilen alanlara, ritüellere ve sembollere önem atfetmemesi beklenmez. Bu minvalde, Demokrat Partinin iktidara geldikten hemen sonra ezanın orijinal lisanında okunmasının sağlanması gibi çok sayıda örnek, merkez-sağ siyasetin kitlelerin kalbine dokunma teşebbüsüdür.
Merkez-sağın ortaya koyduğu dengeli seküler tavrın, zaman içinde daha İslamcı ya da -2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Erkan Mumcu’nun/Anavatan Partisinin izlediği gibi- daha baskıcı seküler bir alana taşınması, kendi içinde birtakım anti-demokratik yönelimler içerme tehlikesi taşımaktadır. Bu durum da, merkez-sağ çerçevenin kaybolmasına yol açar.
Sonuç olarak, Türkiye’de merkez-sağ, bir yapma, işleyiş, eyleme halidir. Bu nedenle katı ideolojik tutumlardan ve genel geçer ideolojik reçeteleri tatbik etmekten çok, terzi yapımı denebilecek şekilde, günün ihtiyaçlarına ve önceliklerine ilişkin, karmaşık sosyal durumları tahlil ederek karar alma ve politika yapma çerçevesidir. Ne var ki, daha çoğulcu bir demokrasi anlayışı geliştirmek, kendisini devletin ana bileşeni olarak tanımlama hevesine ya da devlete sahip olma hırsına kapılmamak ve dengeli seküler tutumunu sürdürmek, merkez-sağ siyasetin daha uzun soluklu bir dünya görüşü sunmasına katkı sunacaktır. Öte yandan, merkez-sağın katı bir düşünce setine mutlak surette bağımlı olmaması, mikro düzeyde birçok toplumsal kırılımın bulunduğu Türkiye siyasetinde, aslında bir açmaz değil, önemli bir fırsattır. Eğer siyasetten beklenen katı bir ideolojik tutumun temsilinden çok daha ötesi ise, ideolojik zeminin öksüzü olmak, reel zeminin asli unsuru olmayı da beraberinde getirecektir.
Referanslar:
Cizre, Ü. (1993). AP – Ordu İlişkileri: Bir İkilemin Anatomisi. İletişim Yayınları.
Frey, F. W. (1965). The Turkish Political Elite. Mit Press.
Heper, M. (1985). The State Tradition in Turkey. Eothen Press.
Mardin, Ş. (1973). Center-periphery relations: A key to Turkish politics?.Daedalus, 169-190.
Osmanbaşoğlu, G. K. (2014). Typology of the Center-Right in Turkey (Doctoral dissertation, Bilkent University).
Zizek, S. (Ed.). (2012). Mapping Ideology. Verso Books.
Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu
Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde lisans eğitimi aldıktan sonra 2014 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde doktorasını tamamladı. 2019 yılında Doçent unvanı aldı. Bursa Eskişehir Bilecik Kalkınma Ajansı ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu gibi çeşitli kamu kuruluşlarında uzman olarak görev yaptı. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi ve misafir araştırmacı olarak bulunduğu the Maldives National University’de akademik çalışmalarını sürdürmektedir.