MAHALLİ SEÇİMLERDE PARTİ Mİ ÖNEMLİ ADAY MI?

Ömer Demir –

2024 mahallî idare seçimlerine az bir süre kaldı. 31 Mart’ta şehirlerimizi yönetecek yeni ekipler belirlenecek. Partiler de kimlerle şehirleri yöneteceklerine dair adaylarını belirlemiş durumda. Sonucun ülkemiz için hayırlı olmasını dileriz. Bu yazıda yerel seçimlerde siyasal partilerin yanında adayların da öne çıkmış olmasının farklı yönlerine işaret edeceğiz.

Yerel seçimlerde aday niteliklerinin daha fazla öne çıktığını, partilerin “hangi adayla seçimi alırız” araştırmaları yaptırdıklarını, bu sebeple de genel seçimlerde çok sık rastlanmayan biçimde adaylık için partiler arası transferlerin arttığını görüyoruz. Bu süreçte halkın teveccühünü kazanmak için aday ve partinin rolünün ne olduğuna bakmak yararlı olacaktır. Sadece adaya odaklanma veya parti merkezli oy vermenin ne tür sonuçlar getireceğine işaret edeceğiz.

Konunun biri seçimlerde seçmenin karar verme, diğeri de politik karar süreçlerinin oluşma tarzı olmak üzere iki yönü var. İki farklı yönden bakılınca manzara farklılaşıyor. Önce politik karar süreçlerinin oluşumunda aday ve partinin rolüne bakalım, ardından bireylerin tercih sürecindeki tutumlarına.

Siyasi Parti Gerekli mi?

Genel olarak insan hayatını etkileyen iki ana karar türünden bahsedebiliriz. Biri, bireylerin kendileri tarafından alınan kararlar, diğeri de topluluk adına verilen kararlar. Bireylerin kendi adlarına karar vermelerinde uyulması gereken kurallar konusunda insanların çok fazla tereddütleri yoktur. Bireyler neyin kendileri için uygun veya doğru olduğuna ikna olurlarsa, o doğrultuda karar verirler. Yanılma ve isabet etme konusunda aralarındaki farklılık, insanlar arası farklılığın doğal bir sonucu olarak görülür. Aynı konuda birbiriyle uyumlu, farklı veya zıt birçok karar, taraflarca büyük bir isteklilikle verilir. Birileri alır diğerleri satar, birileri girer diğerleri çıkar, taraflar memnun olduğu sürece farklı sonuçlar elde edilmesinde bir sorun görülmez.

Fakat topluluk adına karar vermeye geldiğinde işler biraz değişir. Topluluğun lehine veya aleyhine olan kararın ne olduğu konusunda uzlaşmak ve ortak bir fikre ulaşmak bireyin kendisi için karar vermesine göre hem hayli zordur hem de sonuçları çok farklıdır. Bireyin kararlarının olumlu veya olumsuz sonuçlarına, başkalarını etkilese de, ağırlıklı olarak kendisi katlandığı için kişisellik ağır basar. İş, topluluk ile ilgili kararlara geldiğinde, çıkar çatışması büyüyeceği için en uygun kararın ne olduğunun belirlenmesinde bireysel düzeydeki kararlar alınırken kullanılanlardan farklı bir yöntem bulmak gerekir.

Birey iyi kötü, doğrudan veya vekilleri aracılığı ile kendi adına karar verebilir ama topluluk “hayali” bir varlıktır, birey gibi karar veremez, onun adına mutlaka bireylerin karar vermesi gerekir. Bu bireylerin kim olacağı çok çetin bir konudur. Aslında bu konuda bulunan yöntemler çok çeşitli de değildir. Aile ve küçük gruplar içinde daha bilgili ve görgülü olduğu için topluluk adına karar verme yetkisi daha çok yaş itibari ile büyüklere tanınır. Bu çok pratik ve gerekçeleri kolay anlaşılabilir bir tutumdur. Topluluk ölçeği aileden kabileye doğru büyüdükçe, topluluk adına kararların, kişisel özellikleri ile temayüz etmiş kabile önderlerinin vermesi makul bulunmuştur. Bu önderler de genelde soya dayalı olarak belirlenir. Kimlerin daha iyi yönetici olacağı konusundaki tartışmaların evrimi uzun bir konudur. Günümüze gelindiğinde, yüzyıllar boyu kan bağı ile ebeveynden çocuğa geçen topluluk adına karar verme yetkisi (monarşi ve aristokraside olduğu gibi), demokratik yöntemlerin gelişmesi sonucu topluluğun oyları ile seçilen yöneticilere doğru evrilmiştir. Konumuz olan “siyasi parti niçin var” sorusu tam da burada devreye girmektedir. Topluluğun bireylerinin “en uygun karar vericileri” seçmesi için önlerinde bazı seçeneklerin olması gerekir. Günümüzde bu seçenekleri büyük ölçüde siyasi partiler vücuda getirmektedir.

Siyasi partilerin bu bağlamda iki temel işlevi vardır. İlki, illerde ve ilçelerde örgütlenen siyasi partiler, ülke içindeki imkân, duyarlılık, beklenti ve algıların tespitini mümkün kılacak etkili iletişim kanalları oluştururlar. Bu yolla toplumun farklı kesimlerinin ihtiyaç ve beklentilerini tespit eder ve bunları esas alan politikalar oluştururlar. Böylece farklı toplumsal kesimlere hitap eden farklı siyasi partiler ortaya çıkar.

İkincisi, partiler ülkenin en ücra köşelerine kadar yayılan parti teşkilatları oluştururken kullandıkları geniş insan havuzu ile kendilerine yetki verildiğinde vaatlerini kimlerle yerine getireceklerine dair de bir nevi kadro tanıtımı yaparlar. Farklı siyasi partilerin teşekkülü sonucu, toplumda belli başlı düşünme biçimleri ve sorunlara çözüm önerileri gruplanmış ve örgütlenmiş olur. Böylece her grup, kendilerine yetki verildiğinde hangi sorunlara odaklanacaklarını, ne tür çözüm önerileri düşündüklerini ve bu çözüm önerilerini hangi kadrolar ile hayata geçireceklerini göstermiş olurlar. Her bir seçmen de, bulunduğu yerdeki parti temsilcilerine baktığında, onlarla diyaloğa geçtiğinde oyunu kime verirse daha uygun olacağı konusunda doğrudan ve somut bir iletişim kanalına kavuşmuş olur. Böylece siyasi partiler hem geniş kitleler arasından seçilmiş temsilcileri yoluyla süzülerek gelen sorun ve beklentileri tespit etme hem de iktidara geldiklerinde önerilerini kimlerle hayata geçireceklerini kitlelere iletme fırsatı bulurlar.

Bireyler için bu siyasi parti kimliği, vaatlerin gerçekçiliği ve yerine getirilmesinin münferit kişilerden ziyade kişilerden bağımsız görece istikrarlı bir tüzel kişiliğin olması nedeniyle önemli bir güvence oluşturur. Vaatler ve onları hayata geçirecek siyasi partiler, onları dile getiren tekil bireylerin değil, benzer düşünen birçok bireyin yer aldığı, kendi içinde karar mekanizmaları olan bireyler topluluğunun ortak projesi haline gelir. Böylece seçilen birey, sözünde durmaz ise veya vaatlerine zıt işler yaparsa onu da denetleyecek bir tüzel kişilik oluşturulmuş olur. Bu yolla sahada vaatleri dile getiren parti adayları çekilse, hastalansa ya da ölse bile o politikaların sahibi olan parti aynı politikaları sürdürecek yeni kişiler görevlendireceği için çözüm çabalarının sürdürülebilirliği sağlanır. Bu, aynı zamanda yönetici adaylarının can güvenliği açısından iyi bir emniyet supabı olarak görülebilir. Yönetime talip olan adaylar kadar, partiler de bu sürecin ana parçası olarak bir nevi psikolojik garantiler oluştururlar ve dolayısı ile kendi adaylarına yöneltilecek suikast, alıkoyma ve diğer eylemler (tehdit, şantaj) ile partinin önünün kesilmesi çok zor olur. Çünkü parti aynı ideallere sahip çok daha geniş bir insan havuzuna sahip olduğundan bireylerin teker teker ortadan kaldırılmaları hem mümkün olmaz hem de rasyonel değildir. Hâlbuki iktidarın soy yoluyla aktarılmasında hanedanın tüm üyeleri can korkusu yaşar. İktidarın tek bir bireyin elinde toplandığı totaliter yönetimlerde de aynı durum söz konusudur. O yüzden totaliter yönetimlerde lider çekildiğinde yeniden bir totaliter lider gücünü konsolide etmez ise (çok büyük bir ihtimaldir) toplum büyük bir ihtimalle kaosa sürüklenir.

Sonuç olarak siyasal parti, toplumdan yönetim için yetki talep ederken, geleneksel ya da kabile tarzı yönetimlerde olduğu gibi, birkaç kişinin kişisel yeteneklerini değil, oluşturulan bu kolektif süreçlerin sağladığı bir tüzel kişiliği topluma muhatap olarak sunar. Seçmene, vaat edilen işlerin yapılması konusunda üstün yetkilerle/yeteneklerle donatılmış bir bireyle değil, bir kurumsal yapı ile iletişime geçebileceğinin güvencesi verilir. Böylece toplum, hem sorunların tespitinde geniş tabanın görüşlerini alma hem de yönetici seçiminde geniş bir yetenekli insan havuzundan yararlanarak tercihlerini yapma konusunda tek tek bireylere göre daha güvenilir bir karar sürecine kavuşmuş olur. Siyasal parti oluşturarak seçime gitme mantığının arkasında bu tarz basit bir düşünce olduğu söylenebilir.

Bu, olayın seçim ve siyasal parti sistemi oluşturma yönünü ifade eder. Bir de bu ulusal süreçte bireylerin karar verme mekanizmalarının arka planına bakmak gerekir.

Halo Etkisi ile Davranan Rasyonel Cahil Seçmen

Başlıkta iki kavram geçiyor, önce onları açıklayalım. Halo etkisi, bir insanın sahip olduğu olumlu ya da olumsuz bir özelliğinin, onunla ilgili genel bir yargının oluşmasına ve diğer özelliklerinin bu çerçevede değerlendirilmesine yol açmasıdır. Rasyonel cahillik ise rasyonel bir bireyin bilginin edinilmesinde onu “elde etmenin maliyeti” ile ona “sahip olmanın sağlayacağı fayda”yı karşılaştırarak bilgi edinme maliyetinin ona sahip olmanın sağlayacağı faydayı aşması hâlinde, bilinçli olarak o bilgiden yoksun kalmayı tercih etmesi durumudur.

Denebilir ki, “siyasal partilerin adaylarının yarıştığı ortamlarda bireylerin karar süreçlerini büyük ölçüde rasyonel cahil tutumla halo etkisi şekillendirir. Seçmen rasyonel cahil tutum takınır, çünkü kullandığı oyun sistem içinde nihai kararın verilmesi ve yönetici kadronun belirlenmesinde etkisinin çok sınırlı olduğunun farkındadır. Yüzlerce, binlerce veya milyonlarca seçmenden birisidir. Nihai karar tek başına kendi tercihine bağlı değildir. Oy kullanması veya kullanmamasının etkisinin çok sınırlı olduğunun farkındadır.[1] Vatandaşlık bilinci ve sorumluluğu söylemlerinin gücü bu farkındalığı ortadan kaldırmaya yetmez. Dolayısı ile kullanacağı oyun belirleyiciliği düşük olduğu için kendisine çok zahmet yüklemeyecek bir karar verme metodunu tercih eder.

Her bir siyasi partinin vaatlerinin gerçekçiliği, o vaatleri yerine getirmek için gerekli kaynakların mevcut şartlar altında temin edilebilirliği ve bu işi yapacak potansiyel kadroların yeterliliğinin tespiti, ancak onlarca uzmanın üzerinde çalışıp karar verebilecekleri çok zor ve maliyetli bir iştir. Bütün vaatlerin ve adayların tek tek incelenmesi ve her birinin olabilirliğinin tespiti için gerekli teknik donanıma sahip olup olmama bir yana, altyapı müsait olsa bile bu için gerekli zaman ve emeği harcamayı maliyet olarak düşündüğümüzde etkisi çok sınırlı olacak bir oy için her bir seçmenin bu maliyetlere katlanmasını beklemek hiç de rasyonel değildir. Bu sebeple rasyonel seçmen, birçok detaylı bilgiyi edinmek ve onlar arasında karşılaştırma yapmak yerine sınırlı bilgi ile karar vermeyi yeğler. Bunun sonucunda da, çoğunlukla, görünürlüğü fazla olan parti liderleri veya adayların fiziksel özelliklerine odaklanır. Güzel konuşma bunların başında gelir. Ancak güzel konuşma, başarılı ekipler kurma, isabetli kararlar alma, sözünde harfiyen durmanın, kısaca yaptığı seçim vaatlerinin gerçekçiliğinin bir garantisi olamaz. Öyle olsaydı tüm seçimleri, kitleleri ekranlara kilitleyen, her türlü rolü başarı ile oynayan tiyatrocu veya oyuncuların kazanması gerekirdi. Oysa iyi giyim, güler yüz ve güzel sözlerle kitlelerle başarılı bir iletişim kurabilmek, büyük maliyetler gerektiren vaatlerin hangi maddi kaynaklarla hangi ekiplerle yerine getirileceği konusunda yeterli bir bilgi vermediği gibi bunların ilgilinin hakiki düşünceleri olduğuna dair bir güvence de içermez. Ancak seçmen, halo etkisi ile, düzgün konuşabilen, iyi iletişimi olan bir aday bile belirleyemeyen bir siyasi partinin diğer vaatlerinin de düzgün olamayacağı sonucuna varan çok basit bir muhakeme yürütür. Yani tersinden, seçmenin ‘bu aday konuşmayı beceremiyor ama sorun çözme kabiliyeti süper’ biçiminde düşünmesi için bir sebep yoktur. Bu şekilde öne çıkan aday portrelerine, reklam filmlerine bakarak oy verme kararını şekillendiren seçmenin bu davranışında fazla bir yanlışlık olduğu söylenemez. Tam da bu sebeple doğru düzgün bir reklam filmi çekemeyen bir partinin çok çok düzgün bir yönetim sergileyeceğini düşünmek için de bir sebep yoktur. Filmi çekemeyen icraatı nasıl yapacak!

Toparlayacak olursak, seçmenin parti programları ve diğer belgeleri dikkatlice inceleyip karar vermek yerine kolay değerlendirilebilecek, adayların kişisel özelliklerine odaklanması gayet rasyonel bir tutumdur. Bunu yaptığı için seçmen duyarsızlıkla suçlanamaz. Bu doğru olmakla birlikte belediye başkanı seçimlerinin “üstün” kişisel özelliklere sahip aday merkezli yürütülmesi, siyasal partilerin temel meşruiyet kaynağı olan toplum önüne kurumsal yapıları ile çıkmaları gerekliliği ile uyuşmamaktadır. Yönetme yetkisi verilirse nelerin, kiminle ve nasıl yapılacağını, üzerinde ince ince çalışılmış bir program ile belirlemesi, siyasi partilerin temel var olma gerekçedir. O sebeple mahalli seçimlerde tüm tartışmaların başkan adaylarının kişisel nitelikleri üzerinden yapılması, aslında siyasi partilerin toplumsal taban oluşturma konusundaki zafiyetlerinin bir sonucu olarak görülebilir. Ön tespit ve araştırmaları yeterince yapılarak parti programına girmemiş vaatler ile adayların temel kişilik özellikleri (dürüstlük, doğru sözlülük, toplum yararını düşünmek vb.) hatta isim veya soy isimleri ile kafiyeli sloganları öne çıkaran bir seçim kampanyasını, bir nevi kabileciliğe dönüş olarak niteleyebiliriz.

Bu bağlamda seçimlerde bir siyasal partinin ideallerini hayata geçirmeye aday uygun aktör olarak değil de, sahip olduğu “üstün” kişilik özelliklerini öne sürerek kitlelerin karşısına çıkan adayların modern bir yönetici değil, birer “kabile reisi” olmaya öykündüklerini söylemek çok yanlış olmaz. Ancak burada hassas bir denge söz konusudur. Seçmen, karar vermenin işlem maliyetlerini düşürmek için partiye mutlak sadakat gösterip adaylara hiç dikkat etmemeye (kim aday gösterilirse oy vermeye) veya partiyi göz ardı edip sadece adaylara odaklanmaya zorlanmamalıdır. Seçmen tercihlerinde sağladığı kurumsal güvence nedeniyle siyasal parti kimliği önemlidir, zira modern toplumun sorunlarını çözmek için “üstün” yetenekli liderlere değil, iyi çalışan kurumsal yapılara ve o yapıları çalıştıracak rasyonel ve sağduyulu yöneticilere ihtiyaç vardır. Öte yandan aday da önemlidir zira aday siyasi partinin kurumsal karar süreçlerinin ne kadar isabetli işlediğine dair güçlü bir gösterge niteliğindedir. Bu bağlamda seçmenin istikrar beklentisi ve kurumsal kapasiteye güveninin göstergesi olan parti sadakatinin istismarı anlamına gelen özensiz aday belirlemenin, sadece seçim kaybetme değil aynı zamanda demokrasinin sağlıklı işlemesi için esas birimin liderler değil kurumsallaşmış siyasal partiler olmasına dönük kültürün aşınmasına yol açacağını da unutmamak gerekir. Bunda ısrar edilirse, yerel düzeyde demokratik katılımın anlamsızlaşması sorunu ile de baş başa kalınabilir. Bu da seçime katılım oranını azaltır ve demokratik seçime güveni aşındırır ki bundan kaçınmak sağlıklı bir demokrasinin işlemesi için gereklidir.

[1] Aslında çok kişinin oyuyla seçilen adaylar da bu durumun gayet farkındadır. Oy toplarken herkesin oyunun önemli olduğunu vurgular ancak seçildikten sonra tutum değiştirirler. Her alanda kitlesel seçimle kazanan adaylar, her bir seçmenin tek tek ele alındığında, kendisinin seçimindeki rolünün ve etkisinin göz ardı edilecek ve dikkate dahi alınmayacak kadar az olduğunu bildikleri için onlara minnet duygusu değil, patronluk tavrı geliştirirler. Ünal Gündoğan bu duruma rasyonel patron etkisi diyebileceğimizi söyler.

Ömer Demir
+ diğer makaleler

ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümünden 1988’de lisans ve 1990’da yüksek lisans derecesi aldı. 1993 yılında Anadolu Üniversitesinde İktisat alanında doktorasını tamamladı, 1996’da doçent 2009’da profesör oldu. Üniversite dışında TÜİK, YÖK ve ÖSYM’de yönetici olarak çalıştı, TÜBİTAK bilim kurulunda görev yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde öğretim üyesi. İktisat metodolojisi ile iktisadın kurumsal yapılarla ilişkileri konusunda çalışmalar yapıyor.