YİNE DE “YENİ BİR ANAYASA” İHTİYACI DEVAM ETMEKTEDİR

M. Emin ZARARSIZ

2017 yılında 69 maddesinde değişiklik yapılmış ve yeni bir sistem, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi kurmuş olan bir anayasa yürürlükte olmasına rağmen böyle ilginç gelebilecek bir başlığa neden ihtiyaç duyuldu?

Yürürlüğe girdiği 9 Kasım 1982 tarihinden bu yana geçen 39 yıldan daha fazla zaman diliminde bu Anayasa, ilki 17/05/1987 tarihli ve 3361 sayılı Kanunla, sonuncusu 20/01/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanunla olmak üzere 21 kez değiştirilmiş, Başlangıç bölümü dâhil olmak üzere neredeyse değiştirilmemiş hükmü kalmamış olmasına rağmen (sadece 58 maddesinde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır) neden yine de yeni bir anayasaya ihtiyaç devam etmektedir? Üstelik Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemine geçiş için gerçekleştirilen son değişiklikler hariç, 2001 yılından itibaren gerçekleştirilen değişikliklerin önemli bir kısmı Avrupa Birliğine üyelik süreci ile birlikte başlayan demokratikleşmeye ve hukuk devletini tesise, daha demokratik bir anayasa oluşturmaya yönelik olmuş olmasına rağmen neden yine de yeni bir anayasaya ihtiyaç devam etmektedir?

Belki de tam da sadece yukarıdaki paragrafta belirtilen süreç bile yine de yeni bir anayasaya olan ihtiyacı doğurmaktadır. Bunun dışında ekleyelim ki Türkiye’nin anayasa tarihine bakıldığında, son anayasa olan yürürlükteki anayasanın ilk günden itibaren geçirdiği sürece bakıldığında yeni bir anayasaya olan ihtiyaç çok açık bir şekilde görülmektedir.

Bu platformda daha önce yayınlanan üç yazıdan 2 Ocak 2021 tarihinde yayınlanan “Parlâmenter ve Başkanlık Hükûmet Sistemlerinin Temel İlkelerine ve Türkiye’nin Hükûmet Sistemleri Tarihine Kısa Bir Bakış” başlıklı yazı ile parlâmenter ve başkanlık hükûmet sistemlerinin temel ilkelerine bir bakış yapılmış ve Türkiye’nin hükûmetler sistemi tarihi sürecine bakılmış; 14 Şubat 2021 tarihinde yayınlanan “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminde Yürütmenin Yetkilerine Denetleme ve Denge Bakımından Genel Bir Bakış” başlıklı yazı ile Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi değerlendirilmiş; 28 Şubat 2021 tarihinde yayınlanan “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi İçin Öneriler” başlıklı yazı ile de önceki iki yazıda yer alan bilgiler çerçevesinde Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi için bazı öneriler getirilmiştir. Her üç yazıda da Türkiye topraklarında yürürlüğe konulan anayasalara, 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarına eleştiriler getirilmiştir.

12 Eylül 1980 Askerî Darbesinden sonra askerî yönetim işbaşında iken hazırlanarak Kurucu Meclis tarafından 18/10/1982 tarihinde halkoylamasına sunulmak üzere kabul edilen ve 7/11/1982 tarihinde halkoylamasına sunulduktan sonra 9/11/1982 tarihli ve 17863 Mükerrer sayılı Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının komple yürürlükten kaldırılarak yeni bir anayasa yürürlüğe konulması ihtiyacı, üzerinden 39 yıldan fazla zaman geçmiş ve sayısız değişiklikler yapılmış olmasına rağmen, henüz karşılanamamıştır.

Neden yine de yeni bir anayasaya ihtiyaç bulunmaktadır?

1. Bugüne kadar olağan dönemde bir anayasa yapılamamıştır.

Türkiye topraklarında 1876 yılından bugüne, aşağıda biraz detayı verilecek olan beş anayasa yürürlüğe konulmuştur. Ancak bunların hiçbiri normal şartların egemen olduğu bir dönemde yapılmamış, beşi de olağanüstü dönemlerde, olağanüstü şartların dayatmasıyla ve olağanüstü yöntemlerle yapılmıştır. Bu nedenle de hemen tüm anayasalar daha yürürlüğe girdiği ilk günden itibaren tartışılmış, değişiklik talepleri dile getirilmiş ve 1876, 1961 ve 1982 anayasalarında, özgün halleri ile karşılaştırılamayacak derecede önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Halen yine bir olağanüstü dönem (darbe) anayasası olan 1982 Anayasası ile yönetilmeye devam ediyoruz.

Türkiye toprakları 1838 Tanzimat ve 1856 Islahat fermanlarından sonra ilk olarak 1876 yılında yazılı anayasa ile tanışmıştır. 23 Aralık 1876 tarihinde Sultan II. Abdülhamid tarafından, tahta çıkmasının bir şartı olarak dayatılan Kânûn-ı Esâsî ilan edilmiş, ancak ömrü kısa sürmüştür.

Kânûn-ı Esâsînin ilanı, esasen Sultan Abdülaziz’in hal‘edilmesi, yerine önce V. Murad’ın, ardından II. Abdülhamid’in geçmesi, Hristiyan tebaanın yoğun olarak yaşadığı Bosna-Hersek’te isyanın çıktığı, Bulgaristan’da karışıklıkların arttığı ve bu olayları kendi hâkimiyet alanlarını genişletmek için bahane olarak kullanmak isteyen Sırbistan ve Karadağ’ın Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilân ettiği ve dönemin Düvel-i Muazzamasının Osmanlı’dan Balkanlar dâhil bazı reformlar yapması için baskı yaptığı bir döneme rastlar. Paris Antlaşmasını imzalamış olan devletler, Osmanlı İmparatorluğu, Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya ve İtalya’nın katıldığı ve Balkanlardaki eyaletlerin yönetim şartlarını düzenlemek üzere İstanbul’da düzenlenen Tersane Konferansını gerçekleştiriyorlarken Kânûn-ı Esâsî ilan edilmiştir.

Yürürlüğe girişinden yaklaşık ondört ay sonra Osmanlı-Rus Harbi gerekçe gösterilerek Sultan II. Abdülhamid tarafından 13 Şubat 1878’de Kânûn-ı Esâsî askıya alınmış, Heyeti Âyan ve Heyeti Mebusandan oluşan Meclisi Umumi süresiz tatil edilmiştir.

23 Temmuz 1908 tarihinde, askıya alınışından yaklaşık 30 yıl 5 ay sonra, Sultan II. Abdülhamid Kânûn-ı Esâsîyi yeniden ilan etmek zorunda bırakılmış ve II. Meşrutiyet dönemi başlamıştır. Bu dönemde derhal seçimlere gidilmiş, İttihat ve Terakki Fırkasıyla Ahrar Fırkası arasında geçen seçimlerde İttihat ve Terakki Fırkası galip çıkmıştır. Yeni oluşan Meclis-i Mebusan 17 Aralık 1908’de çalışmaya başlamıştır. Bu dönemde Kânûn-ı Esâsîde yedi kez değişiklik yapılmış olmakla birlikte 21 Ağustos 1909 tarihinde yapılan değişiklikler Kânûn-ı Esâsîyi özgün halinden çok farklı bir içeriğe taşıyan değişiklikler olmuştur.

1876 yılında yürürlüğe konulan Kânûn-ı Esâsî, 1924 Anayasasının yürürlüğe girdiği tarihe kadar, 30 yıl 5 ayı askıda olmak üzere 48 yıl yürürlükte kalmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu, tüm dünya düzeninin yeniden şekillendiği bir dönemde, 8 Ekim 1912 tarihinde başlayan Balkan Savaşını başlangıç olarak alırsak 11 Ekim 1922 tarihinde imzalanan Mudanya Mütarekesine kadar 10 yıl neredeyse kesintisiz savaş içerisinde olmuştur: Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondoros Ateşkes Anlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu bakımından I. Dünya Savaşı sona ermiş, ancak galip (İtilaf) devletlerin işgali başlamıştır.

1919 ila 1922 yılları arasında süren Kurtuluş Savaşı (Millî Mücadele) sürecinde 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi (Birinci Meclis) bir yandan Millî Mücadeleyi yönetmiş diğer taraftan ise 20 Ocak 1921 tarihinde 23 madde ve bir Maddei Münferideden oluşan Teşkilâtı Esasiye Kanununu kabul etmiştir. Bu Anayasa Cumhuriyetin ilanından sonra 20 Nisan 1920 tarihinde kabul edilen 1924 Anayasasına kadar yaklaşık 3 yıl 3 ay yürürlükte kalmıştır.

İkinci Meclis tarafından 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanı ile Türkiye Cumhuriyeti dönemi başlamıştır. İmparatorluk bakiyesi olarak yeni kurulmuş bir Cumhuriyetin ilk anayasası ise 20 Nisan 1924 tarihinde kabul edilen Teşkilâtı Esasiye Kanunu olmuştur. 1924 Anayasası olarak bilinen bu Anayasa hem 1921 Anayasasını hem de yürürlükte olup olmadığı tartışmalı olan 1876 Kânûn-ı Esâsîyi açıkça (md. 104) yürürlükten kaldırmıştır.

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere 1876 Kânûn-ı Esâsî, 1921 Teşkilâtı Esasiye Kanunu ve 1924 Teşkilâtı Esasiye Kanunu iç kargaşalar, savaş, bağımsızlık savaşı ve yeni bir bağımsız devletin ilanı gibi olağanüstü dönemlerin ürünü olarak yürürlüğe konulmuş anayasalardır.

27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir cuntanın yapmış olduğu darbe ile seçimle işbaşına gelmiş olan hükûmet görevden uzaklaştırılmış, darbecilerden oluşan Milli Birlik Komitesi yönetimi üstlenmiştir. Milli Birlik Komitesi 1924 Anayasasını ve Türkiye Büyük Millet Meclisini feshetmiş, Milli Birlik Komitesi kararları anayasa hükmü olarak değerlendirilmiştir. Milli Birlik Komitesi bir Temsilciler Meclisi oluşturmuş ve bu Meclisin içinden oluşturulan Anayasa Komitesi tarafından hazırlanan anayasa taslağı 9 Temmuz 1961 tarihinde yapılan referandum ile katılanların yüzde 61,7 oranındaki evet oylarıyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olarak yürürlüğe konulmuştur. Bu Anayasada toplam yedi kez değişiklik yapılmış, ancak özellikle 12 Mart 1971 Askerî Muhtıra sonrası 1971 yılında gerçekleştirilen değişiklikler 1961 Anayasasını özgün halinden çok farklı bir içeriğe taşıyan değişiklikler olmuştur.

1961 Anayasası, bir sonraki askerî darbe olan 12 Eylül 1980 tarihine kadar yaklaşık 19 yıl, 2 ay yürürlükte kalmıştır.

12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri bu sefer emir ve komuta zinciri içinde yönetime el koymuş, seçimle işbaşına gelmiş olan hükûmeti görevden uzaklaştırmış, Genelkurmay Başkanının başkanlığında kuvvet komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyi yönetimi üstlenmiştir. Milli Güvenlik Konseyi 1961 Anayasasını ve Türkiye Büyük Millet Meclisini feshetmiş, Milli Güvenlik Konseyi kararları anayasa hükmü olarak kabul edilmiştir. Milli Güvenlik Konseyi bir Danışma Meclisi oluşturmuş, hazırlanan yeni anayasa taslağına son şeklini Milli Güvenlik Konseyi vermiş ve referanduma sunulmuştur. 7 Kasım 1982 tarihinde yapılan referandumda katılanların yüzde 91,37’sinin evet oylarıyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olarak yürürlüğe konulmuştur.

İlk üç anayasaya göre biraz farklı bir olağanüstü dönem ürünü olarak 1961 Anayasası da, halen yürürlükte olan 1982 Anayasası da doğrudan askerî darbe ürünü olarak yürürlüğe konulmuş iki anayasadır.

2. 39 yıl içinde Başlangıç bölümü de dâhil 19 kez değişiklik

1982 Anayasası yürürlüğe girdiği 9 Kasım 1982 tarihinden bugüne 19 kez değiştirilmiştir. Özgün hali ile Başlangıç, 177 esas madde ve 16 geçici maddeden oluşan 1982 Anayasası, yapılan değişiklikler sonucunda Başlangıç, 155 esas madde ve 19 geçici madde haline gelmiştir.

Daha çok hamasi nitelikte ifadelerin yer aldığı anayasaların başlangıç bölümlerinin değiştirilmesi alışıldık bir durum olmamakla birlikte 1982 Anayasasının Başlangıç bölümü de değiştirilmiştir.

Hukuken yürürlüğe girdiği anda hükmünü ifa edip lafız olarak bulunan ancak hüküm olarak mülga olması gereken geçici maddeler, maalesef hukuk sistemimizde esas madde gibi değiştirilmekte, hatta yürürlükten kaldırılmaktadır. Bazen de geçici madde numarası verilmekle birlikte esas madde gibi düzenlenmekte ve yıllara sâri hüküm ifa etmektedir. 1982 Anayasasının da iki geçici maddesi (4 ve 15, eski siyasilere siyasi faaliyet yasağı ile darbecilere, darbe dönemi hükûmet üyelerine ve Danışma Meclisi üyelerine yargı bağışıklığı getiren hükümler) yürürlükten kaldırılarak bu maddelerle getirilen yasaklar yanlış bir yöntemle aşılmıştır.

3. Parlâmenter hükûmet sisteminden yarı başkanlık hükûmet sistemine, buradan da başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) hükûmet sistemine geçirilen evrim

1982 Anayasasının özgün halinde, tartışmalı olmakla birlikte yine de Parlâmenter Hükûmet Sistemini esas alan bir yönetim tarzı öngörülmekteydi. Tartışmayı doğuran Cumhurbaşkanına parlâmenter hükûmet sistemi ile bağdaşmayacak ölçüde yetkilerin verilmiş olmasıdır (2017 yılında gerçekleştirilen değişiklikten önceki md. 104). Bu tartışmalı durum söz konusu iken 2007 yılında Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı olarak seçimi sürecinde yaşanan 27 Nisan e-muhtırası, 367 garabeti gibi olaylardan sonra 31/05/2007 tarihli ve 5768 sayılı Kanunla gerçekleştirilen ve 21/10/2007 tarihinde yapılan halkoylamasında da kabul edilen değişikliklerle Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi sistemi getirilmiştir. Bu değişikliklerde Cumhurbaşkanının yetkilerini düzenleyen hükümlerde ise (esas olarak 104. madde) herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Böylece Anayasada yapılan değişikliklerin halkoylaması sonucu kabul edildiğini belirten Yüksek Seçim Kurulu Kararının Resmî Gazetede yayınlandığı 31/10/2007 tarihinden itibaren resmî olarak, 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 10/08/2014 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi ile halk (seçmenler) tarafından seçilmesiyle birlikte fiilen Yarı Başkanlık Hükûmet sistemine geçilmiştir. Parlâmenter hükûmet sistemini esas alan Anayasa, bu sefer yarı başkanlık hükûmet sistemini esas alan bir anayasaya dönüşmüştür.

15 Temmuz 2016 Darbe Teşebbüsünden sonra 2017 ve 2018 yılları Türkiye Cumhuriyeti siyasî sistemler tarihinde çok önemli dönüşümlerin yaşandığı yıllar olmuştur. Bu süreçte ilk olarak 27/01/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanunla, özgün halinde parlâmenter hükûmet sistemini esas alan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Cumhurbaşkanlığı (Başkanlık) Hükûmet Sistemine geçiş için değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişi öngören bu değişiklikler 16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşen halkoylaması (referandum) sonucunda katılanların % 51,41 oranında evet oylarıyla kabul edilmiş oldu.

Yapılan değişiklikte yeni sisteme geçiş için bir geçiş dönemi öngörülmüş, nihaî geçiş ise Anayasada yer alan hükümle 3/11/2019 tarihinde birlikte yapılması öngörülen (Geçici md. 21) ilk Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Seçimi sonucunda seçilen Cumhurbaşkanının görevine başlamasına bağlanmıştır. Ancak erkene alınarak 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimi (ve Milletvekili Genel Seçimi) sonucu seçilen Cumhurbaşkanının (Recep Tayyip ERDOĞAN) 9 Temmuz 2018 tarihinde yemin ederek görevine başlamasıyla Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemine geçilmiştir.

Böylece 9 Kasım 1982 tarihinde parlâmenter hükûmet sistemini esas alarak doğan 1982 Anayasası, 39 yıllık kısa tarihinde önce 31/05/2007 tarihinde yapılan değişikliklerle yarı başkanlık sistemini esas alan bir yapıya dönüşmüş, değişim süreci burada durmamış bu sefer 27/01/2017 tarihinde yapılan değişiklikle doğuşundaki sistemin tam zıddı bir sistem olan başkanlık hükûmet sistemini esas alan bir yapıya dönüşmüştür. Bu çelişkili duruma rağmen yine de itiraf edelim ki parlâmenter hükûmet sisteminden başkanlık hükûmet sistemine geçiş doğrudan olmamış, önce her iki sistemin arası bir sistem olarak değerlendirilen yarı başkanlık hükûmet sistemine geçilmiş, daha sonra başkanlık hükûmet sistemine geçilmiştir. Diğer bir ifade ile bu değişimde devrimci bir süreç değil evrimci bir süreç yaşanmıştır.

4. Türkçeyi katleden bir dil

Anayasalar, devletin kurucu belgeleri olarak o devletin resmî dilinin tüm kurallarıyla birlikte en güzel şekilde kullanıldığı metinler olması gerekmektedir. Ne yazık ki, 1982 Anayasası ne özgün haliyle ne de yapılan değişikliklerle Türkçenin en güzel şekilde kullanıldığı metin olmak yerine dili katleden, kötü örnek oluşturan bir metin olmuştur. Yapılan değişikliklerde genelde özen gösterilmemesi, uzman görüşlerine itibar edilmemesi nedeniyle küçük harfle başlayan cümle, noktası olmadan biten cümle, noktası olmadan biten cümleden sonra büyük harfle başlayan cümle, özne-yüklem uyumsuzluğu, öznesi kalmayan cümle, yüklemi kalmayan cümle çokça rastlanan vaka-i adiyeden haline gelmiştir. Normal dil kuralları içinde hiçbir anlam ifade etmeyen kelimeler sıralaması, bu Anayasada maalesef çok sayıda bulunmaktadır. (Anayasanın yürürlükteki resmî haline erişmek için linkini buraya bırakıyorum)

Yukarıda belirtilen gelişmeler sonucunda özgünlüğünü ve tutarlılığını kaybetmiş; değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler arasında yer alan 3 üncü madde ile kabul edilmiş dili olan Türkçenin dilbilgisi ile bağdaştırılamayacak bir dile sahip; doğuşundaki sistemin tam zıddı olan bir sisteme geçmiş olan bir anayasanın komple yürürlükten kaldırılarak yeni bir anayasa gerekliliği artık ertelenemez bir ihtiyaç haline gelmiştir.

O zaman ortaya şu soruyu bırakalım: Bu ihtiyacı karşılayacak bir yeni anayasa yapabilmek içinde bulunduğumuz siyasî ortamda mümkün mü?

Bu konuyu da bir sonraki yazıya bırakalım.

M. Emin Zararsız
+ diğer makaleler

1984 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Yüksek lisansını aynı Üniversitede (1988), doktorasını Selçuk Üniversitesinde (1995) tamamladı. İkinci yüksek lisansını Leicester Üniversitesinde (1997) yaptı.
Sırasıyla Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Araştırma Görevlisi, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığında Planlama Uzman Yardımcısı ve Planlama Uzmanı, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı, Başbakanlık Müsteşarı (V), Gümrük Müsteşarı, SGK Başkanı, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı, YÖK Üyeliği ve Başbakan Başmüşaviri görevlerinde bulundu.
İş ve sosyal güvenlik hukuku, anayasa hukuku, insan hakları, kamu yönetimi ve eğitim konuları başlıca ilgi alanlarıdır.