Mahremiyet ve Özel Alan Gerekli Mi?
Ömer DEMİR-
İnsan, birçok değişik ayrıştırıcı özelliği ile (konuşan, düşünen, yazan, resim çizen, hayal kuran, oyun oynayan, alet yapabilen vb.) tanımlanır. Bu kapsamda düşünülebilecek özelliklerden biri de mesafe koyabilmektir. İnsan hem diğer varlıklarla hem de hemcinsleriyle arasına mesafe koyabilen bir varlıktır. Bu mesafe koyma kabiliyeti, kişinin kendini gerçekleştirme ve denetim altında tutmasını sağlar. Kimlerle nasıl bir ilişki geliştirileceği bu mesafe algısı ve ona bağlı olarak tanımlanan roller sayesinde mümkün olur. Mesafenin oluşmasında bilme/bilinme edimi merkezde yer alır. Neyi, kimin, ne kadar bilmesinin istendiği bir ucunda “herkes” diğerinde “hiç kimse” olan geniş bir bilinme aralığı oluşturur. Bu aralıktaki konumlarına bağlı olarak her bir birey diğerleriyle olan mesafesini ayarlar. Bu yazıda bu mesafe oluşturma sürecinin kişiye ait bir özel alan oluşturma yönüne odaklanacağız.
Bütün toplumlarda, az veya çok, bireyin sadece kendine has bir özel alanı (kendi isteği ile oluşturduğu ve istediği kişileri içine aldığı, varlık, çevre ve ilişki ağlarından oluşan alanı) olması makul görülür. Çünkü bireyin genel toplumdan olduğu kadar kendisine en yakını olarak tanımladığı aile fertleri dâhil, çevre ve arkadaş grubundan bile “gizli” tuttuğu duygu, düşünce, ilişki ve faaliyetlerine bir dereceye kadar koruma sağlamak, bireyi gönüllü olarak topluluk içinde tutma ve birey-toplum dengesi oluşturmada önemli bir unsurdur. Toplumu istikrarlı kılan şey aleniyet ve açıklık olduğu kadar aynı zamanda mahremiyettir. Mahremiyet sadece bireyi değil toplumu da (toplumsal ilişkilerin sürdürülebilirliğini sağladığından) korur. Doğal olarak bir derece ve tarz farkı olsa da mahremiyet ve aleniyet evrensel bir niteliktir.
Özel alan ihtiyacı, birey için olduğu kadar birden çok bireyi içine alan alt gruplar için de geçerlidir. Bu sebeple sadece bireyin değil, alt grupların da özel alan talepleri söz konusudur. Tüm gruplarda iktidar ve otorite ilişkileri, amaç-araç, sadakat ve terk normları, içerisi ve dışarısı, astlar ve üstler arasındaki yakınlık ve uzaklık mahremiyet ve aleniyet ekseninde gelişir. Şeffaf birey, şeffaf grup, şeffaf devlet kendiliğinden iyi olarak görülemez. Şeffaflık ve örtülülük her koşulda doğru ve yanlışı nitelemeyebilir.
Burada, bireylerin içinde yer aldığı farklı grupların çokluğu ve çok katmanlılığı (aile, okul, iş, mahalle, hobi bazlı arkadaş çevreleri; meslek ve iş grupları; komşu, mahalleli, hemşeri, vatandaş halkaları; dindaş, dildaş, soydaş veya akraba toplulukları vb.) her birindeki konumuna bağlı olarak bir kısmı birbiri ile çelişen ve çatışan onlarca gizlilik ve alenilik talebi kombinasyonu söz konusudur. Her bir alt kategori de kendi içinde daha alt kategorilere ayrılır. Aile fertlerinin hepsinin birbiri ile sırdaşlık durumu farklı olur. Keza arkadaş, komşu, iş arkadaşı, kamu görevlileri vb. için de bu durum geçerlidir. Örneğin, anne bilsin, baba bilmesin; kardeş bilsin, abi/abla bilmesin; abla bilsin, abi bilmesin; abi bilsin abla bilmesin; baba bilsin, anne bilmesin gibi birçok farklı durum söz konusudur. Aile dışına çıkıldığında arkadaş bilsin ama aile bilmesin; aile bilsin ama arkadaş bilmesin; aile bilsin ama akrabalar bilmesin; akrabalar bilsin ama hısımlar bilmesin; arkadaşlardan bazıları bilsin ama diğerleri bilmesin; iş arkadaşları bilsin ama komşular bilmesin; bazı arkadaşlar bilsin ama iş arkadaşları bilmesin; iş arkadaşları bilsin ama patron bilmesin; patron bilsin ama iş arkadaşları bilmesin; iş arkadaşlarından bazıları bilsin diğerleri bilmesin; kendi ailesi bilsin ama eşininki bilmesin; vatandaş bilsin ama devlet görevlisi bilmesin; bazı devlet görevlileri bilsin ama diğerleri bilmesin … vb. Burada tekil kategorilere indirgenemeyecek kadar çok çeşitli gizlilik/alenilik talepleri söz konusudur.
Ancak konuyu ortaya koymada basitlik ve kolaylık sağlamak amacıyla yazı boyunca, gizlilik talebinde bulunulan tek birey veya birden çok bireyden oluşan alt grupları “birey” (bilinsin/bilinmesin isteyen); kendisinden saklanılan diğerlerini de “grup” (bilsin istenen/istenmeyen) olarak iki soyut kategoride ele alacağız. Yani birey dediğimizde özel alan talebinde bulunan özneyi, “grup” dediğimizde de özel alan dışındaki tüm alanları kastedeceğiz. Bilinirliği özel alandan toplumsal alana aktarma süreçlerine de “alenileştirme” (bilinirliği genişletme) olarak niteleyeceğiz.
Bu özel alan ve ona sağlanan gizlilik halesinin birey-toplum arasında dengeli etkileşimin ara yüzünün oluşumunda çok kilit bir işlev gördüğünü tekrar belirtelim. Zira bireye özel bir alan tahsisinin meşruiyetini, ilk bakışta hemen fark edilemeyen, ancak bireyin herhangi bir grubun sadık üyesi olmasını destekleyen işlevinden aldığı başlangıç hipotezimiz olacak. Konunun bireyin bilgi hazinesi ve muhayyilesinin genişliğinin bireyi zenginleştirici yönü; bu zenginliğin diğer bireyler tarafından bilinmesinin onun sosyal bir gerçeklik hâline gelmesine katkıda bulunacağı beklentisi gibi birçok farklı yönü var.
“Mahremiyet” veya “Özel Hayat” Niçin Var?
Bütün topluluklarda “mahremiyet” veya “özel hayat” adı altında toplumsal yaşam içinde kişiye özgü sayılan bir alan tanımlanır ve ona şu veya bu şekilde mutlaka bir noktaya kadar koruma sağlanır. Bu koruma sağlamanın ana mantığını şöylece özetleyebiliriz: Bir birey (veya yukarıda tanımlanan şekliyle bireylerden oluşan alt grup) ne kadar fazla benzeşse de içinde yer aldığı grubun diğer üyelerinin her birinden veya onların ortalamasından farklılaşan bazı özellikleri bünyesinde taşır. Bu farklılaşma, birey bağlamında sadece sahip olunan fiziksel görünüş, yetenek ve imkânlar yönünden değil, aynı zamanda duygu, düşünce, zevk, alışkanlık ve beklentiler bakımından da söz konusu olabilir. Görünürde tüm özellikleri büyük oranda benzeşen iki birey, sadece sahip olduklarının başkaları tarafından bilinmesi veya bilinmemesinden aldıkları haz veya duydukları eziyet (utanma, mahcup olma vb.) bakımından bile farklılaşabilirler. Ayrıca bireyler sahip oldukları bazı özelliklerinden (örneğin cimrilik, aşırı kıskançlık, haset ya da kin tutma) memnun olmayabilir, o sebeple onların bilinmemesini veya başka türlü (cömert, hoşgörülü, affedici) bilinmesini isteyebilirler. Dolayısıyla farklı kombinasyonlarıyla fiilen “olma” ile “bilinme” arasındaki geçişkenlik, gizlilik tartışmalarının iki ana eksenini oluşturuyor.
Yerleşik toplumsal değerlerle çelişen zevk, tercih, inanç, tutum ve davranışlar, özellikle de alışkanlık veya bağımlılık düzeyine varmış olanların, gruptan (daha geniş kitlelerden) saklanma eğilimi kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü birey ile grup arasında ortaya çıkan ayrışma, sadece bir farklılık olarak kalmaz; aşama aşama hor görülme, kınanma, sorgulanma ve sonunda denetlenme biçimlerinden biri veya birkaçını içerecek bir ilişki biçimine evrilir.
Birey-grup arasındaki ayrışma sadece birey merkezli bir “kendi olma” arzusunun sonucu olmayabilir. Bireyin bilinçli olarak olmayı istediği hâlde olamadığı hâller için de birey-grup ayrışması gündeme gelebilir. Kişi yaşadığı grup içinde sözünde duran, çalışkan, sevecen, başkalarını da en az kendi kadar düşünen, diğerkâm, cömert bir birey olmak (olarak bilinmek) isteyebilir. Ancak bu “iyi” hasletler sadece “istiyor olmakla” edinilemez. Bu isteğin gerçekleşmesi için hem ön gerekliliklerin mevcut olması, hem de iradenin devreye girip oluşu gerçekleştirmesi icap eder. Birey açısından olmak istenenin gereğini yapmak, sadece bilgi eksikliğinin giderilmesi ile sağlanamaz. Örneğin, dinç, sağlıklı ve güzel bir vücut yapısı için iştahın değil aklın denetiminde dengeli beslenme ve bol hareketli bir hayat gerektiğini herkes bilir ama iştaha sınır koymak sadece bu konuda yeterli bilgi sahibi olmak ile başarılamaz. Yani, davranışın ortaya çıkmasını sağlayan irade, akıldan veya gönülden geçenlerin hayata geçirilmesinde kilit rol oynar. Bu sebeple irade yetersizliği, birçok istenen şeyin gerçekleşmesinde başarısız olmayla sonuçlanır.
Açık ve Saklı Tercih Ayrımı
Birey, ikinci bir kişi hayatına girip toplumsallaşmaya başladığında (hukuk, ahlak, din, töre, görgü, gelenek gibi kendinden önce veya dışında oluşturulan ve kendisini de bağlayıcı kurallarla yüzleşmeye ve ilişkiye geçmeye başladığında) içe dönük ile dışa dönük hâlleri arasında bazı farklar meydana gelmeye başlar.
En başta bir kişi iken elindeki tüm imkânları kendisi için kullanmasında bir engel yoktur. İkinci kişi hayatına girince bir yandan imkânlar artmaya başlarken diğer yandan da oluşan bu yeni imkânları “paylaşma” zorunluluğu oluşur. Buradaki “zorunluluk” vurgusu, paylaşmanın kişiyi mutlu eden istekle gerçekleştirdiği bir faaliyet olması yanında, zaman zaman, hatta çoğu zaman istemese de yapma durumunda olmasına işaret eder. Birey oluşan imkânları sadece kendisi için kullanmak isteğinde olsa da gelen talep, beklenti veya baskı üzerine toplum içinde yaşamak için paylaşmak zorunda olduğunu fark eder. Bu da, kendisiyle baş başa olduğundakinden daha farklı bir tutum geliştirmesini gerekli kılabilir. Bu tutum ve davranış değişikliğinin bir kısmını kendisi de benimseyerek ve isteyerek, bir kısmını da gruba uyum sağlamak, grup olmanın avantajlarından yararlanmak için mecbur kaldığından yapar. Bu iki farklı durumu, içe dönük (yalnız kaldığında kendine açıkladığı) ve dışa dönük (aşama aşama veya gruptan gruba farklılık gösterecek biçimde kendi dışındakilere açıkladığı) görüş ve tercihler olarak niteleyebiliriz. Bu durum, Timur Kuran’dan mülhem açık ve saklı tercihler olarak da isimlendirilebilir.
Açık tercihlerin saklı tercihlerden farklılaşmasının değişik birçok gerekçesi vardır. Bu farklı durumları, sahip olma/olmama ve sahiplenme/sahiplenmeme eksenli bileşimlerden oluşan dört ana grupta toplayabiliriz. Bu dört farklı durumun her birinde, kendi içinde farklı gerekçeleri olsa da, son tahlilde bir saklama (olan ile üçüncü kişilerin olduğunu bildiklerinin farklılaşması) söz konusudur. Bu saklamanın büyüklüğü, toplumsal olan ile bireysel olanın ayrışmasının boyutunu ortaya koyar. Özel ve toplumsal alan farklılaşması, bu ayrışma ihtiyacını meşru bir çerçevede tutmaya hizmet eder. Şimdi özel alana meşruiyet çerçevesi oluşturan bu farklı dört ana duruma daha yakından bakalım.
Tablo: Sahiplik ve Sahiplenme Tablosu
Farklılığa Sahip Olma Durumu | Farklılığı Sahiplenme Durumu | Benimseme Durumu | |||
Sahipleniyor | Sahiplenmiyor | Benimsiyor | Benimsemiyor | ||
Sahip | A | B | |||
Sahip değil | C | D |
- Sahip Olunan ve Benimsenip Sahiplenilen: Bir birey, sahip olduğu doğal (biyolojik, coğrafi, soy bağı, vb.) veya sosyal (aile, etnik köken, din, dil vb.) özellik ve eğilimleri ile içinde yer aldığı gruptan belli ölçülerde farklı olabilir. Birey sahip olduğu bu farklıktan memnun olabilir ancak sahip olduğu farklılığın, grup tarafından bilinmemesinin birey için bazı pozitif sonuçları olabilir. Burada birey sahip olmaktan mutlu olduğu ama grubun bilmesini istemediği özelliklerini korumak ister. Örneğin, dindar olmayan bir çevrede yaşayan ama dindar olan birisi bunun kendisine yönelik negatif ayrımcılık veya baskı olarak döneceğini düşündüğü için çevresindekiler (buradaki çevre kişinin tüm çevresi değil, kendisine ayrımcılık uygulayacak veya baskı yapacak yakın veya uzak çevresidir) tarafından bilinmesini istemeyebilir. Bu durumda başkalarının sadece karışmayacağı değil, karışma riskini minimize etmek için hiçbir zaman bilemeyeceği bir özel alanın (mümkün olduğu kadar geniş) olmasını ister. Bu gibi durumlarda özel alan, sahip olunan ve sahiplenilen özelliklerin gizliliğini korumayı mümkün kılan iyi bir çözümdür. Birey sahip olduğu ve benimsediği özellikleri özel alanı içinde koruma güvencesine kavuşmuş olur. Burada önemli olan konu, bu güvence ne kadar sağlam olursa ana gruptan ayrılma isteği de o kadar az olur.
- Sahip Olunan Ama Benimsenmeyen: Birey, sahip olduğu ve onu gruptan farklılaşan bazı özelliklerinden memnun olmayabilir ve bu sebeple onların bilinmesini istemeyerek saklama ihtiyacı duyabilir. “Ah keşke olmasaydı” diye düşündüğü bazı özelliklerinin diğer grup üyeleri tarafından bilinmesinden zarar göreceğini düşünebilir. Bu saklama ihtiyacının bir takım “haklı” nedenleri olabilir. Bir şekilde kişiyle bağlantılı biçimde var olan ama varlığından memnun olunmayan fiziksel engel, ruhsal sorun veya olumsuz çağrışım yüklü sosyal bağların (örneğin ailesinde yasadışı işlere bulaşmış kişilerin varlığı) toplum tarafından bilinmesi, bireyin sosyalleşme ve toplumsal fırsatlardan eşit yararlanma imkânlarını kısıtlama riski taşıyabilir. Bu durumda kişi olduğu gibi değil olmayı istediği gibi görünmek ve bilinmek ister. Bu bağlamda bir kimse yeni yer edinmek istediği bir grup ile tanıştığında aileden gelen süreğen veya kalıtsal hastalıklar, geçmişte bipolarlıktan tedavi görme, akrabaların zimmete para geçirmekten hapiste olmasından veya aile içi şiddetli geçimsizlik ve kavga yüzünden komşuların şikâyeti üzerine üç kez karakola çağrılıp uyarıldığının bilinmesini istemeyebilir. Sigara veya içki içmenin kötü bir şey olduğunu bilen ama bağımlılık nedeniyle bunları bir türlü bırakamayan kişi çevresinde böyle bir bağımlılığının olduğunun bilinmesini istemeyebilir. Bu sebeple içki veya sigara kullanımının sadece özel alanda kalmasını arzular. Diğer insanlarla kalıcı, sürekli ve sağlıklı bir ilişkide, bu özelliklerin lehine karine oluşturmayacağını düşündüğü için mümkünse bunların gizli kalmasını, istemediği kişilerin bunları duymamasını arzu eder. Bunlara, sahip olunan ama sahiplenilmek istenmeyen özellikler diyebiliriz. Birey bu özellikleri özel alanında tutarak, toplumsallaşmasına mani olmamalarını temin etmeye çalışır. Bunun mümkün olması oranında ana gruba eklemlenmek ister. Eğer ana grup tüm bu tür özelliklerin alenileşmesini grup üyeliği için zorunlu kılarsa, bireyin grup üyesi olma istekliliği ve grup bağlılığı azalma eğilimine girer.
- Sahip Olunmayan Ama Benimsenip Sahiplenilen: Birey, içinde yaşadığı toplumun genelince olumlu bulunan ve kendisinin de sahip olmayı arzu etmesine rağmen sahip ol(a)madığı bazı özelliklerin kendisinde var olduğunun bilinmesini arzu edebilir. Aslında toplumsal düzenin gereklerini ve ortak idealleri içten benimsediği hâlde, iç dünyasında bunları gerçekleştirecek yeterli motivasyon ve iradi denetim sahibi olmayabilir. Bu durumda sahiplendiği ama sahip olmadığı özelliklerin ortaya çıkmaması için özel alanın varlığına ihtiyaç duyar. Örneğin kişi cömert olmayı iyi bir tutum olarak görür ama malına bir türlü kıyamayabilir. Buna rağmen cimri sıfatının kendisine yakıştırılmasını istemez, cömert olarak bilinmesini sağlayacak etkinlikler yapar. Sahipmiş gibi sahiplenilen özelliklerin korunmasında da kişiye tanınan özel alan ne kadar geniş ise grup üyeliği o kadar özendirilmiş olur.
- Sahip Olunmayan ve Benimsenmeyen ama Sahiplenilen: Birey, içinde yaşadığı toplumun genelince olumlu bulunan ama bireysel olarak benimsemediği bazı özelliklere sahipmiş gibi görünmenin avantajlarından da yararlanmak isteyebilir. Örneğin dindar bir çevrede yaşan dindar olmayan bir kişi içinde yaşadığı toplulukta dindar olmayan birisi olarak bilinmenin olumsuz etkilerinden korunmak için dindar olmadığının bilinmesini istemeyebilir. Oruç tutmadığı hâlde oruç tutmadığının bilinmesini istemeyebilir. Bu durumunu ancak özel alanında muhafaza edebilir. Ne zaman ne yiyip ne içtiğinin grup tarafından bilinmesi, onun bu imkânını elinden alır. Sahip olmadığı ve benimsemediğinin bilinmemesini sağlamada özel alanın genişliği daha çok imkân sağlar. Kısaca birey, toplumsal kabul görme arzusuyla sahip olmadığı, olmayı arzulamadığı bazı özelliklerin kendisinde olduğunun düşünülmesi sayesinde daha iyi toplumsallaşabileceğini düşünebilir. Bu sebeple sahip olunmayan, benimsenmeyen ama sahiplenilen özellikler de özel alana ihtiyaç duyar.
İlk iki durum birey, son ikisi de toplum odaklı olarak ele alınabilir. İlk durum (A seçeneği) birey tarafından benimsenerek sahip olunan özelliklerin, ikinci durum (B seçeneği) sahip olunmasına rağmen benimsenmeyen özelliklerin gruptan saklanmasını kapsar. Üçüncü durumda (C seçeneği) grubun olumlu bulduğu ve kendisinin de onayladığı ama sahip olmadığı özelliklere sahipmiş; dördüncü durumda ise (D seçeneği) grup tarafından olumlu görünen ama bireyin sahip olmak istemediği hâlde sahipmiş gibi görünmek istediği özellikleri kapsar. Bu dört durumun her birinde bireyin gözünden “olan” ile grup tarafından “olduğu düşünülen” ayrışması söz konusudur. Bazı ortak noktalar olsa da her bir duruma, özel alan koruması sağlanmasının gerekçeleri birbirinden farklıdır.
Özel Alana Özel Gerekçeler
İlk durumda (A seçeneği), bireyin, sahip olduğu ve vazgeçmek istemediği özelliklerinin gruptan ayrışması nedeniyle bir tercihe zorlanması hâlinde gruptan ayrılmaya meyletmesi riski vardır. Böyle bir tercihe zorlanmadan sahip olduklarını gruptan saklama imkânı bulması, onun gruptan ayrılmasının önüne geçer. Böylece, kişinin bu özel alan içinde kalan farklılıklarının, grubun bir üyesi olmasında ona negatif bir sonuç yüklemeyeceği güvencesi verilmiş olur. Bu sebeple farklılıklarına sahip çıkmak isteyen ne kadar çok farklı birey varsa, bireylere ait özel alanının kapsamının geniş tutulması, grup oluşturmada “büyük ölçüde” olumlu katkı sağlar. “Büyük ölçüde” denmesinin sebebi, eğer özel alan çok geniş olursa grup üyeliğinin sağlayacağı avantajlar azalabileceği için grup bağlılığı zayıflayabilir. Çünkü bireyin yaşam ve faaliyet alanı özel ve kamusal olarak iki ana kısma ayrıldığında alanlardan biri genişledikçe diğeri doğal olarak daralır. Ayrıca, tersinden bakılırsa, grup alanını da gereksiz yere genişletmek, hem olası çatışma riskini artırması hem de herkesi tekdüzeleştirmenin maliyeti nedeniyle gruba dâhil olmak isteyen birey sayısında azalmaya yol açar. Bu sebeple teorik olarak bir optimum özel ve kamusal alan büyüklüğünden bahsedilebilir.
İkinci durumda (B seçeneği), bireyin sahip olduğu ama sahiplenmek istemediği özelliklerinin grup tarafından bilinmemesi, o özellikleri nedeniyle zaten gruptan ayrılmak istemediği için, onlar adına bir mücadeleye girişmeyeceği için zamanla onların yok sayılmasına yol açarak grup birlikteliğinin pekişmesine katkı sağlar. Örneğin ana gruptan farklı etnik kökeni, kişinin kimlik oluşumunda baskın bir unsur değilse, onu öne çıkaracak bir beklentisi yoksa, etnik kimliğinin diğer grup üyeleri tarafından bilinmesi (örneğin sık sık sen zaten Türk değilsin betimlemesine muhatap olma), grubun baskın etnik kimliğine olan sempatisini azaltabilir ve zamanla kendi etnik kimliğinin peşine takılmasına yol açabilir. Özel alanında dil, töre ve yakın ilişki ağı nedeniyle etnik kimliğini koruyan kişinin bunu özel alanında tutmasına imkân tanımak, bireyin grubun baskın değerlerine gönüllü biçimde entegrasyonunu hızlandırır. O sebeple bireye sahip olduğu ama sahiplenmek istemediği özelliklerinin grubun bilgi ve gözetiminden uzaklaştıran özel alan tanımak, hem birey hem de grup lehine bir durum oluşturur.
Üçüncü durumda (C seçeneği) birey, toplumsal kabulde yeri olan ama kendisinin sahip olmadığı özelliklere sahipmiş gibi davranarak zamanla o özelliklere yakınlaşma şansı yakalayabilir. O özelliklere sahip olmadığının gösterilmesine yol açacak bir özel alan daralması kişiyi gruba ait olan ile bireysel olan arasında sürekli bir tercihe zorlayabilir. Bu zorlanmanın sonunda toplumsal olandan yana tavır alınacağının bir garantisi yoktur. Bu tercih zorlaması sonucu birey gruptan kopabilir grup istemediği hâlde bireyi kaybedebilir. O sebeple bireylerin olmak istediklerini beyan ettikleri ama sahip olmadıkları özelliklerinin deşifresine yol açacak bir şeffaflaşma, grup oluşturma dinamiklerini olumsuz etkiler. Yani bireyi, olmadığı hâlde olmaya öykündüğü gibi varsaymak, grup oluşturmada daha akıllıca bir uyum sağlama stratejisi gibi görünüyor.
Dördüncü durum (D durumu), sahip olmadığı ve olmayı içtenlikle istemediği özelliklere, o özelliklerin yüksek toplumsal kabulü olması nedeniyle sahipmiş gibi davranarak bireyin uyumdan yana tercihini kullanma hâlini ifade eder. Birey tercihini uyumdan yana kullanmışken, aslında o özelliklere sahip olmadığını deşifre ederek onu uyum yönlü tercihlerinden caydıracak ve zaten istemediği özellikleri reddeden ayrışmacı bir tutum oluşturmasına katkıda bulunacak bir yaklaşım uyum yanlısı bir strateji olmaz. Madem baskın olanı istiyormuş gibi davranıyor, onun aslında istemediğinin bilindiğini ona hissettirecek bir özel alan daralması, açıkça toplumsal uyum aleyhine çalışır. Uzun süre istemediğini istiyormuş gibi savunan bireyin bilişsel uyumsuzluk sorunu, istememe hâlini isteme biçiminde toplumsal olan lehine dönüştürme ihtimali taşır. O sebeple söylediklerine aslında inanmıyor olmasının ortaya konacağı bir özel alan daralması bireyin gruba uyumuna katkı sağlamadığı için makul bir yöntem olarak görülmez.
Farklılaşmada Ölçek Sorunu
Burada bahsedilen her bir durum (A, B, C, D) için değişik düzeylerde geçerli olan başka bazı genel prensiplerden de bahsedilebilir. İlk olarak, sahip olma veya olmama benimsenme veya benimsenmeme durumlarının hiç birisi “toplumsal” olanı etkileyecek özellik ve ölçekte olmayabilir. Bu gibi durumlarda söz konusu özelliklerin kamusal alana taşınmasının, kamusal kurallar yoluyla düzenlemeye tabi tutulmasının hiçbir gereği olmayabilir. Onları özel alan adı altında toplumsal denetimin dışında tutmak kolay birlikte yaşam pratiği geliştirme bakımından rasyonel bir stratejidir. Kişilerin yeme, içme, giyinme, dinlenme ve oyun oynama pratiklerinden istediklerini kendilerine özgü kılmaları gibi. Sonuçları başkalarına zarar vermeyecek bu uygulamaları kişinin kendi özel alanında saklaması topluluk düzenine negatif etkide bulunmaz.
İkincisi, bireysel farklılıkların ortak grup normlarıyla uzlaştırılması kendiliğinden ve sıfır maliyetle gerçekleşmez. Bu amaçla her bir uyumlaştırma süreci için harcamak üzere toplumsal kaynak (zaman, çaba, insan, organizasyon ve maddi kaynak) ayırmak gerektirir ve bu süreçleri düzenleyecek ortak normlara dayalı bilinçli müdahaleler gerektirir. Bilinçli müdahale de bütünleşme (bireyleri ‘bir bütünün uygun birer parçasıyıza razı etme), beklentileri ayarlama (“ne yaparsan karşılığında ne bulursun”u öğretme) veya meşruiyet sağlama (‘onda var bizde niye yok’a uygun cevaplar bulma yahut ‘niye ben yapıyorum/yapmıyoruma izah getirme) gibi beşeri sermaye ve maddi kaynak tüketimini gerektiren birçok faaliyetin icra edilmesini gerektirir. Tüm bunlar toplumsal kaynak tüketir. Yeterli kaynak olsa bile her kaynağın alternatif maliyeti vardır. Onu kullanıp kullanmamak beklenen getiriye bağlıdır.
Kısaca, bireysel farklılıkları ortak olana yaklaştırma ve yapıp etmeleri tek çatı altında toplamanın maliyeti, onların alenileştirilmesinden beklenen getiriden fazla olabilir. Bu durumda farklılıkları alenileştirme yerine onları her bir birey veya alt grup özelinde kalacak biçimde özel alana “hapsetme” daha makul hâle gelir. Burada “hapsetme” nitelemesi bilinçli seçilmiştir. Alenileştirme süreci dışında bırakılan her özellik zamanla toplumsal olana alternatif olarak ortaya çıkmaya potansiyel aday olduğu için onun giderek genişlemeyecek dar bir alanda tutulması kastedilmektedir. Yani, genelden farklı inanç, değer, tutum ve davranışlara tanınan özel alan içinde varlığını sürdürme imkânının sürekli artması (özel alanın genişlemesi), zamanla grubun çatı özelliğini azaltıp “genel” olana bağlılığı zayıflatabilir.
Üçüncü ve son olarak nihai aşamada gruba ait olana evrilmesinde fayda olan fakat bir sebeple özel alanda kalan birey tarafından benimsenen farklılıkların zamanla benimsenmeme, unutulma ve toplumsal olana yakınsanma ihtimali her zaman söz konusudur. Başlangıçta olmasa da zamanla kendiliğinden toplumsal olana evrilme ihtimali yüksek olan bu farklılıkların baştan alenileştirilmesi için maliyet oluşturmak, kaynakları etkin kullanmamak anlamına gelebilir. Bu yüzden zamanla direnme gücünü kaybedeceği umulan farklılıklar için “şimdilik” yaşayacakları bir özel alan açmak makul bir stratejidir. Örneğin şehir hayatında bir kuşak sonra zaten kaybolacak olan töreleri yasaklamak yerine onların özel alanda tutulmasına imkân tanımak, zaten kendisi düşecek olanı düşürmek için gereksiz yere kaynak ayırmamak anlamına gelir. O sebeple modernleşmeye direncin bireysel maliyetlerinin yüksek olduğu yerlerde özel alanın genişliğinin, kuşaklararası modernleşme maliyetlerini düşürücü etki yapması beklenir.
Bütün bunlar, bireylere özel bir alan açılmasının ana nedeninin, büyük ölçüde doğrudan veya dolaylı biçimde bireysel özellikleri grup özelliği hâline getirmenin maliyeti ile bundan beklenen getiri arasında makul bir dengenin olmasıyla ilişkili olduğunu ifade eder. Bireylerin “olmak” ve “görünmek” istediklerinden sıyrılmak istediklerinde onlara soluklanma imkânı veren bir özel alanın etkili bir grup olmayı kolaylaştırıcı olmasının sebebi de budur. Tersine eğer bireyler özel alanı, toplumsal olana karşı kalıcı bir direnç alanı ve mümkünse onun aşındırılmasına katkı sağlayan bir beslenme ve güçlenme alanı olarak gördüklerinde, özel alanın genişlemesi toplum için orta ve uzun vadede bir tehdit hâline gelmeye başlar. Tam bu noktada can alıcı bir soruya geliyoruz: Nereye kadar gizlilik meşrudur? Yani özel alanın gizliliğinin bir sınır var mıdır? Bu da yeni bir yazının konusu.
Ömer Demir
ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümünden 1988’de lisans ve 1990’da yüksek lisans derecesi aldı. 1993 yılında Anadolu Üniversitesinde İktisat alanında doktorasını tamamladı, 1996’da doçent 2009’da profesör oldu. Üniversite dışında TÜİK, YÖK ve ÖSYM’de yönetici olarak çalıştı, TÜBİTAK bilim kurulunda görev yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde öğretim üyesi. İktisat metodolojisi ile iktisadın kurumsal yapılarla ilişkileri konusunda çalışmalar yapıyor.